“Kara dünya ne senden ne senin gücünden/Korkmadık boyun eğmedik zındık saçından” türküsü yükseliyordu İzmir Buca Cezaevi idamlık hücrelerinden. En sevdiği türküsüydü bu İlyas Has’ın
Ey gözleri şiir yazan çocuklar
Dünya nasıl da yenik ve yaralı
Yorgun düşmüş avuçlarınızda
Adnan Yücel
12 Eylül döneminde, Buca Cezaevi’nde yatmakta olan bir kısım idamlıkların fotoğrafı bu.
Ayaktakiler soldan sağa: Sedat Yılmazsoy, Ali Akgün, Muzaffer Öztürk, Raşit Tüz, Hıdır Aslan, İsmail Levent Aksan, İlyas Has.
Oturanlar, soldan sağa: Sezai Sarıtaş, Aziz Ögeyik, Memet Uçaroğlu, Feridun Berkin, İbrahim Yalçın Arkan, Fevzi Işık, Veli Biçer.
Birer birer eksiliyor bu fotoğraftakiler.
Önce İlyas vurdu sehpaya tekmeyi Buca Cezaevi’nde.
Son nokta oldu Hıdır’ın Burdur Cezaevi’nde attığı tekme.
İnfazlar durduruldu.
Sedat ve İsmail Levent’i kaybettik yıllar sonra, hücrelerin yadigarı onulmaz hastalıklardan.
***
Aslında 12 Eylül döneminin İzmir’deki ilk idamlıkları TKEP Davası’ndan yargılanmış olan Necati Vardar, Seyit Konuk ve İbrahim Ethem Coşkun idi. İlk onlar şenlendirdi Buca Cezaevi idamlık hücrelerini.
Onlara ‘misafir’ gittik sayılır biz hemen arkalarından, Sedat ve Muzo ile birlikte kaldıkları ‘Ölüm Hücreleri’ne. Onlar alt bölümde, biz üst katta kaldık aylarca.
Enteresan bir yerdi Buca Cezaevi. İdam cezaları onaylananlar infaz günü gelip de darağacına gidene kadar hücrelerde kalırdı. Aslında cezaevi disiplinini çiğneyen mahkumların cezalandırılmaları için yapılmıştı bu hücreler ama konacak başka bir yer bulunmadığı için buralara konuluyordu idamlıklar da. Yer yokluğundan deniliyordu denilmesine de uygulamaya bakıldığında asıl nedenin biz idamlıklara ‘giderayak’ ne kadar çektirirlerse o kadar kârlı olacağını sandıkları da aşikârdı.
Ne kadar da sağlıksızdı o hücreler öyle. Pencerelerin üzeri kalın kalın saclarla kapalıydı ve ısınmak için hiçbir araç yoktu. Rutubet kemiklere kadar işliyordu.
Adı üstünde hücre işte; kısa süreli cezalandırma aracı olarak kullanıldıkları için ne ranza ne de yatak vardı. Beş adım boyu, üç adım eni ve dört metre yüksekliğinde, en dipte yarım bir duvarla kapalı tuvaletiyle polis nezaretinden farksızlardı; tek ayrıcalığımız bir sunta, bir şilte, bir yastık ve iki battaniye idi.
Sıcak bir kentti İzmir, ama buzdolabı gibiydi hücreler. Suntadan şilteye, şilteden kemiklere işliyordu rutubet.
Soğuk mu soğuk bir günde aramızdan alıverdiler Necati, Seyit ve İbrahim’i.
Ben Sedat ve Muzaffer kalakaldık bir süre, öylece.
İyice buza kesmişti hücrelerde.
Ardından peş peşe gelmeye başladı idamlıklar.
***
İlyas da o furya içinde geldi hücrelere. Trakyalı bir genç ne ise, o idi İlyas da.
Garip gelecek belki ama her yeni idamlık geldiğinde hücrelere içten içe seviniyor insan, mutlu oluyor. İdam cezası umurumuzda bile değil; hücrende yapayalnızsın, sıkılıyorsun ve kendine arkadaş arıyorsun. Ve gelen her idamlıkla birlikte, yaşam koşullarını daha iyileştirmek için, mücadeleye daha çok sarılıyorsun.
O tarihlerde, gün aşırı havalandırma hakkını, elektrik sobasını, radyoyu vs. aldık.
Önceleri her hücrede birer kişi kalıyorduk, sonraları ikişer ikişer kalmaya başlamıştık; hatta hücreler arası birbirimizi ziyaret etmeye bile başlamıştık. Hücreler gerçekten de görülmeye değerdi. Öylesine bir ateş yakmıştık ki, Buca ölüm hücrelerinde idama değil, adeta düğüne hazırlanan damat adaylarıydık sanki.
“Ne yani, asmayıp da besleyecek miyiz onları” diyordu birileri.
“Kara dünya ne senden ne senin gücünden/Korkmadık boyun eğmedik zındık saçından” türküsü yükseliyordu İzmir Buca Cezaevi idamlık hücrelerinden. En sevdiği türküsüydü bu İlyas Has’ın. Öyle de güzel söylerdi ki.
Hele de,
‘Gün ışımış güller tomurcuk açmış
Bin bir cefa ile canım yorulu kaldım
Hayat bize biz güzele vurgunuz
Eller kelepçeye canım vurulu kaldım’
dizelerini.
Hepsinin yeri ayrı da Trakyalının apayrı bir yeri vardır bende.
Bir arkadaşıyla Demokrat Gazetesi dağıtmaya çıktığı bir gün, karşılarına bir bekçi çıkar. Arkadaşı bekçiyi vurur. Bekçi ölür. Olayda İlyas yakalanır, yargılanır, idama mahkûm olur ve devlet eliyle öldürülür.
Arkadaşını ihbar etseydi kurtulur muydu mu dediniz?
Aklına bile getirmemiştir ki.
Hep o coşkulu, yoldaşlarına bağlı, devrime inançlı hali ile hatırlıyorum O’nu.
Bugün 7 Ekim 2021.
Sehpaya tekmeyi atışının üzerinden tam 37 yıl geçti.
Şunu bilmeni isterim ki İlyas, Buca Cezaevi ölüm hücrelerinde yaşanılan kardeşlik bir daha başka hiçbir yerde yaşanmadı.
Özlemle anıyorum kardeşim adını…
Sevgiyle…
Bu gece bütün türküler sana…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.