Gelinen aşamada yaşanılabilir eşit ve özgür bir dünya ve Türkiye isteyen yazarların da kendi okurlarını, kendi dayanışma ağlarını geliştirmeleri yaygınlaştırmaları önemlidir
Gelinen aşamada yaşanılabilir eşit ve özgür bir dünya ve Türkiye isteyen yazarların da kendi okurlarını, kendi dayanışma ağlarını geliştirmeleri yaygınlaştırmaları önemlidir
Küreselleşme, genel olarak ekonomik-politik alanda sınır tanımayan ilişkileri ifade etmek için 90’lı yıllardan bu yana çokça kullanılageldi. Bunun özde bir sermaye hareketi olduğunu ayrıca belirtmeye gerek de yok. Sermayenin politik-ekonomik erki “balık baştan kokar” misali kültürel alanda da yeni ve belirleyici yapılanmaları da beraberinde getirdi. Edebiyatta, müzikte, resimde, sinema vs. her türlü sanat dallarında, aşağıdan gelen yaratıcı yetenekler de baskılanarak sermayenin yeni yayılım ve yönetim algısına uygun bir biçim almasına özen gösterildi. Bir bakıma sosyalizmin dağılmasından sonra tek kutuplu bir dünyaya kavuşan sermaye Soğuk Savaş döneminde kültür sanat alanında yürüttüğü gerçekçi ve sosyalist toplumcu sanata karşı propagandasının meyvelerini sözkonusu dönemde post modern kültür olarak bol bol yemeye de başladı.
Burada özellikle sözü doğrudan edebiyat alanına getirecek olursak, emekçiler baskı altına alınıp kuralsız, hukuksuz bir çalışma anlayışıyla iliğine dek sömürülürken edebiyat alanında da kitleler, marka haline getirilen diziler, yazarlar ve yapıtların peşine sürüklendi. Soğuk Savaş döneminde CIA eliyle ABD ve Avrupa’da başlatılan yazar yetiştirme seminerleri küresel dönemde az gelişmiş yoksul ülkelerde de mantar gibi bitiverdi. Sorun bir atölyede yazma/yaratma çalışması ya da etkinliğinde bulunmaktan öte yazar ya da yazacak olanların yeni dünya düzeninin gereksinimine göre pozisyon almasını sağlamak esas olandı. Elbet yazarlık atölye çalışması CIA’nın ABD’de kimi vakıf ve üniversitelere yaptırdığı çalışmanın uzantısı değildi ama çalışma biçimi bir gelenek olarak oradan gelişmiş ve azgelişmiş ülkelere yayılmıştı.
CIA’nın Soğuk Savaş döneminde toplumcu ve sosyalist gerçekçi sanat ve edebiyata karşı oluşturduğu sinsi propaganda düzeneği SSCB’nin dağılmasıyla başlayan küreselleşme dönemi için de yol göstericiydi. Yeni anlayışa uygun yazanlar desteklendi, markalaştırıldı, ödül kurullarında öne çıkartıldı, yapıtları ‘best-seller’ yapıldı. Biliriz ki ‘marka’ ticari bir kavramdır. Edebiyat alanı da ‘star’laştırılan yazar ve marka gibi kullanılan kitaplarla ticarileştirildi. Yazar ya da yazar adayı dosyalarının, bu alanda belirleyici olan (reklam yapan, çok satan, çok yerde kitap marketi bulunan) yayınevinde kabul görmesi için piyasada parlatılmaya, pazarlanmaya müsait bir biçim ve içeriği taşıması gerekti. Bu aynı zamanda toplumcu gerçekçi ve sosyalist gerçekçi edebiyat ve yazarlarının bir köşeye sıkıştırılması, itibarsızlaştırılması ve ötekileştirilmesi sürecini de kapsıyordu ki pratik durum öyle bir noktaya evrildi.
Niteliği oturmuş ya da henüz yolun başında olan yüzlerce yazar vardır ama ortalama nitelikte bir okura sorulduğunda bile üç-beş yazar adından başkasını bilmez. Veya okurların genellikle de böyle bir soruya verdikleri yanıtın içinde aşağı yukarı aynı yazarlar yer alır. Küresel çağda kitapçılardan çok kitap marketler gözdedir. Çünkü reklamın algı etkisiyle göze getirilmişlerdir. Yüzlerce yazar arasında yayın alanında anlayış ve dağıtım yanıyla reklam yaparak da tekelleşmiş yayınevleri belirli yazar ve kitaplarını ön plana çıkararak diğer yüzlerce yazar ve yayınevinin yapıtlarının hem anlayış hem rekabet açısından okura gösterilmesini de engellemektedir. Yukarıda değinildiği gibi dosya başvurusu alan tekelci yayınevleri gerek yapıt gerekse yazarın piyasada parlatılacak bir star olup olmadığına bakar. Bu yüzdendir ki saf yazarlık duygusuyla yola koyulup iddialı dosyalarını bir yayınevinden diğerine; olmadı bir ötekine taşıyan yazar ya da yazar adayları sistemin piyasacı yaklaşımları altında yılgınlığa kapılıp yazma eylemini bile sonlandırabilmektedir.
Gelinen aşamada yaşanılabilir eşit ve özgür bir dünya ve Türkiye isteyen yazarların da kendi okurlarını, kendi dayanışma ağlarını geliştirmeleri yaygınlaştırmaları önemlidir. Bu konuda yapılan tartışma ve fikir alışverişleri diğer kültür sanat alanlarında olduğu gibi edebiyat alanında da sermayenin kuyruğundaki belirleyici otoritelerin dışında güçlerini birleştirerek hem kendi mecralarını yaratmaya hem de okuru toplumcu gerçekçi içeriklere doğru çekmeye, yani bu alandan da “başka bir sanat ve edebiyat mümkün” diyen bir sesi koro halinde yükseltmek kaçınılmaz olmuştur. Yerel yönetimler bu konuda yazar ve sanatçılara önemli avantajlar sağlayabiliyor. İktidar yanlısı ve kayyum belediyeleri saymazsak sosyal demokrat ve Kürt yurtsever iradeli belediyelerin düzenlediği, içinde söyleşi ve panel etkinliklerinin yer aldığı kitap festivalleri, piyasacı edebiyatın merkezine karşı olarak ayakta durmak açısından önemli avantajlar sağlıyor.
Toplumsal sorumluluk bilinciyle de hareket eden sol tandanslı bazı yayıncıların dağıtım ve satış anlamında kooperatifleşmesi, kimi yazar ve yazar gruplarının bir araya gelerek kitap söyleşi ve imza günleri düzenlemesi bu alanda gelecek açısından daha umutlu ve kararlı olmamızı sağlıyor. Örneğin daha yeni olarak geçtiğimiz bir günde (27 Kasım 2021) İstanbul, Ankara, Antalya ve Bolu’dan gelerek toplanan yedi kişilik bir yazar grubu Kadıköy Belediyesi Barış Manço Kültür Merkezi’nde böylesi bir etkinlik düzenledi. Yazarların ortak yanları özellikle 12 Eylül yılları ve 12 Eylül ikliminin hâkim olduğu süreçlerde gözaltı, işkence ve uzun hapis hayatı yaşamış olmalarıydı. İmza ve söyleşi etkinliği için belediyeden izin alıp duyuru ve afiş çalışmalarını da yine kendileri yapmıştı.
Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi’nde benim de içinde yer aldığım etkinliğin kimi şair, kimi hem yazar hem gazeteci olan yazarları Namık Cibaroğlu, Süleyman Altunoğlu, İsa Balcı, Rıza Tekin, Baki Altın, Şeref Özkurede’den oluşuyordu.
O gün yani 27 Kasım Cumartesi günü etkinlik saati geldiğinde Barış Manço Kültür Merkezi’nin önü ve etkinliğin yapıldığı kafeterya alanı yoğun bir şekilde dolmaya başladı. Bir araya gelmek, birlikte çalışmak her yazarın okurlarının diğer yazarların okurlarıyla tanışıp kaynaşması da çok farklı bir sinerji oluşturdu. Salt işçiler-emekçiler, kadınlar değil iyi bir dünya için yazmayı ilke edinmiş kalem emekçileri; yazarlar, editörler, gazeteciler de birlikte güçlü. Ve dayanışma güç verdiği gibi güven ve cesaret de kazandırır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.