Her yan yana gelişimizde yaşadığımız sorunların ortak olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Aileye sıkıştırılmış hayatlar, yaşam arzumuzu elimizden almaya çalışan adamlar, elinde sopası ile dolanan tarikatlar, rejimler ve birbiri için mücadele eden kadınlar
Bir ses çınlıyor kulaklarımızda, Ortadoğu halklarının özgürlük mücadelesinin sesi. Bu ses Afganistan’dan Türkiye’ye doğru bir yolculukla iletiliyor bizlere. Tarihinin en kanlı dinci gerici örgütlerinden biri olan Taliban’ın emperyalist güçlerin isteği ile tekrar iktidara geçirilmesini hep birlikte izledik. Bu iktidar tek başına dinci gerici, sömürgeci ve işbirlikçi değil. En çok öne çıkan yönü kadınlara yönelik düşmanca tavrı… Molla Muhammed Ömer tarafından 1994’de kurulduğu bilinen, şeriatı kendi mezhepleri çerçevesinde uygulayan Taliban örgütü yıllardır pek çok Afganistanlının çektiği acıların en büyük sorumlusu. Sovyetlere karşı kurulan bu örgütlenme doğrudan kadınların bedenleri, varoluşları üzerine çeşitli politikaları ile dikkat çekiyordu. Kadınların bedenlerine ve hayatlarına saldırı pek çok erkek iktidarın uyguladığı bir yöntem. Ancak dinci gericilik ile birleşen bu şiddet kadınların nefes alacağı tüm alanları zapturapt altına almış durumda.
Taliban’ın ilk dönemlerinde Afganistan’da etkin olması ile beraber kadınların filmlerde oynaması, def dışında müzik aletinin çalışmasının yasaklanması gibi akıl almaz yasaklar koydu ve kadınları en çok eğitimden yoksun bırakmaya aile içine sıkıştıran politikaları hayata geçirmeye çalıştı. Burka giyme zorunluluğu ya da doktora bile tek başına gidememek kadınların özgürlüğüne dair yakıcı uygulamaların en çok konuşulanları oldu. Afganistan’da ölümden kaçan pek çok göçmen kadın bugün Türkiye başta olmak üzere pek çok ülkede Taliban rejimini teşhir ediyor. Yönetimlere baskı uygulayarak hükümeti tanımamalarını talep ediyor. Tüm bunları talep ederken de kendilerinin de dediği gibi devletlerin “bu koca dünyaya sığdıramadıkları” kadınlar olarak yaşamak için mücadele veriyorlar. Peki bu nasıl bir mücadele ve ne koşullarda sürüyor?
Ankara’da Afganistanlı kadınlarla bir araya geldiğimizde, kahve içip dertleşmeye başladığımız anda gerçek anlamda sınırların, başka ülkelerde büyümüş olmanın görünmezleştiğini farkediyoruz. Afganistanlı bir kadının kocasından boşanmak için verdiği mücadele Türkiye’de kocasından boşanmak isteyen bir kadının verdiği mücadeleden çok da farklı değil. Özellikle dinci gericiliğin hakim olduğu iki ülkede de kadınlar aile içerisinde bir anlam ifade ediyorlar. Bir aileye ait olmayan kadın eksik, tamamlanmamış olarak görülüyor. Bu nedenle de makbul kadın sınırlarını aşıp ailenin dışında özne olarak varlığını tartıştığı anda üzerine biniveriyorlar. “Ayıp, günah, çocuklarınız var, tek başına yapamazsın, seni başkaları etkilemiş” vs.
Farklılıklarımız bizi ayırmaktan öte güçlendirirken aynılıklarımız ise görünmez bir bağ kurmamızı sağlıyor. Size bir Afganistanlı kadından bahsedeceğim: Leyla tıp fakültesine büyük zorluklarla girmiş, okurken kuzeni ile zorla evlendirilmiş. Okulu tamamlamaması için kocası tarafından işkence görmüş. Bu işkencelere dayanamayıp intihara kalkışmış ve bu olay sonrası okulunu bitirmesine “izin verilmiş” bir kadın. Kızını okula göndermesine izin vermeyen kocası ile mücadele eden ve mühendislik fakültesine kızını gönderen bu kadın 21 sene sonra kendisine türlü biçimlerde şiddet uygulayan kocasını boşama kararı almış. Ölümden korktuğu için uzaklaştırma kararı aldırmış ve adam çocukları elinden almakla tehdit ediyor. Ne kadar tanıdık değil mi?
Her yan yana gelişimizde yaşadığımız sorunların ortak olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Aileye sıkıştırılmış hayatlar, yaşam arzumuzu elimizden almaya çalışan adamlar, elinde sopası ile dolanan tarikatlar, rejimler ve birbiri için mücadele eden kadınlar. Doğdukları topraklardan ölmemek için ayrıldıkları Türkiye’ye geldiklerinde de kolay bir hayat karşılamamış Afganistanlı kadınları. Dil bilmemek, mesleklerini kaybetmek, kadın oldukları için kolayca iş bulamamak, ev içerisine hapsedilen birden çok yaşam. Kısacası ülkelerindeki şiddetin kaynağını işaret ettikleri ve ayrıca bu şiddet karşısında verdikleri çok güçlü yaşam mücadeleleri var. Bu mücadeleyi anlatırken hala Afganistan’da yaşayan kadınların, kız çocuklarının, halkların içinde taşıdıkları kaygıyı hissedebiliyoruz. “Biz kurtulmadık aslında, dünyanın gözü önünde yaşandı tüm bu vahşet ve yaşanmaya devam ediyor. Sosyal medyadan takip ettiklerinizden daha korkunç şeyler oluyor. Memleketimiz mahvoldu, vahşet yaşanıyor coğrafyamızda. Kadınlar başlarına neler geleceğini bilmiyorlar, bu bilinmez korkuyla yaşamayı hissedebilir misiniz?”
Bugün bu coğrafyada dinci gericiliğe karşı verilen mücadele feminist bir mücadeledir. Bu mücadele artık iki taraf bırakmıştır: Taliban’ı tanıyan, saraylarında misafir eden, dinci gerici hatta çocuk istismarcısı vakıflara para aktaran, kadınlara değil Diyanet’e bütçe ayıran, Nadira Kadirova’yı, Yeldana Kaharman’ı, Ula Kerem’i öldüren Saray rejimi ve kadınlar…
Düşman aynı… Şili’den Arjantin’e, Afganistan’dan İran’a, Polonya’dan Türkiye’ye sınırları aşan bir özsavunma hikayesi bu. Kadınların yaşamlarını savunma hikayesi. Dinci gericiliğe karşı mücadele etmeli ve göçmen, mülteci kadınların sesine kulak vermeliyiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.