Dönemin çatışmalarına işçi sınıfının ve ezilen halkların kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmesini sağlayacak politik organizasyonunu oluşturma görevi sosyalistlerin omzundadır. İktidar bloğunun içine girdiği siyasal krizden faşist saldırganlığı arttırarak çıkmayı tercih edeceği ortadadır. Devrimciler bu saldırganlığı yanıtlayabildikleri oranda etkili siyasal kuvvete dönüşebileceklerdir
Yeni sömürge devletleri, bir dizi emperyalist müdahaleler sonucunda sömürge tipi faşizm dediğimiz yapıya dönüştürülmüştür. Bu devletin yönetim yapısının ana gövdesini hukuk içi olan seçimli (parlamento, belediyeler) ve seçimsiz (güvenlik aygıtları, yargı, maliye, bürokrasi) organlar oluştururken etkin çekirdeğini ise kontrgerilla denilen hukuk dışı yapı oluşturmaktadır.
Emperyalizme bağımlılık esas olarak ekonomik, askeri, siyasal ilişkiler yoluyla tesis edilir; ancak bu bağımlılığın güvencesi, emperyalizmin doğrudan kontrol aracı kontrgerilla aygıtıdır. Kontrgerillanın merkezinde olmadığı bir devlet pekâlâ emperyalizmden bağımsızlaşma yönündeki akımların etkisine girebilir. Kontrgerilla, emperyalizmin sömürge devletlerin yönetimine doğrudan müdahale aygıtıdır.
Türkiye’de sömürge tipi faşist devletin belirleyici aktörü ABD idi. Emperyalizm tarafından Türkiye’ye tampon ülke rolü, orduya da iç savaş ordusu rolü biçilmişti. Yeni Dünya Düzeni ile birlikte Türkiye’ye biçilen rol de değişiklik geçirmek zorundaydı.
Yeni strateji Türkiye’yi ABD’nin yeniden sömürgeleştirme politikalarının Ortadoğu’daki kullanışlı, operasyonel gücü haline getirmekti (BOP adıyla anılan politikalar ve roller). Buna uygun olarak devletin dönüşümü sağlandı. Ergenekon ve diğer operasyonlar, devletin dönüşümü için eski kontrgerilla yapılarının değiştirilmesinin gereğiydi.
Devletin yeni döneme uygun olarak dönüştürülmesinde ABD, AKP ve Fethullah Gülen işbirliği içinde hareket etti. Ancak kontrgerillanın yeniden kuruluşu devlet içinde yeni klikler çatışmasına yol açtı ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından yürütülen operasyonlarla müstakbel kontrgerilla da ciddi bir tasfiyeye uğradı. Sonuç olarak parlamento, ordu, yargı, bürokrasi, polis hatta kontrgerilla tüm yapıları sakatlanmış bir devlet yaratılmış oldu.
Erdoğan, devleti derin bir krize sürükledi ve çözmekte zorlanıyor. Zorlanmasının nedeni devlet krizine ekonomik ve toplumsal krizin eşlik etmesidir. Aslında 2016’dan bu yana bir devlet krizi yaşanmaktadır. Erdoğan bu krizi kitle desteğiyle ve faşist baskılarla yönetebilmeyi bugüne kadar başardı. Bugün krizi yönetememesinin nedeni, devlet krizine ekonomik ve toplumsal krizin eklenmesiyle kitle desteğini ciddi oranda kaybetmesidir (savaş politikalarındaki tıkanıklık ve kapıda görünen yenilgi de eklenmelidir). AKP-MHP faşizmi sadece çok katmanlı krizi yönetebilme sorunu değil iktidarda kalabilme sorunu da yaşamaktadır. Kitle desteğini sağlayamayan AKP-MHP faşizmi, iktidarda kalmanın yolunu muhalefet kesimlerine saldırmakta, faşist saldırganlığı tırmandırmakta arıyor.
Toplumda ciddi bir politikleşme yaşanmaktadır. Tek tek sorunlarının çözümsüzlüğünün sorumlusu olarak siyasi iktidarı gören kitleler, sorunlarının çözümünü bu iktidarın değişmesinde görüyorlar. Sayıları sürekli artan işsizler, düşük ücretlerle, ağır koşullarda çalışmak zorunda kalan, sendikalaşamayan işçiler, maaşları açlık sınırının altına düşürülen emekliler, özerliği yok edilmiş üniversiteler, yurtsuz kalan öğrenciler, demokratik siyasal hakları gaspedilen Kürtler, Aleviler, laik ve modern yaşam isteyenler, hayatta kalma mücadelesi yürüten kadınlar, LGBTler, kentlerini, doğasını yağmaya karşı savunanlar… Ve bütün baskı ve cezalandırmalara rağmen durdurulamayan, kendisi büyük olmasa da büyük hoşnutsuzlukları temsil eden irili ufaklı direnişler. Bu direnişler adeta buzdağlarının görünen kısmı, her an ana gövde ortaya çıkabilir. Ortak özellikleri ise ekonomik ve demokratik taleplerinin gerçekleşebilmesinin yolunu siyasal iktidarın değişiminde ve siyasal sistemin demokratikleşmesinde görmeleri. Başka bir deyişle “eskisi gibi yönetilmek istememeleri.” Devlet krizi var, ekonomik kriz var, toplumsal kriz var ve kitleler eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar.
Emperyalizm çağında kapitalizmin krizleri süreklidir ama çoklu krizlerin üst üste bindiği konjonktürler her zaman oluşmaz. Durumun niteliğini kestirme ifadeyle dile getirirsek koşullar faşizme karşı demokratik devrim mücadelesini temel mücadele görevi olarak tarif ediyor. “Demokratik devrim ile sosyalist devrim arasında Çin Seddi yoktur” (M. Çayan). Demokratik devrimin imkanlarından bahsetmenin abartılı geleceğini biliyorum. Ancak sömürge tipi faşizmin krize girdiği, kontrgerillanın dağıldığı, çoklu krizlerin halkta eskisi gibi yönetilmek istememe tepkisi yarattığı, egemen sınıfın siyasal klikleri arasında çatışmanın giderek sertleştiği, AKP-MHP faşist iktidarının gönderilmesinin toplumun geniş kesiminin arzusu haline dönüştüğü koşullara sosyalistler, bir devrimden başka hangi perspektifle müdahale edebilir. AKP-MHP faşizminin gönderilmesi rolünü Millet İttifakı’na bırakıp sonrasında da iç gerilimlerle malul olacağı bugünden belli yeni iktidarın yeni faşizmi inşa etmesini mi bekleyeceğiz yoksa ona muhalefet rolü mü üstleneceğiz. Egemen sınıfın siyasal fraksiyonları işçi sınıfını ve ezilen halk kesimlerini (şimdilik seçmen olarak) siyasal desteğe çağırıyorlar. AKP-MHP faşizminin saldırganlığı tırmandırdığı, seçimleri iptal ettiği veya hile karıştırdığı, seçimi kaybettiğinde iktidarı bırakmak istemediği durumlarda, halktan istenen destek kendisini daha ileri biçimlerle ve taleplerle ifade etmeyecek olursa bunun tek nedeni devrimci siyasal önderlikten yoksun olması olacaktır. Halkı kendi çıkarları ekseninde siyasete müdahale etmeye devrimcilerin çağırması gerekmez mi? Tarih çeşitli dilimler halinde yaşanmaz, nedenler ve sonuçlar iç içe yaşanır, önceki koşullar altında güne müdahalelerin sonucunda yarının koşulları oluşur; bir dilimine müdahale etmeyip, başka bir dilimine müdahale etmek gibi bir seçicilik yapmaya izin vermez.
Sosyalistlerin faşizme karşı demokratik devrim hedefiyle sürece müdahale etmesinin koşulları hızla olgunlaşmaktadır. Demokratik bir devrim programının dayanacağı siyasal temel “faşizme karşı demokrasi” talebinin toplumun geniş kesimlerinde güncel olmasıdır. Toplumsal temel ise kriz içerisindeki toplumun çok çeşitli kesimlerinde uç veren büyük direniş potansiyelidir. Bugünden belirleyeceğimiz taktikler, atacağımız adımlar işçi sınıfının ve ezilen halk kesimlerinin açığa çıkmakta olan gücünün temsilini egemen sınıfın siyasal fraksiyonlarına (düzen partilerine) bırakmamayı hedeflemelidir.
2020’li yılların kalan kısmının siyasal iktidarı elde tutma ve elde etme savaşlarının damgasını vurduğu bir dönem olacağı ortadadır. Bu on yıllık dönemin 2023’e kadar sürecek birinci döneminde AKP-MHP faşizminin iktidarını koruma atakları gündemi belirleyecektir. İkinci dönemde ise seçimi kaybederlerse iktidarı geri alma atakları ile yeni iktidar blokunun devleti restore etme atakları arasındaki çatışmalar gündemi belirleyecektir [1].
Devrimciler, sosyalistler bu sürecin tüm safhalarında (bugün-seçim-yarın) belirleyici olmaya çalışarak, faşizmin yeniden inşasına izin vermeyen eşitlikçi, demokratik bir cumhuriyetin kuruluşunu hedefleyen bir stratejiyi acilen belirlemeleri gerekiyor. Dönemin çatışmalarına işçi sınıfının ve ezilen halkların kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmesini sağlayacak politik organizasyonunu oluşturma görevi sosyalistlerin omzundadır.
İktidar bloğunun içine girdiği siyasal krizden faşist saldırganlığı arttırarak çıkmayı tercih edeceği ortadadır. Devrimciler bu saldırganlığı yanıtlayabildikleri oranda etkili siyasal kuvvete dönüşebileceklerdir. Bugün faşist saldırganlığa karşı öz savunma ve demokrasi mücadelesi, işçi sınıfının ve ezilen halk kesimlerinin kavgaya kendi çıkarları doğrultusunda dahil edilmesi, işçi sınıfının veya sosyalizmin bağımsız politikasının ortaya konması ve iktidar stratejisi haline dönüştürülmesi süreçleri iç içe geçmiş süreçler olarak düşünülmelidir.
Buraya kadar söylenenleri özetlersek, sosyalistler;
Dipnot:
[1] Sayılan olası gelişmelerin dışında başkaca da olasılıklar da mümkündür, yazıyı daha fazla uzatmamak için hepsine girmeyeceğiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.