Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla kadın yoksulluğuna dair açıklama yaptı. Açıklamada “Kadına yönelik şiddet ve kadın yoksulluğu birbirinin hem sebebi hem sonucudur” denildi
Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV) 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla açıklama yaptı.
KADAV, “Kadına yönelik şiddetle mücadelenin unutturulmak istenen boyutu: Kadın yoksulluğu” başlığı ile yaptığı açıklamada şunları söyledi:
Geçtiğimiz yıl pandeminin de eklenmesiyle birlikte ağırlaşan, son haftalarda Türk lirasında yaşanan akıl almaz değer kaybıyla ve en temel ihtiyaçların gün be gün pahalılaşmasıyla katmerlenen ekonomik buhranın kadınların hayatlarına olumsuz etkileri, hak mücadelesi veren bireyler ve örgütler tarafından defalarca dile getirildi ve getirilmekte. Özellikle bugün, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü başlayıp 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne kadar devam edecek 16 gün eylem süresince, şiddetin en yaygın biçimlerinden biri olan cinsiyete dayalı iş bölümü ve ev içi ücretsiz emek üzerinden kadınların hayatlarının ve emeğinin değersizleştirilmesi, ücretli emek süreçlerinde yaşanan ayrımcılık ve şiddet, ivmelenen kadın yoksulluğunun en az cinsiyete dayalı şiddetin diğer biçimleri kadar vurgulanması gerekiyor.
Bugün Türkiye’de yaşayan kadınlar olarak, en temel insan hakkı olan yaşam hakkının kadınların elinden alınmasından fırsat buldukça ekonomik şiddet ve kadın yoksulluğunu konuşmak isterken, “karısına şiddet uygulayan erkek” ile “ev işi yapmayan kadına” eşit “kusur” yükleyen yüksek yargı kararlarını konuşmak zorunda bırakılmaktayız. Aynı şekilde, kadınların sadece %26’sının güvenceli istihdama katılabildiği ve kadın istihdamını bilinçli olarak desteklemeyen sosyal politikaların geçerli olduğu koşullarda, nafaka hakkının kısıtlanmasının tartışılması da bir başka garabete işaret ediyor.
Açıklamanın devamında şunlar söylendi:
Yoksulluk ve şiddet, ne yazık ki kadınların hayatında birbirini besleyen biçimlerde artıyor. Yoksulluk, kadınları şiddete daha açık hale getirirken; şiddet, fiziksel, ruhsal ve ekonomik etkileriyle birlikte kadınları izole edip yoksulluğa daha çok mahkûm ediyor. Bu sebeple, kadına yönelik şiddeti yoksulluğun bir sonucu olarak değil aynı zamanda yoksul bırakılmanın bir disiplin aracı olarak da ele almak gerekiyor. Kadına yönelik şiddet, bireysel görüntüsünün altında yoksulluğun kendisi kadar yapısal. Üstelik pandemi süresince rakamlar ve deneyimler kadına yönelik şiddetin arttığını da gözler önüne seriyor.
Kadına yönelik şiddet her dönemde farklı biçimlerde kendini gösterse de şiddetin en yaygın biçimlerinden biri, cinsiyete dayalı iş bölümü ve ev içi ücretsiz emek üzerinden kadınların hayatlarının ve emeğinin değersizleştirilmesi üzerine kurulu. Ev içi şiddet, mevcut aile formunda kadının ücretsiz ev içi emeğini denetleyen ve bu işlerin reddi halinde ceza veren erkek egemenliği için bir olasılık olarak her zaman var oldu. Ailenin ve toplumun yeniden üretiminden sorumlu olan kadınlar için toplumsal yeniden üretim alanları, kadınların hem doğrudan yakınlarındaki erkeklerden gördükleri şiddetin, hem de yapısal, kurumsal ve kamusal şiddetin alanları olarak varlığını sürdürmekte. Ev işi yalnızca evin fiziksel bakımından ibaret olarak değil, cinsellik, annelik sömürüsü boyutları ile de değerlendirilmelidir. Öte yandan kadına yönelik şiddet, eril şiddetin bireyselliği üzerinden değil, toplumsal ve yapısal boyutları göz önünde bulundurularak anlaşılmalıdır.
Fiziksel şiddetin yanı sıra ekonomi, sosyal politikalar ve yeniden üretimin piyasalaşması üzerinden gelişen kadına yönelik şiddet biçimleri de göz ardı edilmemelidir. Yoksulluk, sosyal harcamaların kesintisi veya yokluğu, işsizlik, güvencesiz/esnek ve insan onuruna yaraşmayan işlerde çalışma, kadınları borç yüküne sürükleyen “istihdam biçimlerinin” teşvik edilmesi de kadınların ücretli ve ücretsiz emeklerini denetleyen şiddet biçimleri olarak ele alınmalı, aynı zamanda doğrudan erkek şiddetine alan açan süreçler olarak görülmelidir. Yaygın biçimlerde yoksulluğun kadınlaşması halihazırda temel bir mesele iken, salgın koşullarının da çarpıcı bir şekilde gösterdiği üzere, ücretli işlerini ilk kaybedenler ve ücretsiz ev içi yükü en çok artanlar kadınlar oldu. Dahası, ağırlaşan yoksulluk koşullarında hanenin ayakta kalabilmesi için kadının ücretli ve ücretsiz emeği hane halkı açısından daha önemli hale gelirken, kadınların iş yükünü de artırdı. Genellikle kadınların geçiminden ve bakımından sorumlu oldukları alanlara dair ucuz barınma, herkes için erişilebilir sağlık gibi hizmetlerin eksikliği ve ücretli iş imkanlarının azalması, özellikle salgın koşullarında yoksul hanelerdeki koşulları daha da kötüleştirirken, kadınların sorumluluklarını ve dolayısıyla bu sorumluluklarını yerine getirememeleri üzerinden ortaya çıkan şiddeti de artırdı.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle bir kez daha altını çiziyoruz: Kadınların yoksullaştıkça bağımlı hale getirildiği sosyal yardımlar, evde bakım desteği gibi edilgen ve “eve bağlayan” sözde destekler yerine, ivedilikle kalıcı, bağımsızlaştırıcı ve bütüncül politikalar geliştirilmelidir. Kadınlara yönelik politikalar tasarlanırken yalnızca yurttaş kadınların değil, yurttaş ya da göçmen Türkiye’de yaşayan, yoksulluğu paylaşan, şiddetin farklı biçimlerine maruz kalan tüm kadınların güçlendirilmesi hedeflenmelidir. Kadın yoksulluğunun azaltılması ve kadınların ekonomik haklarına dokunulmaması, kadın cinayetlerini önlemek için alınması gereken önlemlerle iç içe ve bir o kadar da acildir.
Sendika.Org