Kimse bizden neoliberalizm kendi ağırlığı altında yıkılırken iktidarın içine battığı çöküntü ve yozlaşmayı göstererek övgüler düzülmesine, ölen neoliberalizmin “badem gözlü” gösterilmesine göz yummamızı beklemesin. Neoliberalizmin çürüyen ölüsü yıkanarak diriltilemez. Ayrıca ölüyü fazla yıkamamakta da yarar var
Türkiye halkını dehşet içinde yarın kaygısına düşüren bir ekonomik anaforun içerisindeyiz.
İktidarın sözcüleri ve yalakaları herkese sakin olmasını, durumun kontrol altında olduğunu, ne yaptıklarını bildiklerini söylüyorlar.
“Bildikleri” şey her gün değişiyor. Önce faizi düşürüp TL’nin dolar karşısındaki değerinde dampinge giderek emek maliyetini ucuzlatıp Türkiye’yi yabancı sermaye sellerine bastırtacakları “Çin Modeli”ne geçiyorlar; TL’nin dolar karşısındaki değeri aşırı düşüp ithalat zinciri kopunca “ithal ikameci sisteme” geçiyorlar; aynı anda “kurlardaki oynaklıktan mağduriyeti” önlemek adına “Dövize Endeksli Mevduat”la, döviz kurunu “sabit” hale getiriyorlar.
Düzeniçi muhalefetin[1] liderleri ve “kanaat önderleri” ise bütün bu çalkantının iktidarın, “ekonominin kurallarına” uygun olmayan saplantılı politikalarından, liyakatsiz yöneticilerden, israfçılıktan kaynaklandığını ileri sürüyor ve kendilerinin iktidara gelirlerse “ekonominin kurallarına uyacaklarını”, Merkez Bankası ve “tarafsız” olması gereken “kurulların” tarafsızlıklarını güvence altına alacaklarını, devletin lüks harcamalarını ortadan kaldıracaklarını ve böylece krizi önleyeceklerini söylüyorlar.
Herkese tuhaf geleceğinin farkındayım ama bence iktidar sözcüleri gerçek durumu düzeniçi muhalefet’ten daha iyi kavrıyor. Bu yargıya varmamın nedeni, bu zevatın yaşanan çöküş sırasında sarıldıkları kavramların tarihsel anlamları.
Önce kısa bir hatırlatma: Türkiye’de neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının miladı bilindiği gibi 24 Ocak 1980 kararlarıdır. 12 Eylül faşist cuntası bu kararları temel alan bir ekonomik programı, “monetarizmi”, bu yaklaşımın yerli bayiisi Turgut Özal’ın yönetiminde büyük bir zorbalıkla yürürlüğe soktu. Bu sürecin temel adımlarından biri “Sabit Kur” rejiminden “Müdahaleli Dalgalı Kur” rejimine geçişti. Türk Parasını Koruma Kanununda köklü değişiklikler ve kurların Merkez Bankası (yani politik irade) tarafından belirlenmesine son verilmesi bu geçişin kritik unsurlarıydı. Bir başka büyük değişiklik temel piyasaların düzenlenmesine ilişkin kurumsal altyapıda gerçekleştirildi. Türkiye’nin neoliberalizmin uluslararası kurumsal altyapısına ve “hukukuna” entegrasyonunu sağlamak için Merkez Bankası siyasi otoriteden bağımsız hale getirildi ve ekonomik hayatın düzenleyici merkezlerine özerk “Kurullar” yerleştirildi. Bu adımlarla birlikte yürütülen şiddetli bir sınıf saldırısı ile “ithal ikameci sanayileşme” politikasının yerine “ihracata dayalı sanayileşme” politikası geçirildi. Türkiye’nin neoliberal yeni sömürge kapitalizminin inşaasında bu adımlar “niteliksel” önem taşıdılar.
Şimdi iktidar sözcüleri faizleri düşürüp doları uçuşa geçirdiklerinde, halkı yatıştırmak için bir çırpıda “ithal ikameci sanayileşme”ye geçiyorlar; dolarizasyon fırtınasını durdurmak amacıyla döviz mevduatı sahiplerini paraya boğmak için hazineyi boşaltırlarken “kuru sabitliyorlar”; ve bütün bunları yaparken “özerk kurullar”ın tamamını Saray’a bağlayıp “millileştiriyorlar”. Tabii ki gerçekte ne “ithal ikameci sanayileşme”ye geçiliyor, ne “kur sabitleniyor” ve ne de ekonomik hayatın düzenleyici merkezleri “millileştiriliyor”. Bunların hepsi “söylem”. Ama iktidar sahiplerinin bu söylemi, karşı karşıya oldukları muazzam ekonomik yıkımı durdurmak için izledikleri politikaları, neoliberalizmin temel direklerini ortadan kaldıran hamleler olarak sunuyor. Böylece dolaylı olarak çok önemli bir itirafta bulunmuş oluyorlar: Neoliberalizm iflas etmiştir! Türkiye ekonomisinin sürekliliği, neoliberalizmin temel çerçevesi içinde kalınarak sağlanamaz!
Düzeniçi muhalefetin lider ve sözcüleri ise, neoliberalizmin çöküşünü gizleyen, yaşanan ekonomik yıkımın neoliberal sömürge kapitalizminin “yozlaştırılmasından” kaynaklandığını iddia eden ve “onarılabilir”, “toparlanabilir” hatta onarılması ve toparlanması gereken bir sistem olarak kabul eden bir söylemi benimsiyor. Bu söylemlerin ima ettiği “hakikat”in gerçekle bir ilgisi yok. Halkın AKP-MHP koalisyonunun süfli faşizminden ve yağmacılığından bıkkınlığını öne çıkarıp müesses nizamı kurtarma “uyanıklığı”.
Benim kuşağım, neoliberalizmin yolunun taşlarının, Özal ve şürekasının “ekonominin kuralları var ve bunları biz biliyoruz”, “ekonomi kumanda kabul etmez”, “ekonominin depolitize edilmesi lazım” söylemleriyle döşenmeye başlamasına tanıklık etti. Şimdi kimse bizden neoliberalizm kendi ağırlığı altında yıkılırken iktidarın içine battığı çöküntü ve yozlaşmayı göstererek övgüler düzülmesine, ölen neoliberalizmin “badem gözlü” gösterilmesine göz yummamızı beklemesin. Neoliberalizmin çürüyen ölüsü yıkanarak diriltilemez. Ayrıca ölüyü fazla yıkamamakta da yarar var.
Şimdi neoliberalizmle birlikte ölen sömürge kapitalizminin yıkımını ilan etmeliyiz. “Sürdürülebilir”, ”verimli” bir ekonominin ancak temel toplumsal hizmetlerin ve yaşamsal toplumsal gereksinimlerin üretiminin özel mülkiyetten arındırılması ve toplumun demokratik yönetimi altında kamulaştırılmasıyla inşaa edilebileceğini savunmalıyız. Neoliberal iflasın tek akılcı alternatifinin sosyalizm olduğunu savunmalıyız.
[1] Tasviri metinlerde, “Düzeniçi Muhalefet” için son zamanlarda daha “tarafsız” bir ifade olarak “Anaakım muhalefet” kavramını kullanabiliyoruz. Ancak bu kavramlaştırma muhalefeti “ana mecra” ve “yan dallar” olarak sınıflandırıyor ve daha baştan düzenin hegemonyasını kabulleniyor. Bu nedenle, devrimci bir politik analiz çerçevesi açısından muhalefeti “Düzeniçi” ve “Düzendışı” olarak sınıflandırmak daha uygun. Böylece farklı muhalefet odakları karşısındaki eleştirel pozisyonumuzu, bunlar arasındaki ilişkilere karşı yaklaşımımızı daha doğru kurabiliriz. Birisi düzendışı muhalefetin bir unsurunun “anaakım muhalefete katılması”nı önerdiğinde bunun gerçekte “müesses nizamın bir parçası olma”, “düzeniçi” bir konuma doğru hareketlenme önerisi olduğunu anlamalıyız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.