Egemen sınıfların çeşitli iktidar seçeneklerinin toplumun geniş emekçi kesimlerinin özlemlerine verebileceği ikna edici bir yanıtı yoktur. Toplumda büyüyen demokrasi talebi, işçi sınıfının ve halkın ezilen diğer kesimlerinin ekonomik ve demokratik talepleri sömürge tipi devletin yeniden yapılanmasını engelleyecek, sosyalistler için ise önemli dayanaklar oluşturabilecek potansiyele sahiptir
ÖN NOT: Burjuvazi demokrasiyi bir halk egemenliği modeli olarak ne düşündü ne de böyle tasarladı. O, Roma’nın büyük mülk ve köle sahiplerinin kolektif egemenliğinin ifadesi olan demokrasiyi model almıştı. Burjuva cumhuriyetleri de sadece yüksek vergi verenlere seçme ve seçilme hakkı tanıyordu.19. yüzyıl boyunca işçi sınıfının genel ve eşit oy, herkese seçme ve seçilme hakkı mücadeleleri, burjuva cumhuriyetlerini halk egemenliği doğrultusunda “esnetti”. Burjuvazinin buna önlemi temsili demokrasiyi devletin bir kısmı için işletmek, başta güvenlik olmak üzere diğer temel yapıları seçim dışı bırakmak oldu.
Emperyalizm ise proleter devrimler ve ulusal kurtuluş savaşları dalgası karşısında sömürgeler üzerindeki hegemonya krizini faşizme başvurarak giderme yöntemini seçti. Yeni sömürge devletlerinin yönetim yapılarını kabaca şöyle tasnif edebiliriz. Temsili ve temsili olmayan organlardan oluşan, işleyiş ve yetkileri hukukla tanımlanan yapılar ile emperyalistlerin güdümünde iç hukuka bağlı olmayan, hukuki yapılara hükmedebilen gücünü esas olarak silahlı kuvvetlerden alan kontrgerilla (sömürge tipi faşizm).
Faşizm, en ağır ve en acımasız sömürü koşullarının dayatıldığı sınıf savaşımının en şiddetli, en kanlı biçimidir.
İkinci paylaşım savaşından güçlenerek çıkan ABD, diğer emperyalist kapitalist ülkelere önderliğini kabul ettirdi. Emperyalist-kapitalist ülkeler için ABD, Sovyetler Birliği karşısındaki her şeyi temsil etmekteydi (askeri, ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel…). Bu nedenle diğer emperyalist, kapitalist ülkeler ABD’nin yeni sömürgelerdeki tüm operasyonlarına onay verdiler. II. Emperyalist Savaş (1945) sonrasında ABD neredeyse bütün ülkelerde CIA eliyle Kontrgerilla/Gladio yapıları oluşturdu. Amaç, komünizmin yayılmasının önlenmesi ve Sovyet işgaline karşı ülkelerin cephe gerisinde silahlı direniş üsleri kurmak olarak sunuldu. ABD, savaş sonunda Sovyet birliklerinden kaçan Nazi subayı Gehlen’i (ve 350 eski Nazi subayını) bu işlerin dünya çapında organizasyonu için görevlendirdi. CIA, NATO aracılığıyla ülkelerin askeri yapılarına sızarak, askeri yapıların gücünü kullanarak, istihbarat örgütleri, yargı, siyasal partiler, dernek ve sendikalara kadar her alanda örgütlendi. Öne sürülen Sovyet işgali hiç gerçekleşmedi ama kontrgerilla (veya Gladio), tüm ülkelerin demokratik yapılarına, seçimlerine müdahale etti. Bağımsızlık hareketlerinin ve halk devrimlerinin bastırılması, komünist partilerin seçimlerde başarı gösterememesi için kirli ve kanlı operasyonlar, suikastlar düzenledi. Sadece komünistlere değil, liberal ve sosyal-demokrat partilere de komünizm karşısında yetersiz kaldıkları gerekçesiyle benzer operasyonlar yapıldı. Müdahale yöntemleri askeri darbeler dahil kirli ve kanlı tüm araçları içeriyordu.
Türkiye, 1952’de NATO’ya üye olduktan sonra Milli Müdafaa Yüksek Kurulu kararıyla kurulan Özel Harp Dairesi, Kontrgerillanın kurucu merkezini oluşturur. 1974’e Ecevit’in Başbakanlığına kadar ÖHD’nin maaşlarını ve giderlerini ABD karşılamış ve Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada (TBMM’nin hemen arkasında) faaliyet yürütmüştür. Kontrgerilla adlandırmasını ilk olarak kullanan Ecevit’tir. Muhalefetteyken Demirel’i kontrgerillayı inkâr etmekle suçlayan, siyasi cinayetlerin arkasında kontrgerillanın bulunduğunu iddia eden Ecevit 1977’de Başbakan olunca, Demirel tarafından varsa kontrgerillanın üzerine gitmesi için sıkıştırılır. Ancak kontrgerillanın merkezinde ordunun olduğunu gören Ecevit suskun kalır. Sadece “sosyal-demokrat” sandığı için Genelkurmay başkanlığına önerdiği Kenan Evren’e işin üzerine gidip ÖHD’yi kontrol altına almasını “rica etmekle” yetinir.
ABD’nin (CIA) Türkiye’de kontrgerillayı ordu ve MİT (MAH) başta olmak üzere birçok kurumda örgütleyip devlet içinde hâkim hale getirmesi zaman alır. 1960’a gelindiğinde henüz hâkim hale gelmemiş olacak ki 27 Mayıs askeri darbesine müdahil olamaz. Darbe ABD karşıtı olmamakla birlikte kontrgerillanın amaçlarına uygun değildir. 1971’e gelindiğinde ancak hakimiyet sağlayabilmiştir. 12 Mart’tan üç gün önce 9 Mart’ta ABD karşıtı Kemalist subayların darbesi son anda önlenerek/ertelenerek 12 Mart darbesi gerçekleştirilir ve ardından ordu içindeki Kemalist subaylara yönelik ciddi tasfiyeler gerçekleştirilir. Kontrgerillanın hakimiyetini ancak 1980’de tam olarak sağladığı görülüyor. Kontrgerillanın devlet içindeki hakimiyetini sağlayabilmesi, sömürge tipi faşizmin kurumsallaşabilmesi NATO’nun kolaylaştırıcılığı ve diğer emperyalist ülkelerin onayına, demokratik muhalefetin cılızlığına ve örgütsüzlüğüne rağmen CIA’nin 20 yılını alıyor. Kontrgerilla 1980’den sonra asıl olarak “Kürt Savaşı”na göre şekil alır ve bir yandan güçlenirken diğer yandan çeşitli çıkar klikleri halinde organize olarak aynı zamanda klikler arası çatışmalara sahne olur ve uyuşturucu, kumar, fuhuş, kara para, özelleştirme ihalelerine müdahale de içinde olmak üzere mafya ve çeşitli suç örgütleriyle iç içe geçer. 1996 Susurluk kazasıyla bu ilişkilerin büyük bir bölümü gözler önüne serilir.
Emperyalizme bağımlılık ekonomik, askeri, siyasal ilişkiler yoluyla tesis edilir; ancak bu bağımlılığın güvencesi kontrgerilla aygıtıdır. Kontrgerillanın işlevi: Devletlerin başta ABD olmak üzere emperyalizmin ve işbirlikçi sermayenin çıkarlarına uyumlu yönetimini sağlamak bunun için politika yapıcılarını yönlendirmek, şantaj yapmak, rüşvet vermek, siyasal gelecek sağlamak, suikast düzenlemek, iç savaşlar çıkartmak ve darbeler yapmak… Yani yeni sömürge ülkelerinin yönetimlerini hukuk dışı yollarla emperyalizmin çıkarlarına bağlı tutmak, emperyalizmden bağımsız politikalar izleyecek hareketleri, devrimci gelişmeleri sabote etmek. Bunun için gerekli meşruluğu genel olarak Sovyet işgali tehdidini, antikomünizm ile sağlarken ülkelerin yerel, özgün yapılarından kaynaklı gerekçeleri de buna ekleyerek başta ordu olmak üzere güvenlik, yargı, bürokrasi, siyaset içerisinde yandaşlar devşirir. Bunlar, ülkeleri için faydalı şeyler yaparken kendilerinin de bundan faydalandığını düşünen işbirlikçilerdir.
Kontrgerilla halkın bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm özlemlerinin gerçekleşebileceği siyasal ortamların gelişmesini düzenli olarak sabote etti. Türkiye’de 6-7 Eylül olayları, askeri darbeler, aydınlara, gazetecilere, üniversite hocalarına suikastler, ilerici üniversite öğrencilerine yönelik kanlı saldırılar, grevlere saldırılar, sendikacılara suikastler, 1 Mayıs 1977, Çorum, Maraş, Sivas, Malatya gibi sola ve Alevilere yönelik kitlesel katliamlar ve sonrasında yaygın olarak Kürtlere yönelik “kirli savaş” kontrgerillanın ülke siyasetini belirleme ve toplumsal muhalefeti ezme operasyonlarıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik paradigması üç tehlike üzerine oturtulmuştu: Komünizm tehlikesi, şeriat tehlikesi ve Kürtçülük (bölücülük) tehlikesi. Bunlar aynı zamanda devletin ideolojik kalıplarının da belirleyeni idi. Kontrgerilla da bu üçayağa oturmaktaydı. Buna uygun olarak Türkiye tampon ülke, ordusu iç savaş ordusu olarak emperyalizm tarafından konumlandırıldı.
Özetle Türkiye’nin emperyalizmle ilişkilerinin kuruluş ve gelişme süreci iki kutuplu dünyanın damgasını taşıyordu. Sosyalist bloğun dağılmasıyla iki kutup ortadan kalktı ve yeni koşullar ortaya çıktı.
– Komünizm ve Sovyet tehdidi, sermaye ve kapitalist devletlerin (sistemin) üzerinden kalktı
– Neoliberalizm küresel bir ekonomi politika olarak hakim oldu
– Emperyalist blok, blok olma özelliğini yitirdi, ABD’nin emperyalist devletler üzerindeki hegemonyası zayıfladı, emperyalistler aralarında “serbest rekabete” başladılar, sistem çok kutuplu hale dönüştü.
– NATO’nun eski fonksiyonu zayıfladı, ABD başta olmak üzere emperyalistler kendi başlarına askeri stratejiler geliştirmeye başladılar.
– Rusya ekonomik zayıflığına rağmen askeri gücüyle, Çin askeri zayıflığına rağmen ekonomik gücüyle dünya ekonomisinde ve siyasetinde belirleyici olmaya başladılar.
Bu kritik değişimlerin Türkiye üzerinde de etkisini göstermesi kaçınılmazdı. Yeni Dünya düzeni ile birlikte ABD tarafından Türkiye’ye biçilen rol değişikliğe uğradı. Sovyetlere karşı tampon ülke rolü geçerliliğini yitirmişti. Siyasal İslam’ın emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden sömürgeleştirme enstrümanı olarak kullanılmasının gereği olarak “şeriat korkusu”, “ılımlı İslamla” giderilmeliydi. Kürtlerin dört ülkede varlık gösterdiği Ortadoğu’da ABD’nin BOP projesinin stratejik ortağı rolü oynayacak devletin Kürt Sorununu “bir biçimde çözüme” kavuşturması sağlanmalıydı. Böylece Türkiye ABD’nin yeniden sömürgeleştirme politikalarının Ortadoğu’daki operasyonel gücü haline getirilebilirdi.
Türkiye’yi ABD’nin yeni stratejisine uygun hale getirmek için, ABD, AKP, Fethullah ortaklığıyla ordudan başlanarak yargıda, poliste, bürokraside, istihbaratta, üniversitelerde, basında kapsamlı bir operasyon yürütüldü. “Ergenekon” ve diğer operasyonlarla eskinin kontrgerillasının tasfiyesi gerçekleştirilirken yeni kontrgerillanın temelleri atıldı. Eski kontrgerillanın tasfiyesi önemli oranda tamamlanmışken AKP ve Fethullah arasında yaşanan çatışma 15 Temmuz 2016 darbesiyle doruk noktasına ulaştı. Çatışmayı Fethullah kaybetti ve ardından ordu başta olmak üzere kontrgerilla kadrolarının büyük kısmını oluşturan Fethullahçılar devletten tasfiye edildiler. Erdoğan bu devlet krizini muhalefetin edilgen tavrı ve kitle desteğiyle geçici olarak aşmayı başardı (2017 referandumunu ve 2018 CB seçimlerini kazanarak)*.
Erdoğan yönetme krizini adeta hurdalıktan topladığı eski kontrgerilla artıklarını yanına alarak, Fethullahçıların yerine başka şeriatçı tarikatları ikame ederek ve “tek adam” yönetiminin tüm imkanlarını kullanarak uzun sayılabilecek bir süre (5 yıl) idare edebildi. Ancak ortadaki kriz alışageldik bir yönetme krizi değil, devlet krizidir. Devlet krizi aynı zamanda toplumu birleştirebilecek bir paradigma krizidir; ne cumhuriyetçidir ne İslamcıdır ne laiktir ne demokrattır ne anti-emperyalisttir ne barışçıdır ne demokratiktir ne diktatoryaldir ne çağdaştır ne gelenekseldir; hiçbiridir, hepsidir. Yapısal olarak da işlevsiz hale getirilmiş parlamento, tamamen tek adama bağlanmış bürokrasi, yok edilmiş denetim mekanizmaları, iktidarın muhalefeti hapsetme ve kontrol aracına dönüştürülmüş bir yargı, tamamen politize edilmiş polis teşkilatı, birer müsteşarlığa dönüştürülmüş bakanlar, her gün yeni bir skandalla çalkalanan derme çatma bir kontrgerilla cihazı, güvenilirliği kalmamış seçimler ve seçim kurulları… Sonuç siyasetçilerle sermaye gruplarının iç içe geçtiği, yolsuzlukların, rüşvetlerin ortalığa saçıldığı, devlet yöneticilerinin mal varlıklarının uluslar arası siyasette şantaj aracı olarak kullanıldığı, devletin tepesindeki yöneticilerin, bakanların ve yargı mensuplarının mafyatik şahsiyetler, kara paracılar ile iç içe geçmiş ilişkileri ve bunların ortalığa saçılan fotoğrafları, kara paradan dolayı gri listeye alınan bir devlet… Bırakın halkın ortak ihtiyaçlarına hizmet etmeyi sermayenin ortak ve genel çıkarlarını temsil edip etmediği tartışılan, kendi çıkarları egemen sınıfların çıkarlarının önüne geçmiş bir devlet aygıtı ve bunun normal sonucu olarak klikler arası çatışmalar. Ve de eşlik eden ekonomik ve toplumsal kriz.
AKP-MHP iktidarının yarattığı ve üstesinden gelmeye çalıştığı devlet krizinin özellikleri bunlardır. İktidar kendi kontrgerillasının onarıp kurumsallaştırmaya, devletin dönüşümünü tamamlamaya çalışıyor. Devlet krizini aşıp faşizmi kurumsallaştırabilmesi için geniş zamana ve tüm muhalefetin ezildiği bir diktatörlüğe ihtiyacı var. Seçimlerle veya başka demokratik yollarla iktidarı devretmeye kolay kolay yanaşmayacağına dair geniş çevrelerde oluşan kanaatin kaynağında bu gerçeklik yatıyor. AKP-MHP faşist ittifakını diğer egemen sınıf hükümetlerinden ayıran bu özelliğidir.
AKP-MHP faşizmi bu devlet krizini çözebilir mi? Devlet krizi, ekonomik ve toplumsal krizle çakıştığı için kitle desteği zayıflamıştır, bu nedenle aşması oldukça zor görünüyor.
Egemen sınıfların AKP-MHP sonrası bir iktidar seçeneğiyle bu devlet krizini çözme imkânı var mıdır? Aynı kriz dinamikleri nedeniyle kolay değildir. Egemen sınıflar emperyalizmden bağımsız bir yeniden yapılandırmayı tercih etmeyeceklerine göre, devletin yeniden yapılandırılmasının (veya restorasyonunun) uzun sürecek iktidar çatışmalarına sahne olması kaçınılmazdır. Bir yandan AKP-MHP ittifakının devletteki kadrolarının ve oluşturdukları kontrgerillanın tasfiyesini önleyip, iktidarı geri alma hamleleri çatışmayı sertleştirip krizi derinleştirirken; diğer yandan eski kontrgerillanın -bir kez daha- tasfiyesi ve devletin yeniden yapılandırılması ihtiyacının kaçınılmaz oluşu yeni krizlere, ordunun da dahil olduğu yeni müdahalelere kapı açacaktır. Emperyalizmin çok merkezli oluşu yeniden yapılanmanın hızlıca tamamlanmasını zorlaştıracak ayrı bir faktördür. Kısacası uzun sürecek bir devlet krizinin sonucu olarak egemen sınıfların siyasal fraksiyonları arasında yaşanacak iktidar çatışmalarıyla ve bu çatışmaların yaratacağı imkanlarla karşı karşıyayız.
Bu sürecin yönünü tayin edecek başka bir güç işçi sınıfı ve halkın ezilen diğer kesimleridir. Egemen sınıfların çeşitli iktidar seçeneklerinin toplumun geniş emekçi kesimlerinin özlemlerine verebileceği ikna edici bir yanıtı yoktur. Toplumda büyüyen demokrasi talebi, işçi sınıfının ve halkın ezilen diğer kesimlerinin ekonomik ve demokratik talepleri sömürge tipi devletin yeniden yapılanmasını engelleyecek, sosyalistler için ise önemli dayanaklar oluşturabilecek potansiyele sahiptir. Tarihin bu kesitinde miadını doldurmuş güçler mi belirleyici olacak, geleceği temsil eden uzun süredir toplumun bağrında mayalanan devrimci güçler mi? Tarihin sarkacı bir süre faşizm ile demokratik devrim arasında salınacaktır. Demokratik bir devrimin imkanlarına yoğunlaşmanın zamanıdır.**
Dipnotlar:
* Neoliberalizmin otoriter, baskıcı, faşist iktidarlara duyduğu gereksinim nedeniyle sermayenin bütün süreç boyunca AKP iktidarını desteklediği ve bu sayede yüksek karlar elde ettiği boyutuna girmeyip yazının daha da uzamaması için sürecin sadece siyasal boyutunu ele alındı.
** Başka bir yazının konusu.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.