“Küba Sanayi Bakanı olarak tavsiyem ya da daha doğrusu görüşüm sorulsaydı, sadece kalkınmaya başlayan bir ülkenin ilk dönemde en başta örgütlenmek için çalışması ve pratik problemlere ‘kendi kafasını kullanarak’ yaklaşması gerektiğini söylerdim”
Priya Prabhakar’ın web sitesinden aldığımız İngilizce çeviri World Outlook’undur. Revolution Africaine’nin 26 Aralık sayısında yayımlanan aşağıdaki Che Guevara röportajı, Yeryüzünün Lanetlileri’nin yazarı Cezayirli devrimci Frantz Fanon’un dul eşi Josie Fanon tarafından gerçekleştirilmiştir. Röportaj, CHE Selected Works of Ernesto Guevara [Rolando Bonachea (Editör), Nelson Valdes (Editör)15 Ekim 1970, M.I. T Press)] adlı kitaptaki Revolución (Havana), 23 Aralık 1964, s.1,2’den alınan metinle örtüşmektedir.) (Çevirenin Notu)
Josie Fanon: Cezayir ziyaretinizin nedeni nedir?
Che Guevara: Ziyaretimin nedeni çok basit. Birkaç gün içinde, bir dizi Afrika ülkesini ziyaret edeceğim. Afrika’ya gidince de bizim için ilk önce Cezayir’e gelmek şart. Aynı zamanda, bu fırsatı ayrılmadan önce Cezayir yönetimindeki kardeşlerimizle genel uluslararası ve Afrika sorunlarını tartışmak için de kullanacağız. Cezayir’de planlanandan iki, üç gün daha uzun kalmayı düşünüyoruz.
Küba hükümetinin bir bütün olarak Afrika’yla ilgili pozisyonunun genel bir çerçevesini çizer misiniz?
Afrika, dünyada var olan tüm sömürü biçimlerine karşı, emperyalizme, sömürgeciliğe ve yenisömürgeciliğe karşı savaş alanlarının en önemlisini değilse de en önemlilerinden birini temsil ediyor. Afrika’da başarının büyük imkânları ama bir yandan da pek çok tehlike var. Pozitif yanlar, Afrika halklarının modern devletlerinin gençliğini, sömürgeciliğin halkın zihninde bırakmış olduğu nefreti, halkların bir Afrikalı ile sömürgeci arasında var olan derin farklılıkların çok net bilincinde oluşu, sömürgecinin kesin gidişi dışında, aralarında hiçbir zaman samimi bir dostluk olamayacağı inancını içeriyor. Başka pozitif yanlar da var: Aynı şekilde, şimdi bazı kapitalist ülkelerin belirli koşullarda sağlayabilecekleri yardıma bağlı olarak, daha birkaç yıl öncekinden bile çok daha hızlı bir kalkınma imkânı (ama bu noktada uyanık olmalıyız).
Bizim Afrika için başlıca tehlike olduğunu düşündüğümüz şey, sürekli arttığı görülen Afrika halkları arasındaki bölünme ihtimalidir. Bir tarafta, emperyalizmin uşakları, diğer tarafta kendilerini uygun yollarla kurtarmaya çalışan halk var. Bu tehlikeden korkmamız için somut nedenler var. Sanayileşmiş ülkeler ile ekonomik bakımdan bağımlı ülkeler arasında eşitsiz mübadeleler görüngüsüyle karşı karşıyayız. Bu eşitsiz ilişki kendisini en vahşi biçimde sömürgecilikte gösteriyor. Tam bağımsız ülkeler bile kapitalist pazarın hapishanesine tıkılma riskini yaşıyorlar; çünkü büyük sanayileşmiş ülkeler kendi yüksek teknolojik gelişmeleri yoluyla kontrollerini dayatıyorlar. Gelişmiş büyük ülkeler, kurtulan ülkelere bağımsızlıktan sonra bir çeşit “ekonomik vakum” uyguluyor ve birkaç yıl sonra az gelişmiş ülkelerin sanayileşmiş ulusların siyasal hegemonyası altına girmelerinin koşulları bir kez daha olgunlaşıyor.
Afrika’da burjuvazinin hâlâ söyleyecek sözü olduğuna inanıyoruz. Bu, ulusal burjuvazinin emperyalizmin buyruklarına tam boyun eğmekten başka seçeneği olmadığı Latin Amerika’dakinden çok farklı. Birçok bağımsız Afrika ülkesinde, burjuvazi başlangıçta gelişme ve “nispeten” ilerici bir rol oynama imkânına sahip. Antiemperyalist mücadele sloganı altında halkı ve sol güçleri bir süreliğine seferber edebilir; ama burjuvazinin ve onu temsil eden hükümetin sonunda bir açmaza sürüklendiği anın gelmesi kaçınılmazdır. Özü gereği burjuvazinin kitlelerinin yolunu izlemesi mümkün değildir. Ona açık kalan tek yol emperyalizmle işbirliği ve halkın ezilmesidir. Uzun lafın kısası, dünyanın bu bölgesinde var olan kaynaşma nedeniyle Afrika’da büyük imkânlar, aynı zamanda da unutmamamız gereken gerçek tehlikeler olduğu söylenebilir. Hatırlanması gereken önemli ekonomik problemler var. Uluslararası mübadelelerde eşitsiz ilişkiler, emperyalizme taviz vermenin ve kısa süreliğine hizmet ediyormuş gibi göründükleri halkı ezmenin çok kolaylaştığı bir çıkmaza sürükler.
Size Afrika ülkelerine hangi ekonomik kalkınma yolunun uygun olduğu sorulsaydı, cevabınız ne olurdu?
Küba Sanayi Bakanı olarak tavsiyem ya da daha doğrusu görüşüm sorulsaydı, sadece kalkınmaya başlayan bir ülkenin ilk dönemde en başta örgütlenmek için çalışması ve pratik problemlere “kendi kafasını kullanarak” yaklaşması gerektiğini söylerdim. Bu, soyut ve oldukça belirsiz bir görüş gibi görünebilir ama çok önemli bir şeydir.
Birçok ülkenin şimdiden çok yoğun ulusallaştırmaları gerçekleştirmiş olduğu Afrika’da, belki de karşılıklı olarak ülkelerin birbirlerinin sahip olmadığı ürünleri sağlayan bazı işletmeler kurmak mümkündür. Karşılıklı yarar sağlama ruhuyla çalışmak esastır; bunun için de birbirini daha iyi tanıyarak, güvene dayalı ilişkiler kurmalı. Başlangıçta bu çok basit şeylerle sınırlı kalmalı. Zaman zaman az sayıda işçi istihdam eden son derece makineleşmiş işletmeler yerine çok sayıda işçi gerektiren ve çok fazla işsize iş sağlayan küçük işletmeler kurmak gerekebilir. Bazı örneklerde, bir sektörün hızla makineleşmesi gerekirken, başka örneklerde bu şart değil. Aslında, kalkınma yolundaki bir ülkede, çoğu problem tarım ve madencilikten kaynaklanmakla birlikte, her ülkede bu problemlerin farklı biçimde ortaya konulması ve en başta özel gerçekliklere dikkat edilmesi gerektiği apaçıktır. Bu nedenle, tüm Afrika ülkelerine uygulanabilecek genel bir formül sunmak imkânsız.
Sizce Latin Amerika’daki devrimci mücadelenin perspektifleri nelerdir?
Bunun gönlümde yatan bir şey olduğunu; en fazla bununla ilgilendiğimi biliyorsunuz. Biz devrimci mücadelenin çok uzun, çok zor bir mücadele olduğuna inanıyoruz. Tek ülkede devrimin izole zaferine inanmak zor; zor ama görünen o ki imkânsız değil. Emperyalizm, yıllardır Latin Amerika halklarını örgütlü bir biçimde ezmeye hazırlanıyor. Farklı ülkelerde bir baskı enternasyonali oluşturdular. Aslında, tam şimdi Amerika’nın İspanyol boyunduruğundan kurtuluşu için son muharebelerin verildiği Latin Amerika ülkelerinde, Peru’da askeri tatbikatlar yapılıyor. ABD’nin Ayacucho bölgesinde düzenlediği bu tatbikatlara değişik ülkeler katılıyor. Bizim bu bölgede tanık olduğumuz şey açık bastırma hazırlıklarıdır. Peki, neden bu tatbikatlar tam olarak Peru’nun bu dağlık bölgesinde, bu orman kuşağında yapılıyor? Çünkü Ayacucho önemli devrimci üslere yakın bir konuma sahip. Ayacucho’nun seçilmesi tesadüf değil.
Kuzey Amerikalılar gerilla savaşı problemine çok kafa yoruyorlar. Bu konuda çok ilginç bazı şeyler yazdılar. Tamamen doğru olarak ortaya çıktığı anda tasfiye edilmediği takdirde, gerilla savaşını tasfiye etmenin son derece zor olduğunu kavradılar. Şimdi tüm stratejileri başlıca iki biçim almakta olan bu hedefe yönelmiştir: Birincisi bastırma; ikincisi devrimcilerin ana üslerinden (köylülerden) izole edilmesi. Bir Kuzey Amerikan belgesinde, aynen Mao Zedung’un kullandığı ifadeyi okudum: “Halk arasında devrimciler sudaki balık gibidir.” Kuzey Amerikalılar gerilla savaşçısının gücünün burada yattığını kavradıkları gibi, bunun sürdürülmesine son vermek için her şeyin yapılması gerektiğini de anladılar.
Açıkçası, tüm bu faktörler mücadeleyi daha da zorlaştırıyor. Ama bastırma enternasyonalinin karşısında, ortak düşmana karşı proleterler ve köylülerin enternasyonal devrimci mücadelesinin kaçınılmaz ve doğal cevabı gelecek. Emperyalizme ve yerli müttefiklerine karşı kıtasal bir mücadelenin örgütlenmesini bu nedenle öngörüyoruz. Bu cephenin örgütlenmesi uzun zaman alacak; ancak oluştuğunda emperyalizme çok sert bir darbe vuracak. Kesin bir darbe olup olmayacağını bilemem; fakat çok sert bir darbe olacak. İşte bu nedenle şu temel ilkeyi öne sürüyoruz: Özgürlük mücadelesinin emperyalizme karşı sadece bir savunma mücadelesi değil, bir saldırı mücadelesi de olması gerekir.
ABD’de işçi sınıfının yüksek yaşam standardı nedeniyle, Kuzey Amerikan toplumunda var olan çelişkileri keskin bir biçimde hissetmediğini bile ekleyelim. Kuzey Amerikalı işçilerin yaşam koşulları, bu çelişkileri yumuşatmış, kendilerinin sömürülmesiyle ilgili berrak bir bilinç edinmelerini engellemiştir. Kuzey Amerikan emperyalizminin kendisine çektiği ziyafetten onlara bıraktığı kırıntıları almaya devam ettikleri sürece, bir devrimci bilinç edinmeyecekler.
[priyavprabhakar.medium.com’daki İngilizce çevirisinden Ali Çakıroğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.