Almanya gibi her açıdan titizlikle yapılandırılmış, insanların neredeyse ruhlarının-duygularının dahi kumanda edildiği bir ülkede, binlerce insanın sokağa döküldüğü günlerin ardından, ‘bu kıyım sistemine karşı birlikte olalım’ çağrıları gerçekten de basite alınacak çağrılar değil
Hapsedilmeyi yaşayanlar bilir.
Büyük bir gökyüzü parçasını yakalayabilmek için, canı gider insanın.
Canı gider insanın, upuzuuun bir sokakta saymadığı-sınırsız adımları atabilmek için.
İnsanların arasında kaybolmak için, canı gider insanın…
Ve “bir gün bunları yapabilirsem, ölsem de gam yemem” denilir.
Sonra çıkılır, bütün bunlar yapılabilir hale gelir, başka bir hayat başlar.
Elimde posta kutusundan yeni çıkardığım bir zarf. İçerisinde yirmiyi aşkın tutsak mektubu.
Karikatürler çizmişler. El işleri yapmışlar. Bu diyarlardan kendileriyle dayanışma içerisinde olanlara hediyeler göndermişler ve dışarıdaki tüketim kültürünü gayet iyi takip ettikleri için şu kartı hazırlamışlar:
“Direnerek üretiyor, üreterek direniyoruz. Kendimizi tecrite ezdirmiyoruz!..”
***
Biz! Dışarıdakiler!
Bir yanımızda, zaten kapitalizmin atomize ettiği yaşamların üzerine eklenen dijital dünyanın etkisi altındaki düşüncelerimiz, paylaşımlarımız. Bozulan algılarımız.
Hem de dünyanın yaklaşık üçte ikisi, teknolojinin bu yüzüyle neredeyse henüz hiç tanışamamışken!
Biz! Dışarıdakiler!
Diğer yanımızda, pandemi yönetiminin çetrefilliliği. “Sürü bağışıklığı” diye diye, “aç-kapat” dünyasını kendi uzun vadeli planları içerisinde bir fren mekanizmasına çeviren egemenler.
Ve tabiî ki öncesinde “buna nasıl alışacağız” sorusunu soran, şimdi ise artık kanıksamayı yeğleyen bir psikolojik savunma yaygınlığı…
Biz! Dışarıdakiler!
Ve “sokaklar bizim” demeye devam edenler!
Almanya’daki seçimler öncesinde ve nihayetlenmiş olan koalisyon görüşmeleri sürecinde gerçekleştirilen eylemler biliniyor.
İklim Grevleri, kira artışlarına yönelik protestolar, göçmenlerin açıkça ölüme terk edilmesini ve savaşları-işgalleri-katliamları kınayan eylemler bir şekilde devam etmekte.
4 Aralık tarihinde de insanların barınma problemlerinin dile getirildiği yeni bir eylem organize edildi. Yaz sürecinde, tam da seçimler öncesinde binlerce insanın katılım sağladığı bu eylemler, “Yürüdüler de ne oldu?”ya dönüşmesin diye, daha nitelikli eylemler planlanmaya başladı.
Bu planlamalar, eylemleri organize edenler için de eylemlere katılanlar için de yeni bir aşama. Yaşayarak göreceğimiz ancak sokaklardan asla vazgeçmememiz gereken bir aşama.
Şu anda bunları, bir “perspektif arayışı-sunumu” olarak değil, büyük bir coşku ve umutla aktarıyorum. Bütün gün içimde bana eşlik eden, Kızılırmak’ın o güzel parçasının hayattaki yankısıyla yazıyorum: “Dünya bizim\ Bizim bizim bizim bu dünya\ Yine akmalı\ Bu duvarlardan karışmalı hayata\ Sokaklar bizim.”
***
Gerek DKP (Komünist Partisi), gerek MLPD (Marksist Leninist Parti), gerek ARAG (Antifaşist Devrimci Eylem Gießen) gerekse farklı kurumların çatısı altında yürüyenlerin hepsinin söylediği ortak bir şey vardı:
“Barınma hakkının gasp edilmesi bir sistem sorunudur, sınıfsal bir problemdir. Bu problemi yaratan emperyalist-kapitalist sistemdir. ‘Kamulaştırma’ olarak sunulan ‘devlet kamulaştırması’ alternatifi, sosyal devlet kavramının köküne kadar kazınması hamleleriyle koca bir alternatifsizliğe dönüşmüştür. Ve bu ülkede artık gerçekten de konut-barınma sorunu yakıcı bir problem haline gelmiştir. Reformist taleplerimiz, mücadelemizin aralıksız olarak sürmesi ve ivmelenmesi için çıkmamız gereken olmazsa olmaz basamaklardır. Tüm problemler gibi, bu problemi de hayatlarının tam göbeğinde yaşayanlarla ortak ve gerçek bir isyanla haykırabilmemiz için çıkmamız gereken basamaklardır.”
Bu perspektifle, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında tarumar edilmiş, Hitler döneminde faşizme karşı mücadelede ağır bedeller ödemiş bir şehir olan Gießen şehrinde, daha öncesinde “Sosyal Konutlar” statüsünde yapılandırılan, ardından adım adım şehrin en lüks semtleri haline getirilen binaların bulunduğu sokaklarda yürünüldü.
Ve bu sokaklarda, sokaklar gerçekten de bizimdi!
İçerisinde oturanlar tarafından “Kulturgut WG” olarak adlandırılan, ortak kira ödenerek yaşama kültürünün sürdürüldüğü bir binanın önünde duruldu. Bu binada oturanlar, kendi fotoğraflarını bir pankart haline getirdiler. Bina, eski olduğu gerekçesiyle boşaltılmak isteniyor. Ardından onarımı yapılacak ve daha yüksek bir kira karşılığında, kat kat tekrar kiraya verilecek. Bina sahibi bu onarımı üstlenebilecek durumda değilse, şehir belediyesi binanın başka bir ele aktarılmasına aracılık edecek.
Bu binada oturanların neredeyse hepsi kültür-sanat-eğitim ve diğer alanlarda mesleki eğitim gören ya da eğitimini tamamlamış insanlar. Ve burada, evsiz kalan insanların geçici olarak misafir edildiği kolektif bir yaşam da var. Bu insanlar, evlerinin penceresinden basın açıklaması yaptılar. Ve biz eylemdeyken, aslında onların gerçek-hayati eylemine destek vermiş olduk. Bizlere, iki yıldır verdikleri hukuki mücadeleyi aktardılar. Ve düşüncelerini özetle şöyle dile getirdiler:
“Bu hukuki mücadelemizi kazanamayabiliriz. Onca emekle kazandığımız bu kolektif yaşamı kaybetme tehlikesiyle yüz yüzeyiz. Ancak her ev için mücadele edilmeli ve sonuna dek direnilmeli. Sağlık, barınma, eğitim gibi en temel insani haklarımız dahi kâr döngüsüne peşkeş çekilmiştir. Hayatımız altüst edilerek sırtımıza yüklenen krizin bedelini biz ödemeyeceğiz. Sistem, krizinin bedelini bizim sırtımıza yüklemeye devam edecek. Biz de buna karşı direnmeye devam edeceğiz. Bunu unutmadığımız sürece, evsiz kalmayız. Dayanışırız ve dayanışma hepimizi yaşatır…”
Tam bu anlarda, belki de 40-50 yıldır aynı sokakta konaklayan insanlar camlara çıktılar. Sol yumruklarını havaya kaldırarak bizi selamladılar. Sloganlara alkışlarla eşlik ettiler.
***
Sloganlarla yürüdük, başka bir sokağa geçtik ve başka bir binanın önünde durduk.
Aynı şekilde hukuki bir mücadeleye giren ve bu mücadeleyi kaybeden bir kiracılar gurubu temsilcisi, tam da daha bu yılın başına dek oturmakta oldukları bu binanın hikâyesini anlattı.
Sabırla ve muazzam bir emekle korumaya çalıştıkları, ağırlıklı olarak evsiz öğrencilere kapılarını açabildikleri bu ortak yaşam alanı küt diye ellerinden alınmıştı. “Evi boşaltacaksınız” dendiği andan itibaren çıktıkları bu yolculukta ne kiracılar derneğinin ne avukatların ne de yasaların hükmünün kalmayışının tanıklığını yapmışlardı. Nihayetinde, konut tekellerinin en ücra köşelere dek göz diktiği bir konut sistemine tamamen geçilme aşamasında olunduğunu netleştirdiklerini aktardı. Çok ama çok üzgündü.
Bu sokakta ikâmet eden insanlar da durumdan haberdardı. Onlar da kapılarının önüne çıkıp eylemimize destek verdiler.
Böylesi hukuki mücadelelere tanıklık etmiş yüzlerce binadan ikisini daha ziyaret ettik. Bu binaların önünde de direk içerisinde yaşamış olanlar tarafından birer basın açıklaması yapıldı.
Eylem ete-kemiğe büründü!
Ve bu sokaklarda, gerçekten ama gerçekten de sokaklar bizimdi!
***
Önümüzdeki günlerde Berlin’de yapılacak olan merkezi eylem ise bir “yas günü” olarak tanımlandı. Bu eyleme, kira artışlarına karşı yürüyüş yapan tüm kurumlar katılım sağlayacaklar. Davetiyelerinin içeriği ise şöyle:
“Son yıllardaki yaralarımız ve kayıplarımız çok büyük. İnsanlar bu ülkede evlerini kaybederken, sınırdaki komşularımız ise hayatlarını kaybetmekte. Devlet şiddeti, savaşlar her yerde hüküm sürmeye devam ediyor. Acımız ve öfkemiz büyük. Ancak çaresiz değiliz. Birlikte olursak bir şeyler değiştirebiliriz. Kapitalizm bir kader değildir. Ve bu insanlık kıyımına karşı acımız da öfkemiz de dinmeyecektir.”
Almanya gibi her açıdan titizlikle yapılandırılmış, insanların neredeyse ruhlarının-duygularının dahi kumanda edildiği bir ülkede, binlerce insanın sokağa döküldüğü günlerin ardından, ‘bu kıyım sistemine karşı birlikte olalım’ çağrıları gerçekten de basite alınacak çağrılar değil.
Bu eylemlere katılan kesime baktığımızda 70’li yıllarda meslekten men cezası alanlardan son yıllarda gözaltına alınanlara, arkadaşları hapishanede olanlara dek devlet tokadını bir şekilde tatmış insanları görüyoruz.
Adaletin, hak-hukukun, suç-ceza kavramlarının devletlerin çıkarları doğrultusunda yerlerde süründürüldüğü, çöp edildiği bir dünya gerçekliğindeyiz. Bu yeni değil ancak boyutu çok ama çok farklılaştı.
Sokağa dökülen insanların büyük bir çoğunluğu bu yeni aşamanın farkındalar.
***
Bizler! Dışarıdakiler!
Dünyanın neresinde olursak olalım, olduğumuz yer hapishane değil, dışarıdayız! Ve hepimizin ortak noktası, şah damarımız UNUTMAMAK! Avrupalı, Amerikalı, Afrikalı, Asyalı… Alman, Fransız, Kürt, Türk, Ermeni, Arap… Hangi kıtada, hangi milliyetten olursak olalım, şah damarımız UNUTMAMAK!
Unutmamak, unutturmamak için sokaklarda olduğumuz müddetçe; SOKAKLAR BİZİM!
Pablo Neruda’nın şu kısa ifadesiyle insanlık tarihini tercüme etmeyi elden bırakmayalım ve umutla, dirençle, sevgiyle kalalım: “Düştükleri yere ağıt yakmıyorum… size koşuyorum yaşayanlara… sizden önce ölenler de oldu hatırında mı?”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.