Tam da bugünlerde Meclis’te yapılan bütçe görüşmeleri düşünülürse, kadınların özgürlük alanlarını genişletmek ve maruz kaldıkları sömürüyü azaltmak amacıyla hazırlanacak kadın emeği taleplerinin, kadınları bizzat aileden koruyacak bir bütçe anlayışıyla oluşturulması gerekir
Doların 10 lirayı aştığı şu günlerde, memleket toplumsal muhalefeti iki sene sonraki seçimlerde AKP’nin gidişinden sonra ne yapılacağını yazışıyor. Kimse bu iki senenin hangi eylem-politika çizgisiyle ve daha az açlıkla geçeceğini tartışmazken, ikinci turda CHP’ye oy verip vermemek adeta Kışlık Saray’ı ele geçirme kararı alınmış da sorun müstakbel kurucu meclis seçimlerinin sonuçlarını tanıyıp tanımamakmış gibi tartışılıyor. Krizden devrimci çıkış mı en geniş AKP karşıtı ittifakla (Asena Akşener’in İyi Parti’si ve İstanbul Sözleşmesi karşıtı Saadet ile mesela) mı çıkış ikileminde yürüyen bu tartışmada hâlâ daha İstanbul’da Taksim Meydanı’na çıkmanın becerilemediği unutulmuş görünüyor. Eh bu durumda bugünkü mücadeleyi es geçmeyen, 8 Mart feminist gece yürüyüşünde ve 1 Temmuz’da Taksim’i yeniden eylemlere açan, 25 Kasım’da da yeniden aynı yere çağrı yapan kadın hareketi/feminist hareketin, AKP sonrası üzerine tartışma hakkı fazlasıyla vardır herhalde.
Ancak tabii mevzuyu AKP faşizminden feminist çıkış çerçevesinde ele alınca devrimci programın içeriği ne olmalı tadında tartışmak da mümkün olamıyor. (Tam bu noktada “hah işte çünkü feminizm burjuva ideolojisidir devrimci olamaz” diyenler yazıyı okumayı bırakabilirler.) Çünkü feminizmin devrimciliği “esas olarak” sermayeyi ne kadar gerilettiği ile değil özel alan başta olmak üzere patriyarkayı ne kadar gerilettiği ve patriyarkanın kendini yeniden üretme koşullarını ne kadar ortadan kaldırdığıyla ile ilgilidir.[1]
Kadın hareketinin/feminist hareketin gücü AKP-MHP iktidarı ile CHP-İYİP ittifakını bizzat İstanbul Sözleşmesi üzerinden saflaşmaya mecbur ediyor. Kılıçdaroğlu ve Akşener’in İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülecek açıklamasının hemen ardından Tayyip Erdoğan AKP’li kadınlara seslenerek, İstanbul Sözleşmesi diyenleri susturmalarını salık verdi. Neticede AKP sonrasında İstanbul Sözleşmesi belli ki geri gelecek ve nafakayı gasp etme girişimleri de son bulacak. Kılıçdaroğlu kadınlar için ilk altı ayda yapacaklarını saydığında erkek şiddetine karşı İstanbul Sözleşmesi’nin nasıl gerçek anlamda uygulanabileceğine ilişkin de ciddi adımlardan bahsediyor.[2] Ancak işyerlerinde kadınlara yönelik şiddeti engellemekten bahsederken adını koyup ILO 190’nın imzalanmasından bahsetmiyor. AKP’nin kadın düşmanı politikalarının kolladığı erkek şiddetinden ve öldürülmekten kurtulmak, hayatlarına sahip çıkmak için öldüren Nevin, Çilem, Hülya, Yasemin’den bahsetmediği gibi. Keza helalleşeceğiz diye saydıklarının arasında Taybet Ana’yı, 10 yaşındaki Cemile’yi, kadın mücadelesinden yol arkadaşımız Seve’yi, Ebru Timtik’i, Dilek Doğan’ı ve İpek Er’i de görmüyoruz.
Feminist mücadelenin talepleri AKP döneminde kadınların kaybettikleriyle sınırlı değil kuşkusuz. Son yıllarda AKP’nin kadınların kazanımlarına yönelik saldırılarıyla biçimlenen tepki siyasetinin ötesini konuşmak gerekiyor. Yani İstanbul Sözleşmesi’ne döndük, nafaka gaspı tartışmalarına son verdik, “laikliği sağlama aldık”, Cübbeli gibi meczupların etkisini de kırdık, yeter bu kadarı denmesine elbette izin vermeyecektir feminist hareket. İlk elde akla gelenler, kadın bakanlığının kurulması (“kadın ve aile” değil sadece kadın!), cumhurbaşkanlığı sisteminin ortadan kalkması için yapılacak anayasa değişikliğinde cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlere ilişkin ayrımcılık yasağının yanı sıra kadınlar ve LGBTİ+’lar için pozitif ayrımcılığa yer verilmesi, ILO 190’ın imzalanması. Peki ya sonra…
Aslında sonrası, Sosyalist Sol’un devrimden sonra ev işleri toplumsallaşacak, kreşler, toplu yemekhaneler ve çamaşırhaneler açılacak[3], liberallerin ise kadın istihdamını arttıralım aile ve iş yaşamını uyumlulaştıralım hem sermaye hem kadınlar kazansın, siyasetlerinin ötesinde şekillenmek durumunda. Kadın emeğine ilişkin feminist siyaset, kadınların evde erkekler tarafından el konulan karşılıksız emeğini ve kadınların öncelikle ailenin bir parçası ve anne olarak tanımlanmasının bizzat patriyarkayı yeniden üretmek olduğunu her adımda görerek kendini inşa eder. Mesela bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun kadınlara ilişkin ilk altı ayda hayata geçirilecek uygulamalarda bahsettiği, ev kadınlarına sosyal güvence, aile sigortası, kadınlar güçlendikçe aileler güçlenir, KOBİ’ler aracılığıyla yarım zamanlı kadın istihdamını arttırma gibi[4] AB uyum politikalarının ve neoliberalizmin içinden konuşan politikalara yetmez ama evet bile demek mümkün olmuyor (ki diyesimiz gelseydi de başka bi şekilde ifade derdik).
Yetişkin bütün kadınların evli ve çocuklu olduğu varsayılarak önerilen aile sigortası, sosyal güvence ve istihdam politikaları, kadınları değil aileyi ve doğal olarak da aile içinde erkekleri güçlendirmekle maluldür. Bu yüzden kadın istihdamı politikaları kadınların aileden bağımsızlaşması ve ev içinde kadınların karşılıksız emeğine erkeklerin el koymasını olabildiğince engellemek üzerinden şekillenmeli. Aslında ne kadarsa o kadar sermayenin evde kadınların harcadığı karşılıksız emekten çıkar sağlamasını engellemek de ancak bu şekilde mümkün olabilir, yani kadınları ailelere mahkûm etmeyerek.
Tam da bugünlerde Meclis’te yapılan bütçe görüşmeleri düşünülürse, kadınların özgürlük alanlarını genişletmek ve maruz kaldıkları sömürüyü azaltmak amacıyla hazırlanacak kadın emeği taleplerinin, kadınları bizzat aileden koruyacak bir bütçe anlayışıyla oluşturulması gerekir.
18 yaşını doldurmuş ve ücretli emek gücüne katılmak isteyen tüm kadınlara iş bulamadıkları takdirde prim gün sayısına bakılmaksızın işsizlik maaşı ödenmesi, kadınların babadan ve kocadan bağımsız sağlık güvencesine sahip olması ve ücretli emek gücüne katılmamış olsalar da bütün kadınlara 50 yaşından itibaren emekli aylığı bağlanması ilk adım olmalı.
Bu taleplerin gerek devletin ev kadınlarına maaş bağlaması gerekse Kılıçdaroğlu’nun yoksul aileler için kadınlara ödeme yapılması önerisinden en temel farkı, sadece evli ve çocuklu kadınlar için değil tüm kadınlar için geçerli olması. Ki aile işlerinde, örneğin küçük köylülükte tarımda, bağda bahçede ve esnaf ailelerinde küçük dükkânlarda ücretsiz olarak çalışan kadınlar bizzat piyasa koşullarında gelir getiren işler yapmalarına rağmen ücret alamadıkları gibi sosyal güvenlik sistemine dâhil edilmedikleri için emeklilik hakkına da sahip olmuyorlar ve ilginç bir biçimde asla sınıf siyasetinin gündemine girmiyorlar. Daha önemlisi “ev kadınlarına” ücret ödemesini öngören her siyaset, kadınların genç yaşta evlenmeye zorlanmaları ve kamusal alana çıkmadan evde dört duvar arasına kapatılarak erkeklerin büyük oranda el koyacağı bir gelir elde etmeleri anlamına gelecekken, işsizlik sigortası kadınlara aileden bağımsız, en azından evin dışına çıkabildikleri bir yaşam inşa etme şansı verecektir.
Kapitalist patriyarkanın esnek, yarım zamanlı çalışmaya yönelik daimi propagandası altında, kadınlar için uygun görülen yarım zamanlı ve evden çalışılacak her iş, ev işlerinin yükünü karşılıksız olarak üstlendikleri gerçeğini değiştirmediği gibi kadın işi olarak tanımlanan işlerin ücretlerinin düşüklüğü de bizzat sermayenin kârını artırmaktan başka bir fayda sağlamıyor. Bu nedenle kadınların tam zamanlı, nitelikli işlerde çalışmalarını mümkün kılacak bir istihdam politikası gerekiyor.
Çocuk, yaşlı ve hasta bakımının kadınların sırtından alınması kadınların ücretli istihdama katılabilmesinin ön şartı kuşkusuz. Kadın ve erkek toplam elli kişinin çalıştığı her işyerine kreş açılması, daha az kişinin çalıştığı yerlerde işverenin kreş giderini yerel yönetimlere ödemesi ve böylece yerel yönetimlerin her mahalleye açacağı ücretsiz kreşlerin sermaye tarafından finanse edilmesi gerekir. Hem kadınların hem de erkeklerin çalıştığı işyerinde kreş olması durumunda çocukların babaların işyerindeki kreşe gitmesi sağlanmalı, böylece işten sonra babalar bira içmeye ya da kahveye uğrarken anneler çocuğu kreşten almaya koşmamalı.
[12 yıl] zorunlu eğitim ve sonrasında cinsiyete dayalı iş ve meslek ayrımını aşındıracak biçimde kadınların istihdama katılması öngörülmeli; erkek işi diye bilinen nitelikli işlerde kadın+’lara pozitif ayrımcılık yapılmalı; cinsiyete dayalı iş ve meslek ayrımını aşındırmak için eşdeğer işe eşit ücret politikası sıkı sıkıya uygulanmalı. Kadınların çocuk doğurdukları için istihdamda önlerine konan bariyerleri aşmak amacıyla hem kadınlara hem de erkeklere ayrı ayrı doğumdan sonraki ilk bir yıl içinde en fazla ikiye bölünebilecek, altışar aylık ve devredilemez ebeveyn izni verilmeli.
Elbette neoliberalizm (hatta kapitalizm) bugünden yarına ortadan kalkmayacağı için, ev eksenli çalışma söz konusu olduğunda ister mavi yakalı işlerde ister telifle çalışmak gibi kafa emeğine dayalı işlerde[6], işverenlerin işin yapıldığı süre boyunca işçi adına gerekli sosyal güvenlik primlerini yatırmasını sağlayacak, kayıt dışını engelleyecek bir sistem oluşturulmalı.
Yukarıda sayılan taleplerin hayata geçmesi aslında Türkiye’deki sermaye birikiminin boyutu göz önüne alındığında fazlasıyla gerçekçi ve devrimci bir kalkışma anlamına gelmeyen bir feminist siyaset ve sınıf siyaseti ile mümkün. Tabii sınıf hareketi de İstanbul Sözleşmesi sürecindeki basın açıklamasından öteye gitmeyen atıllığından kurtulup kadın+’ları da içeren bir sınıf hareketi olarak kendini yeniden örgütlemeyi düşünürse… Ve kuşkusuz kadınların ev dışında ücretli emek gücüne katılmaları, kadınları evdeki/ailedeki erkek şiddetinden korumayacağı gibi bir yandan işte çalışırken bir yandan ev işlerinin yükü altında yıpranmalarını da bir bütün olarak engellemeyecek. Bundan sonrası bizde yani feminist harekette… Ev işlerini bırak dünya dursun, bırak evi bok götürsün, aile dışında hayat var ve hatta aileniz batsın, diyerek siyaset yapmaya devam edecek olan feminist harekette.
Ama yazıyı buraya kadar okuyan devrimci güçler yine de Kışlık Saray tamamdır feministler ne diyor bu Kurucu Meclis işine diye sorarsalar, önce bir anlaşalım olur ilk cevap. İşçi köylü sovyetlerinin yanı sıra, kadın+ sovyetleri de olacaksa ve ayrıca işçi köylü sovyetleri içinde bağımsız feministler meşru bir bileşen olarak kabul edilecekse, ne gerek var burjuva partilerinin meclisine, bütün iktidar sovyetlere, önerisini bağımsız feministler olarak değerlendirmek makuldür denilebilir!
Dipnotlar:
[1] Kırk kere söyledik yeniden söyleyelim, sosyalist feminizm önce sosyalist sonra feminist olmak değildir. Yani önce AKP faşizmine, neoliberalizme, doğa talanına vd. karşı mücadele edelim, AKP’den sonra sıra erkeklere de gelir diye özetlenemez. Ki Margeret Benston’dan Federici’ye “Marksist feministler de” kapitalizme karşı mücadeleyi kadınların ev içindeki karşılıksız emeğini (yani kadınların ezilmişliğini) eksene alarak bir kapitalizm karşıtı feminist mücadele öngörürler.
[2] https://kazete.com.tr//haber-detay-111104-kilicdaroglundan-kadinlara-yonelik-6-v
[3] Yani teknoloji bu düzeydeyken bari şu toplu çamaşırhane işinden vazgeçilse bir de evden çıkıp çamaşırları çamaşırhanelere götürenlerin de hep kadınlar olduğunu düşünürsek tabir yerindeyse astarı yüzünden pahalıya geliyor demek mümkün.
[4] Agy.
[5] Buradan sonraki talepler esas olarak 2007-2009 arasında feminist hareketin çağrısıyla kurulan, Novamed’le Dayanışma Platformu, kadın hareketinin SSGGS Yasası ve İstihdam Yasası karşıtı kampanyaları ile Sosyalist Feminist Kolektif ’in Erkeklerden Sermayeden Devletten Alacaklıyız Kampanyası’nda, feminist hareketin yıllardır sürdürdüğü mücadelenin somutlanmış çerçevesi olarak ifade edilenlerden seçildi.
[6] Hep deriz feminizm başka kadınları kurtarmak için değil bizzat kendimizi kurtarmak içindir. Mesela tam da bu madde kendim gibi evden çalışıp emeklilik için gerekli prim gün sayısını dolduramayanlar için oldu!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.