Cumartesi Anneleri, koronavirüs salgını nedeniyle 870. hafta açıklamasını da sosyal medya hesapları üzerinden gerçekleştirdikleri canlı yayınla yaptı. Bu haftaki açıklamada, Cumartesi Anneleri’nin yargılandığı davaya dikkat çekilerek “Hiç şüphesiz devletin en temel görevi adaleti dağıtmaktır. 26 yıllık mücadelemizde tanık olduk ki bu topraklarda adaleti hakkıyla dağıtacak bir devlet, tarafsız ve bağımsız hareket edecek bir yargı sistemi yok” denildi
870 haftadır fail meçhul cinayete uğrayan yakınlarının faillerini ve kaybedilenlerin akıbetini soran Cumartesi Anneleri, koronavirüs (COVID-19) salgını nedeniyle bu haftaki açıklamayı da sosyal medya hesapları üzerinden gerçekleştirdi.
Cumartesi Anneleri, Galatasaray Meydanı’nın yasaklanması nedeniyle eylemlerini 82 haftadır İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi önünde gerçekleştiriyordu. Koronavirüs salgınına rağmen eylemlerini sürdüren Cumartesi Anneleri, son 89 haftadır sosyal medya hesapları üzerinden yaptıkları canlı yayınlarla adalet taleplerine devam etti.
Bu haftaki açıklamada, 700. haftada yaşanan polis saldırısı sonrası gözaltına alınıp haklarında dava açılan Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın, 24 Kasım’da görülen 3. duruşmasına dikkat çekildi.
Bu haftaki açıklamada ilk sözü, davanın avukatlarından Tuğçe Duygu Köksal aldı.
“İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dosyada, yargılama konusu edilen Cumartesi Anneleri’nin 700. hafta eylemi. O tarihe kadar anayasamızda herhangi bir izne tabi olmaksızın toplantı-gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasından, hak ve adalet arayışında, annelerinin ve yakınlarının kayıplarını arayışından ve bu konudaki bir hak mücadelesi yürütülmesinden ibaretti. Ancak 700. hafta eylemi, anayasamızda herhangi bir izne tabi olmaksızın gerçekleştirilebilecek bir barışçıl eylem niteliğindeyken hakkında bir iddianame düzenlendi ve bu, mahkemece kabul edildi” diyen Av. Köksal, yargılamanın Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin temel içtihadına aykırı olduğunu vurguladı.
Bursa Barosu adına, davanın avukatlarından Cahit Kırkazak ise “Devletin, evlerinden zorla kaçırılıp kaybettirilen çocuklarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri’ne yönelik tutumu ve yaklaşımı aslında bir suçu örtbas etme çabasıdır. Çünkü devlet, karakolları ve emniyet binalarındaki bütün yurttaşların yaşam hakkını korumakla mükelleftir. Yaşam hakkı ihlal edilen yurttaşların sorumlularının ortaya çıkarılmaması ve yargılanmaması devletin asgari sorumlu ve suç ortağı olması demektir” dedi ve Cumartesi Anneleri’nin mücadelesine destek olmayı sürdüreceklerini kaydetti.
Diyarbakır Barosu adına davanın avukatlarından Diyar Çetedir, Cumartesi Anneleri’nin “uzun soluklu ve barışçıl eylemlerinin 700. Haftasına yönelik polis saldırısını hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:
Yargılamanın tüm aşamalarında ve geçen celsesinde Cumartesi Anneleri’nin yapmış olduğu eylem ve etkinliklerinin Anayasa’ya, toplantı-gösteri yürüyüşleri kanununa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olduğunu belirtmemize rağmen mahkeme, taleplerimizi göz ardı ederek reddetmiştir. Cumartesi Anneleri’ne yapılan müdahale, kolluğun görevi kötüye kullanması olarak değerlendirilmelidir. Çünkü bu eylem ve etkinlikler bildirime tabi olup, izne tabi değildir.
“Bilindiği gibi gözaltında kaybetme suçuna ve bu insanlığa karşı suçun üzerindeki cezasızlık zırhına dikkat çektiğimiz barışçıl buluşmalarımız 700. haftasında birdenbire hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın yasaklandı. Belgelenmiş kötü muamele ve işkenceye maruz kaldık. Kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray bize ve tüm topluma yasaklandı” diyerek sözlerine başlayan Av. Tosun, ardından kayıp yakınlarının başvuruları karşısında hareketsiz kalan yargı makamlarının harekete geçtiğini ve barışçıl toplanma hakkını kullandığı için Cumartesi Anneleri/İnsanları hakkında dava açıldığını hatırlattı.
Davanın, 24 Kasım’da İstanbul 21.Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen üçüncü duruşmasında yaşananlara dikkat çeken Av. Tosun, şu ifadeleri kullandı:
Duruşma boyunca mahkeme, yargılananlara güven verecek bağımsız ve tarafsız bir tutum sergilemedi. Gözaltında kaybedilen insanlarımızı ararken karşılaştığımız hukuksuzluk, ne yazık ki biz yargılanırken de devam etti. Duruşma, salgın koşullarına uymayan bir salonda, adeta salondakilerin sağlıkları tehlikeye atılarak yürütüldü. Tüm haklı taleplerimiz gerekçelendirilmeden reddedildi. Bize peşinen cezalandırılacağımız duygusu yaşatıldı. Yargılama faaliyetini yürütürken, hukukun üstünlüğüne saygılı olduklarını göstermek, yargının dürüstlüğüne ve bağımsızlığına güveni yükseltecek biçimde davranmak zorunda olan mahkeme heyeti adeta kendilerini bağlayan mevcut yasalara dahi meydan okudu. Oysa yargı bağımsızlığı hâkimlere bağımsız düşünme ve hareket etme sorumluluğu yükler. Hâkimler keyfi olarak değil, hukuka bağlı olarak hüküm vermekle yükümlüdürler. Ayrıca hakimler tarafsızlık ilkesi gereği, kişisel görüş ve değer ölçülerinden sıyrılarak karar vermek yükümlülüğü altındadır. Ancak duruşma sırasında yaşadıklarımız, yargılandığımız bu davada adil bir yargılama yapılmayacağı ve hukuka uygun olarak bir hüküm kurulmayacağı şüphemizi destekledi.
Av. Jiyan Tosun, sözlerinin devamında “Mahkemeye sunduğumuz uzman görüşlerinde de anlatıldığı gibi bu dava hukuki dayanaktan yoksundur. Mahkeme, Anayasa’nın uluslararası hukukun güvencesinde olan haklarımıza ve temel özgürlüklerimize saygı göstermelidir” dedi ve davanın derhal beraat kararı ile sonuçlanması çağrısında bulundu.
Hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gereken yargının, bunları tehdit aracına dönüştürülmesini kabul etmediklerini belirten Av. Tosun, “Kimse bedel ödeterek bizim cesaretimizi kırabileceğini düşünmesin. Bizim kaybetmeyi göze alamayacağımız tek şey insanlık onurumuzdur. Susmayacağız, insanlık onurumuzun gereği olarak hakikat ve adalet talebimizden vazgeçmeyeceğiz” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Sendika.Org