Dolar kuru haftaya yine hızlı bir yükselişle başladı. Merkez Bankası’nın doğrudan satış yoluyla kura müdahalesinin ardından 16,40 seviyesine kadar gerileyen dolar kuru, haftaya 17,50 seviyesinde başladı. TL’nin bile isteye hızla değersizleştirilmesi hem sermaye fraksiyonları arası hem de emek düşmanı bir sınıf savaşı içinde anlam kazanıyor
Dolar kuru haftaya yine hızlı bir yükselişle başladı. Geçtiğimiz hafta Merkez Bankası’nın Para Politikaları Kurulu’nun faiz indirimi kararı sonrasında dolar kurunun yükselişe geçmesinin ardından Merkez Bankası, doğrudan satış yoluyla kura müdahale etmiş, hafta sonundan önce 17 liranın üzerine çıkan dolar kuru, müdahale sonrası 16,40 seviyesine kadar gerilemişti.
Ancak hafta başında piyasaların açılmasıyla birlikte dolar kuru da yükseliş ivmesi yakaladı. Dolar kuru sabah saatlerinde 17,50 seviyesine kadar çıktı. Kısa süre önce yapılan müdahalenin etkisinin kısa sürdüğü görüldü. Dolar 17,50 TL’yi geçerken avro 20 TL’ye dayandı, altının gramı 1000 TL’yi geçti.
Fed’in faiz artıracağı yönündeki beklenti, Merkez Bankası’nın faiz kararı öncesinde de dolar kurunda bir artışa sebep olmuştu. Türkiye özelinde bir dinamikten ziyade bu beklenti küresel piyasalarda dolar kurunun yükselişine sebep oldu. Ancak dünya genelinde faizler artırılırken Türkiye’de faiz indirimine gidilmesi ve dolar kurundaki yüksek dalgalanmanın getirdiği öngörülemezlik Türkiye’den sermaye çıkışında etkili oluyor.
Fed’in Mart ayından sonra faiz artırımına gideceği yönündeki beklenti, döviz kurundaki yükselişin sürmesi yönünde küresel bir dinamik olarak da sürecek.
Bir süredir faiz kararları ekseninde gündeme gelen ekonomi yönetimi temelde iki sermaye fraksiyonu ve onların siyasal temsiliyetlerini üstlenmeye çalışan aktörler arasındaki gerilimde şekilleniyor. TÜSİAD ve çevresindeki geleneksel tekelci sermaye gruplarının kapitalist sistem içerisindeki rolü yüksek katma değerli üretim ve finans alanı olduğu için yüksek faiz istemekteler. Sanayileri ithalata daha fazla bağımlı olduğundan döviz kurundaki yükseliş bu gruplar açısından daha yıkıcı oluyor. Kredi ihtiyaçları büyük miktarlar olan bu grupların borçlanma kanalları zaten iç piyasadaki bankalardan ziyade küresel kredi ağları olduğundan Türkiye’deki faizin düşürülmesi kendileri açısından ciddi bir fayda da sağlamıyor. Aynı şekilde finans alanında da etkili olan bu gruplar için faizin düşmesi finansal kâr marjlarının düşmesini de getiriyor.
Diğer taraftan küçük ve orta ölçekli sanayiciler, inşaat sermayesi, ihracat odaklı üreticiler içinse sermaye yetersizliği daha büyük bir sorun. Sermayenin bu grubunun çıkarları kredi olanaklarının genişlemesi ve ucuzlamasıyla örtüştüğünden faiz indiriminin bu grupların çıkarlarını esas alarak yapıldığı söylenebilir. Ancak birkaç ay öncesine kadar faiz indirimini desteklediği halde bugünlerde itiraz eden TOBB ve İstanbul Sanayi Odası gibi odakların piyasanın öngörülemez oluşuyla ilgili bir problemi var. Dolar kurundaki yüksek dalgalanma ve fiyatlama konusundaki belirsizlik ihracatçı sanayicileri de son dönemde endişelendiriyor.
Sermaye fraksiyonları içindeki çatışmanın yanı sıra sermaye ile işçi sınıfı arasındaki çatışma da dönemin atmosferini belirliyor. Doların yükselişi ücretli kesimlerin her geçen gün yoksullaşmasını getirirken dolara yatırım yapabilecek sermayedarların da servetlerinin katlanmasını sağlıyor. Döviz kurundaki artış enflasyonu tetikleyip ücretleri eritirken bir yandan sömürü oranlarını artırıp emekçi sınıfları yoksulluğa itiyor, bir yandan da finansal araçları ellerinde bulunduranların servetini katlayarak muazzam bir servet transferinin aracı haline geliyor.
Sendika.Org