Yani çok az parayla ev geçindirilecekse, parayı kimin kazandığından bağımsız, bu parayı idare edenin kadın oluşu, yoksulluğun başka bir yükünün kadınlar tarafından üstlenildiğini gösteriyor. Eşitsizliğin kadın yoksulluğunu beslerken, kadınların fiziksel ve zihinsel yükümlülüklerini artırdığını söyleyebiliriz
Doların her an yükselişe geçtiği şu günlerde öncelikli gündemlerimizden biri yoksulluk ve hayat pahalılığı. Her an giderek daha fazla yoksullaşıyoruz. Yoksulluğun hem geleneksel hem de güncel biçimleriyle karşımıza çıktığı bu zamanlarda 25 Kasım gibi bir günde hem şiddet ve yoksulluğun arasındaki bağı, hem de kadın yoksulluğunun gündelik hayattaki yansımalarını anlatmaya çalışacağım.
Kadın yoksulluğunu kadın emeğinin üretim ve yeniden üretim süreçlerinde çift yönlü değersizleştirilmesi olarak okuyabiliriz. Özellikle yeniden üretim süreçlerinin değersizleştirilmesi açısından kadın yoksulluğu, erkek yoksulluğundan farklı. Dünya ekonomisinin en alt basamağında yoksul kadınlar ve kız çocukları var. Bu münferit bir durum değil, bir sistem sorunu. Patriarkal kapitalist bir sistemin sorunu.
Her gün 12.5 milyar saat bedava bakım emeği sarf eden kadınlar ve kız çocukları, Oxfam’ın hesaplamalarına göre ekonomiye en az 10.8 trilyon dolar kazandırıyor. Ücretsiz bakım emeğinin dörtte üçünden fazlasını; ücretli bakım işlerinin de üçte ikisinden fazlasını kadınlar yapıyor.
Kadınlar devletin erkeklere sunduğu imkânlara da hizmetlere de eşit biçimde erişemiyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı “kadın işi” olarak görülen ücretsiz veya düşük ücretli, güvencesiz, kayıt dışı, düzensiz işlerde çalışmak zorunda kalan kadınlar için eşitsizlik katmerleniyor. Kadınlar piyasa tarafından ücretlendirilen bir işte çalıştığında ise, erkelerle eşit maaş alamıyor, kariyer basamaklarını erkekler kadar kolay tırmanamıyor ve eve döndüklerinde ücretsiz emek üretmeye devam ediyorlar.
Kadınların özel alana ait oldukları ve ev işlerinin kadınların görevi olmasının doğal kabul gördüğü koşullarda, kadın emeğinin değersizleştirilmesi ve kadın yoksulluğunun bu kadar çarpıcı boyutta olması şaşırtıcı değil.
Kadınların yoksulluğundan bahsederken aklımıza yaygın olarak ücretli bir işte çalışamayan kadınlar gelse de, bu alan tahminlerimizin de ötesinde kadınlar açısından hem psikolojik, hem maddi hem de fiziksel birçok sorunu aynı anda bünyesinde barındırıyor.
Evi ısıtamadığı için sıcak su torbası ile çocuğunun yatağını ısıtan da kadın, evde sıvıyağ tenekesini ısıtarak damla kadar kalan yağı tenekeden çıkaran da. Evde eksik varsa komşudan temin eden de kadın, pazarda en ucuz meyve sebzeyi almak için kilometrelerce yürüyen de. Market indirim kataloglarını takip edip en ucuz gıdaya erişmeye uğraşan da kadın, evdeki kıyafetleri onaran da.
Yani çok az parayla ev geçindirilecekse, parayı kimin kazandığından bağımsız, bu parayı idare edenin kadın oluşu, yoksulluğun başka bir yükünün kadınlar tarafından üstlenildiğini gösteriyor. Eşitsizliğin kadın yoksulluğunu beslerken, kadınların fiziksel ve zihinsel yükümlülüklerini artırdığını söyleyebiliriz. Kadın yoksulluğuyla bu yükümlülükler arasında birbirini katmerlendiren bir etkileşim olduğu da açık.
Cinsiyetçi iş bölümü kadınların yoksullaşmasını etkiliyor. Çocuk ve hasta bakımı, alışveriş, temizlik, çamaşır, işlerin organizasyonu gibi işlere harcanan zaman, ücretli bir işte çalışmaya engel olabiliyor. Temel görevlerimizin ev içinde tanımlı olması, üretim süreçlerini ve biçimini ideolojik olarak da etkiliyor. Asıl işimiz evin içinde tanımlandığı için, ücretli bir işte çalışmak “aile bütçesine katkı” olarak algılanıyor. Öncelikli “görev” para kazanmak olmadığı için, işten çıkıp evdeki işleri organize etmesi gereken veya bir insanın bakımını üstlenmesi gereken biri varsa o da kadın oluyor. Çoğu zaman iş yerinde erkeklerle aynı işleri yapsak da ücretlerimiz eşit olmuyor.
Patriyarkal kapitalizm yeniden üretimi bedavaya getirdiği aileyi kutsar. Aile kapitalist sistemin devamı için oldukça kritiktir. Kutsanan ve görev olarak yutturulan her iş sistemin devamı için kritik. Bugün bunca şiddete rağmen kadınların değil ailenin kutsanışını yalnızca din ile değerler ile açıklamak yetmez. Para kazanma ve kar etme üzerine kurulu sistem, tüm toplumsal ilişkilerin belirlenmesinde oldukça ciddi bir rol oynuyor. Şakası yok, kadınların ücretsiz emeği, dünyanın sayılı şirketlerinin ürettiğinin kat be kat fazlası. Böyle bir tabloda kimin öldüğü, kimin emeğinin karşılığını alamadığı, ayrımcılığa uğradığı çok kolay gözden çıkarılabilir şeyler. Bir işçinin güvencesiz şartlarda çalıştırılıp, gözden çıkarılması ile bir kadının şiddet gördüğü eve geri gönderilmesi veya boşanamaması kapitalizmin kar mantığı açısından birbirinden çok farklı değil.
Bakım emeği aile denen kurumun içerisinde çeşitli toplumsal anlamlar ifade edilerek normalleştiriliyor ve kadınlara sadece bedava bir kutsallık kalıyor. 10.8 trilyon doların kadınlara ödenmesinin sistemi krize sokacağı kesin. Bu yüzden aile içerisinde erkeğe ayrıcalıklar tanımlayan, kadınları ikincil konuma iten, kadınların bu görevleri üstlenmesinde bir tür rıza inşa eden patriarkal kapitalizm mantığı kendi devamlılığı için şiddete de tolerans gösterir. Yasalar üzerindeki sahte eşitlik, şiddet gördüğü evi terk etmek isteyen, artık başka bir hayat kurmak isteyen kadının çevresini tel örgüler misali kaplar ve kadınların bu sistemi sekteye uğratacak en ufak bir davranışı kabul edilemez olur. Sürekli ücretsiz emek üretimine katkıda bulunan parasız kadınlar; kürtaj hakkı için, boşanma için veya herhangi bir ücretli işte çalışma kararı için harekete geçmek üzere kendinde güç bulmakta zorlanır. Emeğimizin denetimi ile bedenimizin denetimi arasında çok güçlü bir bağ var.
Yıllarca emeği ve bedeni sömürülen kadınlar, bu duruma itiraz ettiklerinde amansız bir erkek/devlet şiddeti ile karşı karşıya kalıyor. Özgürleşmek için her şeyi göze alan biz kadınların gidebileceği daha geri bir nokta yok. Bu yüzden mücadele etmekten asla vazgeçmiyoruz ve özgürleşmekten korkmuyoruz.
Bizi toplumsal cinsiyet rolleriyle içine hapsetmek istedikleri tencereler bugün sokaklarda özgürlük sesi olarak çınlıyor. Direnişin yaratıcı dönüşümünü devam ettirmek, tekrar o tencerelere hapsolmamak ve buradan büyüyen yoksulların isyanını sokaklarda büyütmek en çok da bizi özgürleştirecek.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.