Gezi Direnişi karşısında geliştirdikleri taktiklerle savunmaya geçenlerin anlayamadığı, artık “gündüz işte gece direnişte” olan değil, gece gündüz her daim direnişe meyyal, giderek yoksullaşan, açlık sınırın altında yaşayan, işsiz, güvencesiz milyonların patlamaya hazır öfkesi
Geçtiğimiz cumartesi günü Ankara Batıkent’te yapılan “Yoksulluğa, krize ve zamlara karşı buluşuyoruz” başlıklı eylem ve bir gün önce İzmir’de yapılan eylem Saray’ın kalemşörlerini ürküttü. Abdülkadir Selvi hemen Hürriyet’teki köşesinde “Yeni bir Gezi mi?” sorusunu soran bir yazı kaleme alarak dikkatleri Batıkent’e çekti.
Batıkent’te bulunan siyasi parti, sendika, dernek ve mahalle meclislerinden oluşan 22 örgütün ortak yaptığı eyleme muhtarlardan belediye meclis üyelerine kadar birçok kişi de destek verdi. Batıkent’te yapılan eylem, eylem gününde açığa çıkan enerji kadar öncesinde yapılan çalışmalar nedeniyle de önem taşımaktadır. Pazarların, kahvehanelerin, esnafın, mahallelerin tek tek gezilerek eylem sürecinin örgütlenmesi ve bir semtin gündemini oluşturması bakımdan da önem taşımaktadır.
Batıkent’teki eyleme damgasını vuran “geçinemeyenler”di. Batıkent üretim alanları ile yeniden üretim alanlarının iç içe geçmişliğinin belirgin olduğu semtlerden. Meslek sahipleri, “beyaz yakalı” diye anılan büro işçileri, kent dokusunun merkezine yerleşen AVM’lerde, marketlerde, sitelerde, pazarlarda, taksilerde çalışan emekçiler de semtin kimliğini belirliyor.
Gezi korkusu yaşayanların algılayamadığı şey sokağa çıkanların derdinin sadece seküler yaşam alanlarını korumak olmadığı. İnsanlar gerçek anlamda açlık sınırının altında bir yaşama mahkûm edildikleri için sokağa çıkıp tepkilerini dile getiriyor.
O yüzden Batıkent eylemine katılmak isteyen motokuryeler korku salıyor. Kendi ifadeleri ile “her sabah çocuklarıyla helalleşip işe giden” bir kurye her siparişi 30 dakikada kapımıza getirmek için canını ortaya koyuyor. Karşılığında ise açlık sınırının altında bir ücrete mahkûm bırakılıp, yüksek kiralar ve faturalarla cebelleşiyor.
AVM’lerde ve marketlerde çalışanların yüzde sekseninin üzerine kredi kartı borcundan dolayı haciz var. Maaşlarının üçte birine el konuluyor.
Akaryakıta gelen zamlar sonrası taksilerde çalışan emekçiler mazot parası için kontak açıp kapatmaya başladı.
Haftanın her günü bir mahallede, bazen iki mahallede kurulan pazarlarda ne pazarcı esnafı kaldı ne de alışveriş yapan halk. Kredi kartlarının asgarisi ile asgari bir yaşama mahkûm olanlar pazara gidemiyor artık.
Apartman aidatlarını düşürmek için daha az site görevlisine daha fazla iş yükü bindiriliyor. 30 daireye bakan görevli artık 45 daireye 7/24 hizmet vermeye zorlanıyor.
Her gün yeni bir esnaf kepenk kapatırken kepenk kapatmayanlar ise her gün dükkânı siftahsız kapatıyor.
“Tasarrufu seven” emekliler kışı battaniye altında geçiriyor ama tasarruf etmek için değil doğalgazı karşılayacak bütçeleri olmadığı için.
Salgınla birlikte evde bakım yükü artan kadınlar, üstüne bir de tencerenin içine koyacak patates, havuç bulamamanın acısını yaşıyor.
Gençler ise her yere pıtrak gibi açılan kafelerin ancak önünden geçebiliyor artık. Zaten iş bulma hayalleri de kalmamış durumda.
Gezi Direnişi karşısında geliştirdikleri taktiklerle savunmaya geçenlerin anlayamadığı, artık “gündüz işte gece direnişte” olan değil, gece gündüz her daim direnişe meyyal, giderek yoksullaşan, açlık sınırın altında yaşayan, işsiz, güvencesiz milyonların patlamaya hazır öfkesi.
Bu, neoliberal sistemin ve son 19 yıllık uygulayıcısı AKP iktidarının eseridir. Halkı yoksulluğa mahkûm eden de aslanın ağzında bile tek kırıntı bırakmayan da bu sistemdir, toplumsal çöküntünün siyasi sorumluluğu ise bu iktidardadır. Bu iktidar defolup gitmelidir ancak sistem değişmeden yalnız başına iktidarın değişimi çözüm olmayacaktır.
Bir yanda açlığın, yoksulluğun bir yanda sarayların, milyarderlerin olduğu yerde baskı da vardır. AKP-MHP faşizmi de açlık-yoksulluk isyanlarını şiddete, şovenizme, dinci gericiliğe ve kara propagandaya başvurarak bastırmak, öfkesi burnundaki halk kesimlerini pasifize etmek istiyor. O yüzden de açlık-yoksulluk isyanları, içinde özgürlük, demokrasi, eşitlik, laiklik ve adalet taleplerini de barındırıyor. Faşizme karşı verilen mücadelenin bugünkü karakterini keskinleşen sınıfsal çelişkiler belirliyor.
Tam da burada Batıkent’teki bu “geçim” eyleminin aynı zamanda bölgeye musallat olan faşist çetelere bir yanıt olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Faşist iktidarın kitle temelini ve potansiyel sokak gücünü oluşturan, kendilerini gündelik hayatın içine yayılmış şiddetle üreten lümpen gruplar kasım ayı başında bir cinayetle gündeme gelmişti. İki kişi kız çocuklarını taciz ettikleri sırada buna karşı çıkan Haydarcan Kılıçdoğan’ı bıçaklayarak katletmiş, bölge halkı Batıkent Meydan’a musallat olan bu lümpen topluluğa karşı öfkesini dile getirmişti. “Geçinemeyenler”in eylemi aynı zamanda meydanı çetelere bırakmama eylemi oldu.
Batıkent’teki mütevazı deneyim direniş hareketinin birliğinin uçlarını bize göstermiş oldu. Direniş hareketleri temelinde sosyalist hareketin yeniden inşası ve aşağıdan birlik için umut verici bir eylem süreci geçirildi. Öncesi ve sonrasıyla Batıkent’teki eylem süreci, gerçek bir direniş hareketi içinde olması gereken dinamiklerin (işçiler, kadınlar, gençler, esnaf vb.) “seçimi bekleyin” söylemleriyle pasifize edilmeyi reddedip harekete geçebileceğini ortaya koyması bakımından anlamlıydı. İktidardan ve sistem içi muhalefetten gelen pasifikasyon çabaları karşısında, direniş eğilimlerini harekete geçirebilmek açısından örnek alınabilecek bir deneyim oldu.
Bugünlerde yaşanan kur isyanlarında, önümüzdeki dönem yaşanma olasılığı olan gıda, kira isyanlarında yerellerin kendi özgünlüklerine uygun bir biçimde bölgesel birlikler inşa edilebilmelidir. Sokak zorlanmalıdır.
İktidar direniş hareketinin birliğinden yalnızca korkmayacak, kendi stratejisi ile pasifize etmek için harekete geçecektir. Abdülkadir Selvi’nin Batıkent eylemini özel olarak işlemesi yalnızca ürkmesinin sonucu değil aslında iktidarın sokağa yönelik stratejisinin bir parçasıdır. Yavuz Ağıralioğlu gibi “muhalif” unsurların da sokağa karşı çıkarak bu stratejinin parçası haline gelmesi olasıdır. Sokağı denetim altında tutmak için özel görevler üstlenileceklerdir. Ama bu strateji işsiz olan CHP’li ya da İyi Partili gençleri, çocuklarını aç yatıran kadınları, iktidarla değil “evden ailesi ile helalleşip” işe giden güvencesizleri ne kadar etkileyebilir?
Memleketin dört bir tarafında çoban ateşleri yanmaya başladı. Soğuk kış günlerinde evdeki kombiyi kısmak zorunda olan milyonların bağrında bir isyan ateşi harlanıyor. Açlık-yoksulluk isyanları gerçek bir direniş hareketinin olası dinamiklerini ve bu temelde birleşik mücadele zorunluluğunu bize gösteriyor.
“Birleşe birleşe kazanacağız” sloganı bugün geçinemeyenlerin “geçim ittifakında” birleşmesi ile yeni anlamlar kazanacak. Batıkent eylemi bize bunu gösterdi. Motokuryelerin, pazarcıların, taksicilerin, site görevlilerinin, özel okul öğretmenlerinin, market, AVM çalışanlarının, kadınların, işsizlerin, emeklilerin bir eyleme rengini vermesi tesadüfi değildir. Geçinememe derdi farklı emekçi kesimlerini birleştiren ortak derttir. Batıkent’te kendini bu şekilde gösteren geçinemeyenler Karadeniz’de çay üreticisi, Çukurova’da mevsimlik işçi, Ege’de köylü, Marmara Bölgesi’nde fabrika işçisi olarak sahneye çıkabilir.
Yalnız ve güçsüz değiliz! Geçinemeyen ve özgürlük, eşitlik, adalet isteyen milyonlarız. Birlikte güçlüyüz. Bir araya gelelim. Umudunu kaybedene umut, ekmeğini kaybedene ekmek geleceğini kaybedene gelecek olmak için el ele verelim.
Evet geçinemiyoruz! Geçinemeyenleriz! Harekete geçiyoruz!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.