Zaten onca yol tepmenin, onca zorluğu aşmanın yüklediği yorgunluk, bıkkınlık, bazen travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, kaçış hikâyelerinin yol açtığı hastalıklar, aile baskısı ve öteki nedenler -bunları bir bir saysam rapor yazdığım sanılır herhalde- ciddi bir atalete neden oluyor kadınlarda, bunlara bir de kendini geliştirme, koşullarını iyileştirme konusunda farkındalık eksikliği eklenince kaderlerine razı oluyorlar genelde, öğrenilmiş çaresizlik misali ötesine geçmek akıllarının ucundan geçmiyor. Evet, coğrafya çoğu insan için hem kader hem keder bazen, ama kadınlar için coğrafya bir de içine tıkıldıkları, kurtuluşu çok zor bir hapishane
Bürodan içeriye girerken gözlerini başörtüsüne siliyordu. Yanında biri dört, biri iki yaşında iki çocuk… Büyük olan oğlan hemen koştu, bacaklarıma sarıldı, başladı hiç durmadan konuşmaya. Sürekli gülüyor, dikkatleri hep üzerine toplamak istiyordu.
Sabah Sosyal Bakanlık’tan aramışlar, çalıştığım mülteci kampına bekâr bir anneyi acilen göndereceklerini söylemişlerdi, apar topar aldık Beyda’yı. Asıl ismi bu olmasa da “hüzünlü kadın” anlamına gelen bu adı ona uygun buldum.
Beyda’nınki, öğrendikçe bizi sarsan, bocalatan ama kendi aramızdaki arkadaşlık bağlarını da çok güçlendiren bir hikâye.
Onu bize, geldiği kampın yöneticisi, hemşerisi bir kadın meslektaşım getirdi. Aralarında yakın bir bağ olduğu ve yöneticinin Beyda’yı bize hiç istemeden getirdiği, bir tür sahiplenme içinde olduğu çok açıktı ve bu rekabet havası beni çok rahatsız etti. Sonraki günlerde de bu yöneticinin Beyda’yı tekelinde tutma çabalarına tanık olacak ve hayli sıkıntılar çekecektik.
30’lu yaşlarda, epeyce güzel bir kadın Beyda, bir Ortadoğu ülkesinden; cildi bakımlı, kaşlar belli ki kalıcı makyajla hale yola sokulmuş, kendisinin de çocuklarının da giysileri yeni, tertemiz, renkler birbiriyle uyumlu, başörtüsü sadece gelenek ya da kendini koruma isteğiyle takılmış gibi eğreti duruyor.
Hikayesiyle ilgili olarak başka bir kampta, birlikte yaşadığı erkekten herkesin içinde şiddet gördüğü için bize gönderildiğini, erkeğin çocuklarının babası olmadığını biliyordum sadece. Kampa kabul formundaki soruları, bir an önce bitsin de çekip gideyim dercesine bir aceleyle cevapladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan oğlunu dizginlemeye çalışıyordu. Oğlanın bir şey yaptığı da yoktu aslında, sadece sevimli sevimli konuşuyor, gittiği yuvayı anlatıyordu.
Beyda’nın çocuklarına karşı şefkatli ama onları sürekli zapturapt altında tutma kararlığında bir anne tavrı vardı. Bana en çarpıcı gelen, bir yandan darmaduman olmuş hayatlarına normallik getirmeye çabalarken, öte yandan çocuklarının önünde hiç sakınmadan ağlaması, onlara perişanlığını göstermekten hiç gocunmamasıydı. Bunu sonradan ekip arkadaşlarımla konuşmak üzere defterime not ettim.
Oğlunun hafif otizmli olduğunu anlattı, çocuk bir kaynaştırma yuvasına gidiyordu. Kendisi kalp ameliyatı geçirmiş, kalp kapakçıkları değiştirilmişti, ayrıca başka hastalıkları da vardı. En önemlisi de, şiddet gördüğü erkekten deli gibi korkuyor, fail adresi bildiği için çocuklarını yuvaya götüremiyordu.
Bütün hayatı bir kez daha alt üst olmuştu. Önceki kampında içinde mutfağı ve banyosu olan bir dairede oturuyorken bizim kampta iki küçük çocukla tek bir odaya tıkılmak ve mutfağı başkalarıyla paylaşmak zorundaydı. Çocuklar korkudan annelerinin eteğine yapıştığından her şeyi onlarla birlikte yapıyor, kendi kendisiyle kalabileceği bir dakika bile bulamıyordu.
O gün bize bir mutfak kurup ev yemekleri satmak istediğini anlattı yalnızca. Girişimlere başlamıştı çoktan, ama bir yer tutacak parası olmadığından ancak ufak tefek siparişler alabiliyordu ve kamp ortamında bunları bile yapabilmesi imkansızdı.
Öteki sorularsa sorulmadan kaldı o görüşmede. Örneğin ülkesinden neden ayrılmak zorunda kaldığını, çocuklarının babasının ya da babalarının onlarla gelip gelmediğini, gelmediyse neden yanlarında olmadığını soramadık. Almanya’ya geldikten sonra bizim kampa varıncaya kadar geçen süre içinde neler yaşadığını da sual edemedik. Bu ve benzer soruların cevaplarını yavaş yavaş, hiç tam tesis edemediğimiz güven ilişkisi arttıkça alacaktık. Bazı cevapları ise hiç alamadık.
Acil bir durum vardı zira. Önce Beyda’yı odasına yerleştirmemiz, yalnız olmadığını hissettirecek adımlar atmamız, bu çabaları ete kemiğe büründürdüğümüzü göstermemiz gerekiyordu. Salt onu psikolojik olarak rahatlatmak değil, koruma altına da almak zorundaydık, bunun için de hukuki ve psikolojik destek elzemdi.
Zaten irtibatta olduğumuz bir kadın kurumuyla hemen ilişkiye geçtik, onlar da hemen ertesi güne randevu verdiler. Yanlarında çevirmen de getireceklerdi, çünkü şirketimizde Arapça bilen tüm çalışanlar erkekti, haklı olarak hiçbir kadın kurumu çok özel bir durum olmadıkça çalışmalarına erkekleri dahil etmek istemiyordu. Aslında Beyda iyi sayılabilecek bir Almancaya sahipti, ama konunun hassasiyeti ve acilliği gereği işi şansa bırakmak istemedik. Erkek şiddeti vakalarında bazen anadildeki tek bir kelime bile onlarca sayfanın anlatamadığını anlatabilirdi.
Beyda’nın gelişkin dil bilgisi bizi şaşırttı; kendi sınırlarını zorlayan, kendisine çizilmiş çerçeveyi aşmak isteyen bir kadın demek ki, diye düşündük. Yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen bu özelliği hem kendisinin hem bizim işimizi kolaylaştıracaktı.
(Ortadoğu ülkelerinden mülteci olarak gelen kadınlarda, yanlarında eşleri ya da aileleri olmadan gelmişlerse bile, özellikle de çocukluysalar, Almanca öğrenmek veya meslek edinmek çoğunlukla eksik kalıyor. Bunun birinci nedeni, çocukların bakım işinin sadece onların üzerinde olması ve çocuklara hemen yuva imkanının yaratılamayışı, ayrıca kreş hizmeti de veren kursların çok sınırlı ve düzenli olmayışı, bir de çocukların hastalıkları, doktor randevuları ve benzeri nedenlerle de kadınların kurslara düzenli olarak katılamamaları. Bu engeller hem motivasyonlarını kırıyor hem de attıkları adımların sonuçsuz kalmasına yol açıyor. İkinci nedeni de, geldikleri ülkede bir meslek edinmemişlerse, ekonomik bağımsızlığın tadını tatmamışlarsa, gözlerini böyle bir hedefe dikecek bir donanıma, güce sahip olmamaları.
Zaten onca yol tepmenin, onca zorluğu aşmanın yüklediği yorgunluk, bıkkınlık, bazen travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, kaçış hikâyelerinin yol açtığı hastalıklar, aile baskısı ve öteki nedenler -bunları bir bir saysam rapor yazdığım sanılır herhalde- ciddi bir atalete neden oluyor kadınlarda, bunlara bir de kendini geliştirme, koşullarını iyileştirme konusunda farkındalık eksikliği eklenince kaderlerine razı oluyorlar genelde, öğrenilmiş çaresizlik misali ötesine geçmek akıllarının ucundan geçmiyor. Evet, coğrafya çoğu insan için hem kader hem keder bazen, ama kadınlar için coğrafya bir de içine tıkıldıkları, kurtuluşu çok zor bir hapishane…)
Beyda bu kaderi yenmek için çırpınan bir kadındı, ama çabalarının bedelini de ağır ödüyordu.
Vardiyalı çalıştığımızdan mesaim erken bitiyordu, büroda sadece stajyer olarak çalışan genç bir kadın kaldı. Konuyu biraz dağıtma pahasına burada bir miktar bu stajyerden, Christina’dan söz edeceğim, çünkü bazen bir kadının yaptığı küçücük bir katkı kocaman bir etki dalgasına neden olabiliyor, bu genç kadın işte böyle bir tesir yaratabilecek bilinç ve empatiye de şahane bir yüreğe de sahip.
Normalde büroyu bir stajyere emanet etmeyiz, ama Christina henüz 25 yaşında bile olmamasına rağmen meslek bilgisi de politik bilinci de gayet yüksek, aynı zamanda işinde son derece titiz ve çalışkan olduğu için onu içimiz çok rahat yalnız bırakabiliyorduk. Bunun, çalışma yükümüzü paylaşmasının yanı sıra onun gücünü, bilgisini ve cesaretini arttırması açısından da muazzam bir yararı oldu. Stajyer olarak çalıştığı bir yıl içinde kadınlarla kurduğu bağların sağlamlığıyla bazen onların iletişim kurmak istediği tek çalışan oldu büroda. Kapıyı çalar, onu sorarlar, Christina büroda değilse çekip giderlerdi. Kamerunlu bir kadın doğan çocuğuna onun adını verdi, diplomasız komple bir sosyal pedagog oluşuna bundan daha öte bir örnek olamaz herhalde. Christina bir süre bizimle çalıştıktan sonra şimdi tekrardan üniversite okuyor ve şenlikli kadın buluşmalarımızın daimî üyesi.
Tekrar Beyda’ya dönecek olursak, artık Christina’nın da mesainin bitmesine yakın bir saatte Beyda, anladığım kadarıyla cesaretini toplayıp onun yanına gelmiş ve ertesi gün teslim etmesi gereken resmi bir başvurunun olduğunu söyleyip Almanca yazışına katkıda bulunmasını rica etmiş. Herhalde büroda özellikle tek kişi kalsın diye yol gözlemiştir.
Ertesi sabah büroda sadece ikimiz varken Christina önceki gün olanları anlattı. Beyda’nın yaptığı başvuruda yaşadığı şiddet hikâyesini yazması gerekiyormuş ve Christina’ya kimseyi anlatmaması kaydıyla başından geçenleri anlatmış. Anlatmak da istemiyormuş esasen, çok zorlanmış dile getirirken. Christina bu tür konularda deneyimsiz olmasına ve sonradan bana söylediğine göre Beyda’nın anlattıkları üzerine ağır bir yük bindirmesine rağmen başvuruyu hazırlamış, bir kopyasını alıp dosyaya koymadan evine götürmüş. Bunu da Roxanne’ın hikâyesini bilmeden, kadınlık bilinci ve içgüdüsüyle yapmış.
Christina iş arkadaşlarından bilgi saklamanın istisnai bir durum olduğunu, kendisinin bir stajyer olarak karar verici mercide olmadığını bildiğinden, gönülsüz de olsa en azından bir sır olduğunu açıklama ihtiyacı duyuyordu. Kelimelerin zorlukla ağzından çıkmasından, tedirgin duruşundan nasıl bir ikilemde olduğu çok açıktı. Bir yandan Beyda’ya ihanet etmek istemiyor, onun sırrını açıklamasının çok tehlikeli sonuçları olabileceğini kestiriyor, öte yandan bunu taşıyabilecek bilgi, deneyim ve konumdan yoksun olduğunu çok iyi biliyordu.
Ona bana her şeyi anlatması gerektiğini söyledim, hatta ısrarcı oldum. Neyse ki ikimizin arasında güçlü bir arkadaşlık, güven bağı var, sonunda çıkarıp verdi başvurunun kopyasını.
Yazılanları okudum, bir kez daha okudum, hiçbir şey söylemeden bahçeye çıktım sigara içmeye. Christina da sigara içmemesine karşın benimle geldi. Hiç konuşmadan durduk öyle bir süre.
Beyda’ya şiddet uygulayan erkek bir uyuşturucu bağımlısıydı. Daha önce başka bir kentte bir evde birlikte yaşarlarken, büyük olasılıkla uyuşturucu yüzünden girdikleri borçlar nedeniyle evi tahliye etmek zorunda kalmışlar, mülteci kampına, ama dairelerden oluşan bir kampa geri dönmüşlerdi. Evli olmadıklarından fail onlarla aynı apartman dairesini paylaşmıyordu. Aralarındaki gerginlik ve failin Beyda’ya uyguladığı şiddet hep mevcuttu. Kadın birkaç kez onu terk etmiş, ama her seferinde geri dönmüştü. Son olay hem herkesin gözü önünde cereyan ettiği için hem kampın güvenliği olaya tanık olup polis çağırdığından hem de şiddetin fiziksel boyutu nedeniyle yarı koruma altına alınmıştı. Kadın sığınma evine gitmeyi Beyda kendi istememişti.
Failler şiddet göstermek için hep bir neden uydurur, fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar bir de bunun utancını hissederler, çoğunlukla kimse görmesin, bilmesin isterler ya, Beyda’nın durumunda bu utancın yanında bir de kendi topluluğundan aforoz edilme korkusu da vardı. Birlikte olduğu erkeğin saldırısına uğramasının sözde sebebi, failin uyuşturucu almak için onu “satmak” istemesi, kadının da bunu reddetmesiydi. Beyda bu olay duyulursa, nedenine niçinine bakmadan hemen damgalanacağını, çevresinden, ona hem koruma kalkanı sağlayan hem mahalle baskısı tarzı bir kontrol ve oto sansür getiren topluluktan aforoz edileceğini, dedikodu kazanlarının kaynayacağını çok iyi biliyordu.
İki küçük çocukla, işsiz güçsüz ayakları üzerinde durmaya çalışırken böyle bir destekten mahrum kalmamak, faili teşhir etmekten çok daha can alıcı bir önem taşıyordu onun için. (Zaten çoğu zaman ifşanın attığı taş kurbağayı ürkütmüyor, tam tersine kurbağa, börtü böcek ne varsa kadının başına üşüşmesine neden oluyor, ifşa etmek ve arkasında durmak muazzam bir iç güç gerektiriyor. Hele ki kadınların örgütlü bir ifşası, karşı koyuşu yoksa.)
Christina ile ne yapacağımızı konuşamadan önce öteki iş arkadaşımız, ardından kadın kurumundan kadınlar geldi. Beyda’yı hem hukuki hem psikolojik destek açısından emin ellere teslim etmiştik.
Christina’nın yazdığı başvurunun kopyası bende kalmıştı, aynısını yapıp eve götürdüm. Bizim alanda mesai bitse de iş bitmez, düşünür dururuz, doğru mu yaptık eğri mi diye… Roxanne’ın sırrını başkalarıyla paylaşmamakla görev yetkilerimi ihlal etmemiştim, bir kadını korumaya almak da görev sınırlarım dahilindeydi, anlatmak zorunda kalsam çok büyük sonuçlara yol açmazdı ayrıca. Ama Beyda’nın durumu çok başkaydı: Kamptaki öteki çalışanlarla paylaşmanın getireceği sayısız yararların yanında büyük tehlikesi de vardı. Bir karara varmakta çok zorlandım.
Nihayet Christina ile konuşma fırsatı yakaladığımızda, Beyda’nın sırrını gerekmedikçe sadece ikimizin saklamasında hemfikir olduk. Örneğin bizim kampta çalışan bir Kuzey Afrikalı, kentin tek camisinin yönetim kurulundaydı ve hem müslüman topluluktaki saygın konumu hem de mültecilerle bire bir çalışması nedeniyle etkilediği çok geniş bir ilişki ağı vardı, durumu bilse farkında olmadan ağzından bir şey kaçırabilirdi. Neyse ki bu kişi sosyal pedagog değildi, üstüne bir de erkekti, ona anlatmamakta çok zorlanmadık.
Beyda bizim kampta çok uzun kalmadı, ama kaldığı süre içinde sorunlarıyla yüzleşmekten kaçındıkça bu sorunlar da birbirine eklenerek büyüyor, sorunlar büyüdükçe onun ataleti daha da artıyordu. Bazı şeyleri bizimle paylaşmadığı için resmin tamamına vâkıf olamıyor, olamayınca da sorunlarına lâyıkıyla yardımcı olamıyorduk. Bu durum bazen küçük gerginliklere de neden oluyordu. Çoğunlukla büroya artık çözümsüz kaldığı son noktada gelir, “Artık dayanamıyorum,” diyerek ağlamaya başlar, o güne kadar bize anlatmadığı tüm sorunlarını çözmemizi beklerdi.
Öteki zamanlardaysa hep bakımlı, hep makyajlı, hep gösterişliydi. Bunun geldiği kültürün bir parçası olduğunu biliyor, onun kendini yine de bırakmayışının bir göstergesi olarak çok saygı duyuyorduk.
Beyda bir süre sonra çocuklarını yuvaya göndermeye, faille tekrar görüşmeye başladı, hatta fail kampa kadar geldi. O erkeği görmek de Beyda’nın onunla ilişki içinde olduğunu bilmek de hepimiz için çok sinir bozucu oldu. “Sen ne yapıyorsun, kendine gel!” demek geliyor insanın içinden. Elbette bunu yapmadık, kadınların saldırgan erkekleri hayatlarından çok kolay çıkaramadıklarını biliyorduk. Su kendi yolunu bulacaktı. Bize izin verse belki o suyun geçeceği daha kısa yollar bulacaktık, çayır çimenin içinden geçirecektik, başka sularla birleştirecektik belki. Ancak hiçbirimiz ona ulaşmayı başaramadık, Beyda da buna olanak tanımadı, sadece pratik sorunlarını çözmekle yetindik.
Yedi sekiz ay kadar sonra pandemi süreci başlayınca, yerel yönetim, kamplarda kalan risk grubundaki kişileri evlere taşımaya karar verdi. Verdiğimiz listede tabii ki Beyda da yer alıyordu. Yerden ısıtmalı, otomatik jaluzili, tahta döşemeli sıfır bir eve çıkarttık onu. O da biz de çok sevinçliydik, hiç değilse yuva diyebileceği güzel bir eve kavuştuğu için. İlk defa o gün gerçek bir ışıldama gördük yüzünde, yoksa çehresi adının anlamını yansıtmaktan hiç geri durmadı.
Pandemi nedeniyle birbirimizle kucaklaşamadan ayrıldık onunla.
Sonrasında Beyda’yı bir daha görmedik, ne yapıyor ne ediyor hiçbirimiz bilmiyoruz. Zaman zaman aklıma düşüyor, ona ulaşamamanın suçluluğunu hissediyorum bazen. İçimde hep bir tamamlanmamışlık, eksiklik duygusu var. Biz kendimize, süreci yönetişimize, genel kadınlık durumuna dair Beyda’nın yaşadıklarından çok şey öğrendik belki, kendimize, aramızdaki bağlara çok şey kattık, ama ona ne katabildik, gözpınarında hep duran o damlanın akmaması, Çilem’in kadınlara mal ettiği sözle kirpiğinin yere düşmemesi için ne yapabildik?
Bu sorular hem hüzünlü hem de olumlu bir rahatsızlık ediciliği var; Beyda sayesinde, hayatımıza girecek yeni kadın+larla ilişkilerimizi onunla kurduğumuzdan daha iyi kurarız belki…
Kaynak: Umut Gazetesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.