Sen bekledikçe, durdukça, “Aman onların ekmeğine yağ sürmeyelim” dedikçe, dün olduğu gibi bugün de onların ekmeğine asıl yağ süren taraf olmuş oluyorsun. Kaldı ki şiddetli ayaklanmalardan falan değil, sadece sıradan demokratik protestoların bir ihtimalinden söz edilen bugünlerde, iyice güçlenen bu eylem düşmanlığı bir AKP politikası başarısı değil de nedir?
AKP’li uzun yirmi yılda iktidarın aşamalı olarak gelişen hegemonisi altında her alanda bir aşınma ve yozlaşmadan söz ediyoruz. İktidardaki temerküz ve onun saldırgan, buyurgan ideolojisi, muhalefeti de bu süreç içinde tek yönlüleşip yavanlaştırdı. Burada en büyük zararın, muhalefetin en radikal kesimlerine yani “mızrak ucuna” dek sirayet edecek olan ideolojik meşruiyet algısına kara bir tortu gibi çöken öz güvensizlik olduğu açıktır.
Bu korku, çekinme ve güvensizlik ortamındaki tedirginliğin iktidarın ekmeğine en çok yağ süren şey olduğu da son derece açık. Öyle ki, herhangi bir hareketlilik ihtimalinin dahi iktidardan önce muhalefetçe tepki görüşü ibretliktir. Türkiye tarihinin bu özel durağındaki mezkûr hareketsizlik iklimi için kuşkusuz yarın da çok şey söylenip, yazılacak. Bu karanlığın 12 Eylül’den, ’90’lardan, 19 Aralık’tan bugüne nasıl şekillendiği, yönetildiği, kimlerin doğrudan ve dolaylı bu kâvi simsiyah duvarın inşasına tuğla taşıyıp dizdiği daha uzun yıllar konuşulacak.
Son dönemde iyice derinleşen ekonomik çöküşle birlikte iktidarın gidici olduğu yönünde yaygınlaşan ya da yaygınlaştırılan algı da artık hareketsizliğin meşrulaştırılması işlevi görüyor. Ekonomik krizlerin değişimleri, devinimi de tetiklediği muhakkaktır; lâkin bu girdaptan açığa çıkacak olan şeyin her zaman halkın faydasına olacağı söylenemez. Hele ki ortada “Nasılsa gidecekler”le beslenen güçlü bir bekleme motivasyonu varsa… Bu motivasyonun da sadece adı “umut” konulmuş; temenniden, “Gidiyorlar, aman işlerine yarar bir yanlış yapmayalım” telaşından kaynaklanmadığını iyi biliyoruz.
Onca yılda demlenmiş korku ve bu korkaklıkla büyüyüp yerleşmiş dehşet ve tabii ki -çelişki değil- “konfor”, zaten herkesi durmaya, beklemeye alıştırmıştır. Ne ki şimdi beklemenin bir adı da “umut” konulmuş olsun.
Tarihte görülmemiş yozluktaki bir iktidar altında, koşullar bu denli korkunçken, kötüyken, açlık, işsizlik bir hayalet gibi kol gezerken bile isyanı (bir isyan ihtimalini) sadece iktidarın değil, muhalefetin de öcüleştirmesi, bu ortaklık, bu saydıklarımızdan kaynaklanıyor, kuşkusuz.
İktidarın kudretinde, son yerel seçimleri takiben bir gerileme, zayıflama, yalpalama olduğunu kabul ediyoruz. Fakat bu tespitin fazlasıyla abartıldığının altını çizmek de hayatîdir. Abartının ne boyutta olduğu, “bir hayale kanmanın” nasıl yaygınlaştırıldığını her gün acı bir biçimde deneyimliyoruz. AKP’deki nispî çözülmeyi derinleştirip onu yıkıma sürükleyecek bir karşı irade, karşı kudret ne yazık ki bugün Türkiye’de yoktur.
Bu durumun ise en mühim anlamı şu: AKP, bu karşı hareketsizlik atmosferinde kendini toparlayacak zamana da olanaklara da sahiptir.
Güçlü bir iktidardan söz ettiğimiz, uzun bir süredir “devletin tamamı” anlamına gelen bir iktidardan bahsettiğimiz, bugünlerde sık sık unutuluyor. Karşımızda en basit anlatımla bir “ANAP” yok. Aslına bakarsanız bunca tecrübeden sonra, bu kadar ortada olan gerçekler söz konusuyken bir unutkanlıktan mı yoksa bir “işine öyle gelmekten” mi söz ettiğimiz de karışıktır. Bunlar bugün iç içe geçmiştir.
İktidar, zaten salt kimlik üzerinden epey bir yekûnu sürekli elinde tutabiliyor ve her zaman bir anlama muhakkak gelen MHP’si de var. Üstelik AKP’nin, “tek” olmanın, yıllanmışlığın ve tabii sosyolojinin verdiği avantajlarla oyunu artırabilecek imkânlara sahip olmadığını da kim söyleyebilir ki?
Hâl böyleyken sadece ekonomik göstergelere bakıp retorikleştirilen “Gidiciler” söyleminin ciddi bir mübalağa ihtiva ettiğini söylemek bir borç hâline geliyor.
Sen bekledikçe, durdukça, “Aman onların ekmeğine yağ sürmeyelim” dedikçe, dün olduğu gibi bugün de onların ekmeğine asıl yağ süren taraf olmuş oluyorsun. Kaldı ki şiddetli ayaklanmalardan falan değil, sadece sıradan demokratik protestoların bir ihtimalinden söz edilen bugünlerde, iyice güçlenen bu eylem düşmanlığı bir AKP politikası başarısı değil de nedir?
Bu başarının süreklileşmesinin vebali de elbette “muhalefettedir”.
Kendini en akıllı, gerisini salak sanan -ki bu yıllardır kalıtlaşmış bir bakış o taraflarda- bu “muhalefet” aklı “işbirlikçiden”, “aptala”, “haine” kadar geniş bir skalada canı burnunda sokağa çıkan az sayıda insanı yaftalamaktan asla çekinmiyor. Burada bu efendilerin konforundan, keyfinden başka hiçbir şeyin onlar için önemli olmadığını söylemek acımasızlık olmayacaktır.
Yılda birkaç kez gerçekleşen kitlesel feminist eylemler dışında yaprak kımıldamayan, Kürtlerin dâhi artık sessizleştiği bu siyasî sıkışmışlıkta “eylem” fikri, yalnızca iktidarı değil ondan ölümüne tiksinenleri de korkutuyor.
Ve bu duruş elbette ideolojiktir, “akıl” diye, “itidal” diye ortaya konulan şey sadece ve sadece siyasetsizlik ve âtıllıktır. Başka bir şey değil.
Solun itibar kaybedip öz meşruluk algısında sakatlandığı bugünlerde, hatta solun ciddi bölümünün “merkezlere” yamanmaya çalıştığı bugünlerde yürütülmek istenen tek “siyasetin” siyasetsizlik, durma, ılımlılık olması hiç şaşırtıcı değil.
Politik, devrimci özne sorunu kendini son derece yakıcı bir biçimde hissettiriyor ve daha da hissettirecek.
Tencerenin kaynamamasının ciddi toplumsal kaynamalara yol açacağı oldukça yüksek ihtimaldir. Ayaklanmalar, isyanlar hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Yani burada biz, Gezi gibi “beklenmedik” bir şeyden bahsetmiyoruz. Fakat yine Gezi gibi kendiliğinden bir taşmayı, patlamayı tecrübe edeceğimizi söylüyoruz. Ve yine Gezi gibi sol, buna “hazırlıksız”, güçsüz yakalanacaktır. Daha acısı Gezi’den daha güçsüz yakalanacak. Gezi’de bütün güçsüzlüklerine karşın devrimcilerin temel renk olduğu, itici güç olabildiği son derece belirgindir. Yarınki muhtemel isyan için bunun böyle olabileceğinden tam emin olamıyoruz.
Yani bir hareketlenme için, hiçbir şey yapmayan muhalefetin bir şey yapmaya başlaması, bir irade koyması da gerekmez. Böyle zamanlarda hiçbir şey olmamasıyla, her şeyin olması arasında ince bir çizgi vardır. Kendiliğindenlik bazen önüne her şeyi ve herkesi katar ve sürekler. Hele ki mevzubahis aç kursaklarsa, ekmekse, işse… Ama bu kendiliğinden hareketlerin sabun köpüğü olmak da doğasında vardır, nereye varacağı, içeriğinin ne olacağının belirsizliği de.
Sonsuz bir yıkıcılığa, kıyıcılığa da basit bir uzlaşmaya da yatkınlık belirgin politik özneleri olmayan hareketler için sıradışı değildir. Öfkenin nerelere yöneltileceği, hedefin ne olacağı noktasında başlar devrimci öznenin mahareti.
İnsanların enselerinde hissettiği işsizlik, ekmeksizlik korkusuyla travmatize olduğu bugünlerde tartışılması gereken şey, saçma sapan bir eylemsizlik savunusu değil, eylemlerin nasıl ve ne için olacağı olmalıdır.
Aksi takdirde AKP daha çok ekmek yer böyle bir Türkiye’den.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.