Tayyip Erdoğan, Kabine Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamalarda 40 bin yeni sağlıkçının alınacağını, elektrik faturalarındaki TRT payı ve enerji fonu kesintilerini kaldırma kararı aldıklarını duyurdu. Irak-Suriye tezkeresine karşı çıkması üzerinden CHP’yi “millî güvenliğe ve çıkarlara yönelik ciddi bir tehdit” olarak niteleyen Erdoğan, Bingöl’de bir yurttaşa küfreden İyi Parti’li Lütfü Türkkan üzerinden de Millet İttifakı’nı hedef aldı
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, Tayyip Erdoğan başkanlığında bugün (8 Kasım) Saray’da toplandı. 3 saat 40 dakika süren toplantının ardından Erdoğan kameraların karşısına geçti.
Kabine Toplantısı’nda sağlıktan dışişlerine, enerjiden adalete kadar birçok meseleyi görüştüklerini belirten Erdoğan, pandemi sürecine ilişkin açıklamalarında yüz yüze eğitim konusunda ilişkin “Okullar açık mı kalacak, kapanacak mı tartışması da artık sona ermelidir. Okullardaki yüz yüze eğitim-öğretim kesinlikle devam edecektir” dedi.
Sağlık Bakanlığı’na 40 bin yeni sağlık çalışanı alınacağını duyuran Erdoğan, sözlerinin devamında elektrik faturalarından TRT payı ile Enerji Fonu kesintilerini kaldırma kararı aldıklarını açıkladı. Erdoğan’ın verdiği bu “müjdeler”, seçim yatırımı olarak yorumlandı.
“CHP millî güvenliğimize yönelik ciddi bir tehdit”
Irak-Suriye tezkeresine “hayır” oyu veren CHP’yi hedef alan Erdoğan, “Cumhur İttifakı olarak Meclis’te, kabinedeki arkadaşlarımızla hükûmette gece-gündüz çalışıyoruz, mücadele veriyoruz. Ancak son dönemde bu ülkenin ikinci büyük partisi unvanını taşıyan bir siyasi teşekkülün millî güvenliğimize ve millî çıkarlarımıza yönelik ciddi bir tehdit hâline dönüşen tutarsızlıklarından derin endişe duyuyoruz” dedi.
Türkiye’nin sınır ötesi harekâtlarının “siyaset üstü bir konu” olduğunu savunan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
Geçmişte defalarca evet dedikleri bir tezkere metnine bu defa yabancı asker gibi cehaletin ötesinde ve vatana ihanet ithamı gibi zırvalık derecesine varan gerekçelerle saldıranların bir yerlerden işaret aldıkları anlaşılmaktadır. Şayet böyle değilse hiçbir partinin, hiçbir siyasetçinin kendisiyle bu derece çelişmeyi, bir millî güvenlik konusunu bu derece zelil üslupla tartışmayı göze alabileceğini sanmıyorum. Hâlbuki bu tezkereye karşı çıkmak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve güvenlik güçlerimizin kahramanca mücadelesi sayesinde bitme noktasına gelen terör örgütünün sınır ötesindeki unsurlarına can simidi atmak demektir. Yine bu tezkereye karşı çıkmak, Türkiye’nin güney sınırlarından kuşatılması projesinin yanında yer almak demektir. Daha önemlisi, bu tezkereye karşı çıkmak bölücü terör örgütünün siyasi uzantısının emrine girmek demektir. Çünkü ilk günden beri Meclis’te tezkerelere en şiddetli karşı çıkan, terör örgütünün şamar oğlanlığından öte bir değer taşımayan bu kesimdir. Türkiye’nin en eski ve hâlihazırda ikinci büyük partisinin işte bu örgüt kuklası yapı tarafından yönetildiğini, yönlendirildiğini görmekten Türk siyaseti adına gerçekten üzüntü duyuyoruz.
Son mahalli seçimlerde yapılan gizli-açık ortaklıklar ve pazarlıklarla kimi belediyelerdeki bazı birimlerin bu partinin yönetimine verildiğini zaten cümle âlem biliyor. Şimdi bu ortaklığın ülkenin millî güvenlik meselelerine kadar uzanmış olması artık konunun siyasi ittifakla izah edilemeyecek bir boyuta taşındığının işaretidir. Tabii Meclis’te Irak ve Suriye tezkerelerine hayır demelerini yalan ve iftiralarla bezeli nutuklarla savunanların Yozgat’a gidince Kandil’i yakıp yıkmaktan söz etmeleri de bir başka omurgasızlık örneğidir. Nerede neyi konuşacaklarını da iyi biliyorlar. Kamu görevlilerini tehdit etmeyi alışkanlık hâline getiren, ancak kendi partisindeki hırsızlık, taciz, tecavüz hadiselerinin hepsinin de üstünü örten zehirli siyaset dilini en başta bu üslubu benimseyenler için tehlikeli buluyoruz. Mecliste tezkereye hayır demekle kalmayıp egemenlik haklarımıza saygı göstermeyen büyükelçilere verilen tepkiye destek olmayan, daha vahimi Kanal İstanbul Projesini yabancı büyükelçilere şikâyet edecek kadar şuur kaybı yaşayan bu zihniyete milletimiz ülkenin kaderini asla emanet etmez. Bu tablo ister istemez aklımıza Ziya Paşa’nın, “En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun, Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?” şeklindeki meşhur terkib-i bendini getiriyor.
“Bu kişinin parlamento çatısı altında yerinin olmaması lazım”
Erdoğan ayrıca, Bingöl’de Tahir Gümren adlı kişiye küfreden İyi Parti Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’a ilişkin hazırlanan videoyu izletti ve yaşananları “skandal” olarak niteleyerek şunları kaydetti:
Şehitlik makamının değerini kavrayamamış olmanın ötesinde, insanlıktan da nasibini almamış bu siyasetçi müsveddesinin milletvekili sıfatına da o kutlu çatının altında bir dakika bile durmaya hakkı yoktur. Partinin Grup Başkanvekilliğinden veya Genel Başkan Yardımcılığından ayrılması bu iş için bir çıkış yolu değildir. Artık sözde milletvekili olan bu kişinin Parlamento çatısı altında yerinin olmaması lazım. Kaldı ki, başında bir bayan Genel Başkanın olduğu bu partide bir şehidimizin bacısına küfür edilmesi karşısında Genel Başkan Bayanın buna tahammül etmemesi ve kesinlikle bu zatı partisinden ihraç etmesi gerekir, duruş bu olması gerekir. Ama ne yazık ki neymiş? İşte Başkan Yardımcılığından ihraç etmişler. Kimi aldatıyorsunuz ya, kimi kandırıyorsunuz? Al birini vur öbürüne. Geçmişi benzer pek edepsizliklerle dolu bu siyasetçi müsveddesini ısrarla el üstünde tutanların sorumluluğu buradaki görüntünün failinden daha az değildir.
Türkkan üzerinden Millet İttifakı’na yüklenen Erdoğan, sözlerinin devamında İstanbul Sözleşmesi’nin savunanları da hedef alarak “Her kim bu ülkede bir daha İstanbul Sözleşmesi diye başlayan bir cümle kurarsa, ona en başta ve en çok kendi adlarını sapkın ideolojik ajandaları uğruna istismar ettiği için kadınlarımız tepki göstermelidir” dedi.
Erdoğan İstanbul Sözleşmesi’ni savunanları hedef aldı, kadınlar yanıt verdi: “Vazgeçmiyoruz”
Sendika.Org