İran’da kadınların doğurganlık haklarına ilişkin yeni yasal gelişmeler, kültürel olarak muhafazakâr ve köktendinci rejimlerin, neoliberalizmle aile formunu iç içe geçirerek devletin gücünü göstermelerinin en özgün ve çarpıcı örneğini ortaya koyuyor. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi de benzer yönelimlerin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle muhafazakâr ve köktendinci rejimlere ulus aşırı feminist dayanışma ile karşı koymak istiyorsak bu eşzamanlı olaylar bir arada analiz edilmeli
Bugün Türkiye ve İran’a baktığımızda ortaya çıkan, dini muhafazakârlık ve neoliberalizmin ilk bakışta iki karşıt düşman yaklaşım gibi görünmelerine rağmen, aynı türden iktidar tezahürünün birbirinin aynı iki yüzü olarak ele alınmaları gerektiği. Bölgedeki gelişmeler çok sayıda rejimin iktidarlarını ayakta tutmak için neoliberal ve patriyarkal dini politikaları bir arada hayata geçirdiğini ortaya koyuyor. Doğurganlık ve biyopolitika bu noktada nüfus denetim mekanizmaları olarak anahtar rol üstleniyorlar. Doğurganlık ve biyopolitika ayrıca, emek piyasasında, toplumsal alanda ve ailede kadınların konumunu belirleyen temel faktörleri oluşturuyorlar.
İran’da kadınların doğurganlık haklarına ilişkin yeni yasal gelişmeler, kültürel olarak muhafazakâr ve köktendinci rejimlerin, neoliberalizmle aile formunu iç içe geçirerek devletin gücünü göstermelerinin en özgün ve çarpıcı örneğini ortaya koyuyor. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi de benzer yönelimlerin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle muhafazakâr ve köktendinci rejimlere ulus aşırı feminist dayanışma ile karşı koymak istiyorsak bu eşzamanlı olaylar bir arada analiz edilmeli.
Bahar Oghalai ve Maria Hartmann kısa zaman önce İranlı feminist, aktivist ve sosyolog Firuze Farvardin ile Rosa Luxemburg Vakfı için neoliberal, patriyarkal muhafazakâr ve köktendinci politikaların iç içe geçmeleri ve birbirlerini güçlendirme biçimleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdiler.
FF: Yeni yasa esas olarak kürtaj vakalarında dini otoriteyi tek karar mercii olarak tanımlıyor. Kuşkusuz İran’daki kadınların doğurganlık hakları ve İran İslam Cumhuriyeti’nin (İİC) doğurganlık politikaları söz konusu olduğunda bunlar geniş kapsamlı değişiklikler olarak görülebilir. Yine de bu gelişmelerin çok da yeni olmadığını söyleyebilirim. 1990’larda İran için nüfus azaltma politikaları esasken, yeni doğum teşvik söyleminin yerleşmesi, çok çocuk yapmanın bilhassa desteklenmesi ve nüfusu artırma politikalarının tarihi Mahmut Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığının ilk yıllarına, 2004-2005’e uzanıyor. İİC medyada, özellikle televizyonda ve filmlerde yaptığı propagandayla o dönemden beri İran’ın düşük nüfus krizinde olduğu fikrini yaygınlaştırma eğilimindeydi.
Yine de bu işin dönüm noktası dini lider Ali Hamaney’in 2012’deki konuşmasıdır. Hamaney İİC’nin 1990’lardaki doğum politikalarını başarısızlık olarak tanımladı ve köklü doğum teşvik politikaları için çağrı yaptı. Hemen konuşmasının ardından İİC’nin konuya ilişkin politikalarında ciddi değişiklikler oldu. Örneğin nüfus yönetimi, üreme sağlığı ve aile planlamasına ilişkin yeni yasalar hazırlandı ve yürürlüğe kondu. Önceki doğurganlık karşıtı düzenlemeler de iptal oldu.
Aile planlamasının yanı sıra aile yasasından nüfus yasasına bir dizi alanda yapılan değişiklikler en sonunda Mart 2021 tarihli yeni masa maddesi altında toparlandı. Bunun İran için anlamı kadınlar ve erkekler için gebelikten koruyan ürün ve önlemlerin desteklenmesinin, dağıtımının ya da sağlanmasının artık mümkün olmayacağıydı. Örneğin kısırlaştırma acil tıbbi durumlar dışında yasadışı hale geldi. Aynı şey kürtaj için de geçerli. Kürtajın İran’da İİC yasalarına göre şeriat kanunları uyarınca her zaman yasadışı olduğunu belirtmek gerekiyor. Yine de doğurganlık karşıtlığının egemen olduğu 1990’larda kürtaja ilişkin açıklıklar söz konusuydu; gebeliğin ilk başlarında özel tıbbi koşullara bağlı olarak yapılabiliyordu. Doğum öncesi teşhislerin yasallaşmasıyla sağlık personeli annenin ya da fetüsün sağlığı için risk oluşturan koşullarda kürtaj tavsiye etme ve yapma yetkisine sahipti.
Tabii ki yeni yasal değişikliklerle doğum öncesi teşhisleri desteklemek ve tavsiye etmek yasadışı hale geldi. Son dönemde kürtaj yasal olarak sadece bir dini otoritenin onay vermesi durumunda yapılabiliyor. Yani kürtaj artık tıbbi kararların değil dini emirlerin sonucu olarak gerçekleşebiliyor.
Devrim sonrası dönemde, İran- Irak savaşı zamanında, 1980’den 1988’e kadar İİC’nin doğum politikaları klasik olarak doğum teşvikine dayanıyordu. Savaştan sonra hükümet İran’da ilk kez yapısal uyum politikalarını ve ekonomik kalkınma politikalarını yürürlüğe koydu. O dönemde İran çok popüler olan başarılı bir aile planlaması programı hayata geçirdi. Popüler olması sadece devlet politikası olmasından kaynaklanmıyordu, halkın özellikle kadınların yaşam tarzında yarattığı değişimler esas nedendi. Bu sürecin sonucunda nüfusta ciddi bir azalma gerçekleşti.
Dönemin düsturu “iki çocuk yeter”di. Bu yönelimin bir parçası olarak değişik doğum kontrol seçenekleri ulaşılabilir hale gelmişti. Erkekler ve kadınlar için kısırlaştırma ücretsizdi ve ülkenin en ücra bölgelerinde bile yapılabiliyordu. Bu dönem boyunca reformlara paralel olarak, kadınlar kamusal alanda, ekonomide ve toplumsal alanda daha fazla var olmaya başladılar. Bu durumun kadınların daha az çocuk sahibi olmaya karar vermeleriyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda kadınların öznelliği gerçekten önemliydi; yani o dönemin değişimlerini sadece devlet politikalarına indirgemiyorum.
1990’larda, tam da devletin özel doğum politikası hedefleri kadınların kendi muhtemel hedefleriyle örtüştü. Bu İİC’nin o dönemde gerçekten kadınların haklarını savunduğu anlamına gelmiyor. Aslında diyebilirim ki kalkınma merkezli ve doğurganlık karşıtı politikaların sonuçları ve çıktıları kısmen, şeriat kanunlarının egemenliğine rağmen kadınların kamusal alanda ve işyerlerindeki varlığına doğrudan, açıkça karşı çıkmıyordu.
Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı olduğu andan itibaren politikaları benim “yeni doğurganlık teşviki” dediğim çizgiye yönelmişti. Bu duruma İİC’nin neoliberal politikaları geliştirmeye devam edişi eşlik etti. Bu bağlamda söz konusu köklü dönüşüm bir dizi özel olayın bir araya gelişiyle gerçekleşti. Bu anlamıyla şu anki durumun temel nedeninin İİC’nin bölge politikalarının değişimi olduğunu söylemek istiyorum. Sonuçta biliyoruz ki İran, nükleer programı nedeniyle şimdiye kadarki en sıkı uluslararası ambargoyla yüz yüze ve bu durum ülke tarihinin en derin ekonomik krizinin yaşanmasına neden oluyor.
Ek olarak İİC, ABD’nin Irak ve Afganistan işgalleri ve “Arap Baharı” denilen isyanlar nedeniyle bölge politikasına daha çok müdahil olmak istedi. Bu değişiklikler nüfus politikalarına tümüyle farklı bir gözle bakılmasına yol açtı. Ayrıca 1990’larda başlayan neoliberalleşme süreci ambargo nedeniyle yoğunlaştı ve yaygınlaştı.
Tüm bu gelişmeler bir araya gelince bütün toplumu kapsayan kriz içinde ancak ülke ekonomisi daha da neoliberalleşirse ayakta kalınabileceği fikri ortaya çıktı. Örneğin ilk adım olarak, güya devlet varlıkları ve girişimleri özelleştirildi. İkinci adım olarak neoliberalleşme politikası, İranlıların sosyal alanlarına uzandı. Sonuçta özelleştirme toplumsal sektörlere sıçradı, eğitim, sosyal güvenlik ve diğer sosyal hizmetler özelleştirmelerden etkilendi. Böylece İİC esneklik politikaları aracılığıyla halkın neoliberal değişimlere ve zorluklara uyum sağlamasını mümkün kılacak bir yol buldu.
Bu koşullar aile alanı söz konusu olduğunda son derece avantajlı bir ortam sağlıyor. İİC yukarıda bahsettiğim esneklik politikaları bağlamında çeşitli düzeylerde sorumluluklarını taşeronlaştırıyor ve çekirdek ailenin iktidarına yaslanıyor.
Büyüyen aile yapılarının teşvik edilmesiyle, kadınlar kamusal hayattan daha fazla dışlanıyor ve enformel ev içi emek türlerine zorlanıyor. Söz konusu enformel emek, ev içi emekten yüksek nitelikli muhasebe ve mimarlık gibi emek türlerine değin bir çeşitlilik içeriyor. Kadınların emeğini ev içine ve enformelleşmeye hapsederek, doğurganlık ve bakım yükümlülüklerini, örneğin neoliberalizmin ortaya çıkardığı yetersizlikler nedeniyle artık devletçe sağlanmayan yaşlı ve/veya çocuk bakım hizmetlerini üstlenmeleri isteniyor. Aynı zamanda çekirdek aile için yüksek nitelikli ama düşük ücretli işçiler olarak para kazanmaları da bekleniyor. Emeğin bu şekilde enformelleşmesi kadınların kamusal görünürlüğünü, kariyerlerine devam etmelerini ve emek piyasalarında hakları için savaşmak amacıyla örgütlenmelerini zorlaştırıyor.
Daha önce de belirttiğim gibi, İİC’nin doğurganlık politikalarındaki bu dönüşümü “yeni doğurganlık teşviki” olarak adlandırarak şimdiki doğurganlık teşvikiyle devrim sonrası doğurganlık teşviki arasındaki farkları vurgulamak istiyorum.
İİC’nin değişen politik mantığı, neoliberalleşmenin ailenin güçlendirilmesiyle nasıl bütünleştiğini görünür kılan bir örnek ve neoliberal politikaların çekirdek aile fikrini nasıl güçlendirdiğini de gösteriyor. Görünüşte halkın kontrol altına alınmasıyla ilintili değil ama aslında İİC’nin ekonomi politiğini aileye entegre ederek ekonomik krizde ayakta kalmayı öngörüyor.
Öncelikle, söz konusu politikalar doğum oranını arttırma hedefi konusunda başarı sağlamadı. Kadınların öznelliklerini ve daha az çocuk yapma eğilimini değiştiremedi. Ne var ki, İİC kadınları özel alana geri iterek, ülkenin ekonomik kriziyle kadınların ucuz emeği ve erkeklerin kadınlar üzerindeki otoritesini arttırarak baş etmeye çalıştı.
Dahası bu gerici politikalar İran’da kadınların üreme sağlığını şiddetli biçimde kötüye götürürken yasadışı kürtajlar ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar yükselişe geçti. Ayrıca daha çok çocuk yapmayı teşvik etmek amacıyla uygulanan politikalar, örneğin devlet katındaki iş pozisyonlarında babalara öncelik verilmesi ya da evlilik ikramiyeleri ile İİC kadınlar için ortalama evlilik yaşının düşmesine neden oldu. Kimi durumlarda kadınlar resmi evlilik yaşı olan 13’ün bile altındaki yaşlarda evlendirildiler.
Doğurganlık hakları gibi konularda, özellikle kürtaja ulaşım hakkında, fazlasıyla ahlaki ve İslami değerlere bağlı kalınması İranlı feministlerin bu konularda açıkça tartışma başlatmasını bir hayli zorlaştırdı. Yine de bütün geriye gidişlere rağmen İranlı feministler gitgide daha fazla emek piyasalarındaki cinsiyete dayalı fark, doğurganlık hakları, bakım işi ve neoliberalleşme arasındaki bağlantı ile ilgileniyorlar. Şu anda bu konu üzerine aktif bir hareket ve kamusal bir kampanya söz konusu olmasa da bu gelişmelerin İran’daki kadınların durumunu olumsuz etkilediğine dair uyarılarda bulunan daha fazla ses yükselmeye başladı.
Bence, hâlâ bir sürü insan neoliberalizmin ideal biçiminin, dinci, ahlakçı, gerici muhafazakâr yaşam tarzına ve değerlerine muhalif bir şey olduğunu düşünürken, her iki örnekte de dini değerlerin, aileyi güçlendirme ve neoliberalizm ilişkisi açısından ne kadar işlevli olduğunu görmek dikkat çekici. Kuşkusuz bahsi geçen iki ülkenin doğurganlık hakları ve ilgili düzenlemeler konusunda farkları var. Ne var ki, neoliberalizmle dini muhafazakârlığın, genellikle cinsiyet eşitliği, doğurganlık hakları ve feminist mücadeleye karşıt olarak, fazlasıyla iç içe geçmesi bağlamında küresel olarak yükselen bir eğilim söz konusu.
Ancak İran’daki kadınların doğurganlık hakları konusunda Türkiye’dekilerin deneyimiyle eşitlenerek ele alınması mümkün değil. Türkiye hep güçlü bir feminist harekete sahip oldu ve bu hareket daima doğurganlık hakları için mücadele etti. Türkiye’de son dönemdeki bütün geri adımlara rağmen doğurganlık politikaları İran’ın çok daha ilerisinde olmaya devam ediyor. Bu anlamıyla hiçbir şekilde aynı başlama noktasında değiliz.
Dahası maalesef, doğurganlık hakları konusunda tersi olması gerekirken, Türkiye’nin İran’ın çizgisine yaklaşma eğilimi söz konusu. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek bu bağlamda ele alınmalı. İran ve Türkiye’deki feministlerin yanı sıra bölgedeki diğer ülkelerdeki feministlerin bir araya gelmesi bu nedenle önemli. Bu konuları daha sistematik olarak tüm bölge ölçeğinde tartışmalıyız. Bilgi ve deneyim paylaşımına ihtiyacımız var. Birlikte direnebilmemizin tek yolu bu.
Yakın gelecekte İran, Türkiye ve başka bölge ülkelerinde benzer geriye gidişlerle karşılaşmaya devam edeceğimizi düşünüyorum. Bu nedenle bu talihsiz gelişmelere ancak birlik olarak karşı koyabileceğimize inanıyorum.
Firuze Farvardin: Cinsellik ve doğurganlık politikaları üzerine araştırma yapmanın yanı sıra İran’daki toplumsal hareketleri araştırıyor. Humboldt Üniversitesi’nde yakın zamanda tamamladığı tezinin başlığı “Neoliberal Aile Politikalarının Doğuşu, İran’da Devletin Yönetişimselleşmesinin Tarihi”.
Bahar Oghalai: Irkçılık eleştirisi ve feminizmin kesişimlerine odaklanan bir sosyal bilimci.
Maria Hartmann: Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki yeni özgürlük hareketleri bağlamında ulus aşırı dayanışma, diaspora aktivizmi sorunları üzerine araştırma, çalışma yapıyor ve politik olarak ilişkileniyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.