Eğitim şuralarını giderek anti-demokratik bir yapıda örgütleyerek eğitimde büyük bir enkaz yaratan piyasacı ve gerici politikalarını meşrulaştırmak için kullanan Saray’ın bu orta oyununa dahil olmamalıyız. “Halkın eğitim hakkı” üst mottosu ile, eğitimle ilgili tüm kesimleri kucaklayan ve eğitim sorunlarımızı tartışan, bu tartışmalardan süzülen görüşlerin sokak ayağını da planlayan bir çalıştay örgütlemeliyiz
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) yine sarayın inayeti ve himmetiyle 1-3 Aralık tarihlerinde “Şura” adı altında ortaoyunu düzenliyor. Bu Şura’ya gelirken AKP iktidarının eğitim alanında yaptıklarına dair birkaç şeyi hatırlamak gerekiyor.
19 yıllık iktidar sürecinde kamusal eğitimi ve öğretmenleri değersizleştiren, halkın vergileriyle yapılan ve hizmetleri sürdürülen devlet okulları arasında nitelikli niteliksiz ayrımı yaratan, tarikat ve cemaat yurtlarındaki tacizleri ve tecavüzleri “bir kereden bir şey olmaz” söylemleriyle defalarca aklayan, bu tarikat ve vakıflara devletin anayasal görevi olan eğitim görevlerini devreden, yüzbinlerce mezun öğretmenin atamasını yapmayıp, üniversitelerden mezun olan ve öğretmenlik hakkı kazanan onlarca öğretmeni atamasını yapmayarak ya da sınavları yüksek başarı ile kazananları mülakatlarda eleyerek, açık bir adaletsizlikle onlara anayasal çalışma hakkını vermeyerek intihara sürükleyen saray iktidarıdır.
Kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen ve bütün itirazlara rağmen kavgalarla meclisten geçirilen eğitim yasalarıyla eğitimdeki dinselleşmeyi artıran, kesintisiz olan eğitim kesintili hale getirerek çocuk yaşta evlilik yoluyla çocuk istismarına yol veren ve meslek liselerindeki öğrencilerin staj adı altında “esnek” şartlarda çalıştırılmaları yoluyla emek sömürüsünü artıran saray iktidarıdır.
Üniversitelerden toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin dersleri kaldıran, toplumun cinsiyet eşitliği konusunda bilinçlenmemesi yolunda çaba harcayan, yanı sıra kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan bu yolla kadınların daha çok şiddete uğramasına yol açan yine saray iktidarıdır.
On binlerce eğitim ve bilim emekçisini haksız, hukuksuz, kanıtsız, keyfi bir şekilde görevlerinden uzaklaştıran, yıllarca görevine iade etmeyen, “bu suça ortak olmayacağız” diyen Barış Akademisyenlerini de üniversitelerden kopararak ülkenin akademik ve bilim ortamını çölleştiren, eğitim ve bilim alanındaki baskıcı ve antidemokratik uygulamaları halen ısrarla sürdüren yine saray iktidarıdır.
AKP’nin uyguladığı neoliberal yıkım politikaları sonucunda ortaya çıkan eşitsizlikler, mekânsal bölünme üzerinden kendisini somut olarak göstermektedir. Mekânsal bölünme ile ayrışan varsıl ve yoksul mekanlardaki yaşam standartları arasındaki farklılıklar okullarda sunulan eğitimden eşit şekilde yararlanmayı engellemektedir. Uyguladığı ekonomik politikalarla bu eşitsizlikleri üreten, yarışmanın esas olduğu merkezi sınav temelli eğitim siteminde yoksul bölge okullarında kıt kaynaklarla eğitim hizmeti alan öğrenciler geride kalmaya iktidar eliyle zorlayan bizzat saray iktidarıdır.
Bütün bunların üzerine 19 yıl yeterince okul yapmayıp pandemi sürecinde bir taraftan sosyal mesafe diye bağırıp çağıran iktidar öte yandan ortalama 35-40 kişilik kalabalık sınıflarda ikişer kişilik sıralarda eğitimi hem öğrencilere hem de öğretmenlere dayatmıştır. Bu dayatma süreci sonucunda onlarca öğretmen pandemi nedeniyle hayatlarını kaybetmiştir.
Yata yata para kazanıyorlar diye hedef haline getirdiği, değersizleştirdiği, düşük ücrete mahkûm ettiği öğretmenler üzerinde il ve ilçe teşkilatları aracılığıyla parti ve tarikat militanları gibi davranan hiçbir kural, insan hakkı tanımayan yöneticileri atayan yine saray iktidarıdır.
MEB en son 2014 düzenlediği şura oyununu 7 yılın sonunda Aralık 2021 başlarında yeniden sahneleyeceğini Eylül ayının ortalarında duyurdu. Üstüne üstlük öncekilerin kötü bir kopyası bile olamayacak bir Şura şeklinde. Sonuncusunu 2-6 Aralık 2014 yaptığı ve piyasacı eğitim anlayışını dinci geri içerikte soslayarak sunduğu bu Şura’da alınan kararlar yandaş sendika Eğitim Bir Sen ve ona payandalık yapan kimi sendikaların marifetiyle günümüzde eğitimin sorunlarının daha da katlandığı şekliyle önümüzde durmakta. Kendisinin “mühendistik zekasının” MEB’de nasıl ‘işe yaradığını’ kamuoyunda çıkan haberlerde öğrendiğimiz Bakan Mahmut Özer’in Şura’nın ana başlığının “Eğitimde Fırsat Eşitliği” olarak sunması ise neoliberalizmin eğitim alanında doludizgin olarak sürdürüldüğünün önemli bir göstergesi. Fırsat gibi ayrıcalıklı, sürekliliği olan değil istisnai bir durumu ifade eden kavramla ilişkilendirmesi kamunun tasfiyesiyle, eğitimin bir hak olmaktan çıkarıp para ile alınıp satılan bir niteliğe büründüren neoliberal politikaları doludizgin uyguladıklarını açıkça göstergesi olan bu durum sorunun kaynağını net olarak göstermektedir.
MEB’in yirmincisini yapmayı ilan ettiği Şura’nın önceki eğitim şuralarından gerek katılım gerek organizasyon boyutuyla oldukça farklı olduğunu görmekteyiz. Önceleri Milli Eğitim Şuraları uzun yıllar Millî Eğitim Bakanlığı’nın “en yüksek danışma organı” olarak tanımlanmış ve eğitim eğitimin tarihsel dönemlerinde önemli paya sahip olmuş önemli kurumsal yapılarının başında gelmekteydi. Ancak AKP iktidarı ile birlikte Şura, eğitim sistemimizin sorunlarının çözümüne dönük önerileri eğitimin toplumsal bileşenlerini katarak toplumun tümünü kucaklayan, her kesime açık olması yerine AKP’nin neoliberal yıkım politikalarına eğitimi de dâhil ederek kendi yandaş sendika, tarikatların isteklerini yerine getiren bir süreç olarak işletmiştir. Bunun önemli belgelerinden biri Şura kararları olduğu gibi en az bunun kadar önemli olanı ise Şura yönetmeliklerinde yapılan değişikliklerdir. 1995 yılında çıkarılan şura yönetmeliğinde bileşenlerin şuraya katılım yönteminin nispeten çoğulcu, katılımcı iken AKP’nin iktidar olması ile şura yönetmeliğinin 2006, 2010 yıllarında kısmi değişikliklere uğratılarak şuraya katılımı daraltan, tek tipleştiren değişikliklere uğratılmış 2014 yılında ise yönetmeliğin tamamı değiştirilerek MEB şurası AKP’nin dinci-gerici ve piyasacı eğitim anlayışını yukarıdan aşağı topluma dayatıp dikte ettiren bir manivela haline getirilmiştir.
En son MEB Şura yönetmeliğinde Şura’nın kimlerden ve nasıl oluşturulduğuna baktığımızda 1995 tarihli Şura genel yönetmeliği arasındaki anlayış farkı çok açık olarak kendisini ortaya koymaktadır. 1995 tarihli yönetmelikte şuranın katılımcıları “tabiî üyeler, seçimle gelen üyeler, davetli üyeler ve müşahitlerden” oluşurken, son yönetmelikte Şura üyeleri “tabiî ve davetli üyeler” olarak düzenlenmiştir. Böylelikle çoğulcu katılımın önü kesilerek iktidarının toplumun yukarıdan aşağıya dizayn etmede kamu yarı yerine kendi ideolojik-politik çıkarına uygun bir Şura sürecini işletmeyi hedeflemiştir. Şura’yı oluşturacak bileşenlerin iktidarın MEB tarafından keyfiyetine göre davet edilecek kişi ve kurumlardan oluşturulması bu Şura’nın gerçek anlamda eğitimin sorunları ve çözüm önerilerinin gerçekleştirildiği bir süreç değil tamamen iktidarın kendi ideolojik-politik tercihlerine uygun bir süreç olarak işleteceğinin açık ilanıdır. Yine bu yönetmelikte tabiî üye statüsü sadece TBMM Milli Eğitim Komisyonu üyeleri ve bakanlık üst bürokratlarına verilmiş TRT, RTÜK, ÖSYM; DPT, Atatürk Araştırma Merkezi, Tarih ve Dil Kurumları vb. kurumların doğal üyelikleri sonlandırılmıştır. En önemlisi ise “Bakanlık, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler ile yurtiçi ve yurtdışından meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, basın ve yayın kuruluşları, öğrenci ve veli temsilcileri ile eğitim alanında Şura konusuyla ilgili çalışmalarıyla tanınmış uzmanlar arasından Genel Sekreterlikçe belirlenerek Bakan onayına sunulur” denilerek şuraya davet edilecekleri onayını bakanlığa bırakılmasıyla AKP’nin çevresindeki cemaat ve tarikatların kendi içinde yapacağı yani MEB’in kendisinin çalıp kendisinin oynadığı bir orta oyununa dönüştürülmüştür.
Bunlar ışığında altında Saray’ın gün geçtikçe halk nezdinde yaşadığı meşruiyet kaybının ve krizinin üzerini örtmeye dönük manevralarından ve meşruiyet araçlarından biri olacak bu ‘şura’ için yapılması gerekenleri kısa ve orta vadeli bir plan dahilinde şu şekilde ele almak gerekir:
Kısa vadeli olarak, ülkeyi yönetemez hale geldiği, yoksulluk ve yolsuzluğu halka bir kadermiş gibi dayattığı bu günlerde planladığı bu Şura’nın iktidar açısından ne işe yarayacağı, buraya davetli olarak katılacak birkaç tarafsız, alanının uzmanı bilim insanı veya muhalif isimlerin ise burada alınacak kararların meşrulaştırılmasının dışında bir etkisinin olmayacağı, eğitimin gerçek sorunlarının (gerek içerik gerekse istihdam boyutuyla) neler olduğu, iktidarın neler yapmaya çalıştığı, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla eğitimde var olan cinsiyetçi yaklaşımın daha da arttığı, var olan ekonomik eşitsizliğe kadın cinsiyeti açısından eşitsizliğin artarak devam ettiği vb. örnekler üzerinden bir teşhir sürecinin işletilmesi gerekir.
Orta vadeli olarak (Şubat-Mart aylarında) ise “halkın eğitim hakkı” üst mottosu ile bir çalıştay düzenlemeyi hedefleyecek şekilde bir planlama yaparak çalışma yürütmek gerekir. Bu çalıştayı eğitimle ilgili tüm kesimleri kucaklayan ve eğitim sorunlarımızı tartışan, bu tartışmalardan süzülen görüşlerin sokak ayağını da planlayan bir kurgu ile örgütlemek gerekir.
Çalıştay’da ele alınacak konular:
a) Öğretmen yetiştirme politikaları
b) Kamu ve özel sektörde eğitim emekçilerinin istihdamı
c) Eğitim emekçilerinin örgütlenmesi
Eğitim alanında yaşanan çöküş ve çürüme hem bireysel hem de toplumsal düzlemde geleceğimizi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Kökten, ciddi ve kapsamlı bir eğitim seferberliğine girişmeden bu manzaranın palyatif bazı çözümlerle dönüşmesi mümkün görünmemektedir. Bu manzarayı dönüştürmeden de ülkenin ve halkın geleceğinin makûs talihini yenmek olanaklı değildir. Bu nedenle var olan tabloyu kabul etmeyen biz devrimci öğretmenler geçmişten bugüne getirdiğimiz mücadele deneyimi ve birikimimizle AKP’nin ve Saray’ın sahte arayışlarına kapılarını kapatmış, umutlarını gelecek için yeniden tazeleyenlerin umudu olma iddiası ile halkın eğitim hakkı mücadelesi için yolumuza devam ediyoruz. Biliyoruz ki öğrencilerimiz, velilerimiz, atanmadığı için inşaatlarda çalışan, çalışırken hayatını kaybeden, ev işlerine temizliğe giden, atanmayan öğretmen arkadaşlarımız, atanmadığı için kölelik koşullarında özel okullarda ve dershanelerde çalıştırılan öğretmen arkadaşlarımız, haklarında adli idari bir soruşturma olmaksızın işlerinden bir gece yarısı KHK’lar atılan eğitim emekçileri Barış Akademisyenleri ile birlikte bu yol yürüyüşümüzü sürdürüyoruz ve sürdürmeye devam edeceğiz. Yolumuz açık olsun!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.