Solun bölünmüşlüğünün uluslararası belirleyenleri yok mudur? Darbeli, darbesiz kapitalist dinamiklerin, bu dinamiklere karşı alınan tavırların, kapitalizmin üstesinden gelme strateji ve taktiklerinin bu bölünmüşlüklerde hiç mi payı yoktur?
Katırcıoğlu yazısını şöyle bitiriyor:
Tekrar edelim: HDP, ne söylemiyor da siz söylüyorsunuz ya da aynı anlama gelmek üzere siz ne söylüyorsunuz da HDP söylemiyor?
Umarız bu konuya iyi niyetle cevaplar gelir.
Aşağıda dile getireceğim eleştiriler doğrudan bu soruya ilişkin değil. Bence sorunun kendisi meşru bir soru. Fakat, beni daha çok ilgilendiren Katırcıoğlu’nun yazısının geri kalan kısmı, ele aldığı değişim konusuna nasıl yaklaştığı.
Katırcıoğlu yazısında değişimi hem toplumsal ölçekte hem de daha küçük ölçekte (siyasi gruplar) hatta birey ölçeğinde tartışıyor. Bu tartışma bence oldukça idealist ve voluntarist bir perspektifle yapılıyor. Yazının eleştirmek istediğim yanı bu.
Örnek verelim: “…toplumu ve insanı dıştan kuşatan faktörlere bakmak yeterli olmaz. Olmaz, çünkü toplumun da bireyin de değişimle ilgili verebileceği iradi kararların en az dışsal faktörler kadar değişim sürecini biçimleyeceğini kabul etmemiz gerekir.” İlk başta kaba materyalizmi aşmış, daha esnek ve hoşgörülü bir yaklaşım gibi gözüken bu formülasyonun materyalist perspektiften hayli uzak olduğunu düşünüyorum. Klasik jargonda bazen objektif-sübjektif koşullar diye de tartışılan bu meselede kişinin verebileceği iradi kararlara EN AZ DIŞSAL FAKTÖRLER (objektif/maddi koşullar) kadar önem atfetmek, onların da EN AZ DIŞSAL FAKTÖRLER kadar “değişim sürecini biçimleyeceğini” bir GEREKLİLİK olarak önermek idealist yaklaşımın ve voluntarizmin ifadesidir. İdealisttir, çünkü maddi koşullar (“dışsal faktörler”) asli ve birincil önemde değildir. Voluntaristtir, çünkü kişilerin vereceği iradi kararlar değişim sürecini EN AZ maddi koşullar (“dışsal faktörler”) kadar belirleyebilmektedir.
Katırcıoğlu değişim süreci için geliştirdiği yaklaşımı Türkiye solunun basiretsizliğini, bölünmüşlüğünü açıklamak için kullanmayı deniyor ve diyor ki:
“Türkiye’de ‘sol’, bir türlü kendi içinden bir değişim iradesi üretemiyor. Bugünün ‘sol’unu oluşturan tarih içinde ‘sola’ dıştan yapılan müdahaleler, (askeri darbeleri kastediyorum) ve bu müdahalelerde oluşan karşı duruşlar farklı gruplarda farklı olduğundan, sol cenahın bölünmüş karakterinin bugüne dek sürmesinin de nedeni olmuşlardır.”
Yaklaşım idealist olunca son derece önemli bir konu olan solun bölünmüşlüğü de bence oldukça iradeci (voluntarist) ve yetersiz bir cevapla açıklanıyor: Türkiye’deki askeri darbelere karşı aldıkları tavırları farklı olan sol gruplar bu tavır farklılığı yüzünden bölünmüşlüklerini sürdürüyorlar!
Bölünmüşlüğü açıklama iddiasındaki böylesi tek nedene dayalı indirgemeci bir görüş, bu kadar yerel ve bu kadar iradeci bir yaklaşım ile geliştirilmiş ise nasıl ciddiye alınır bilemiyorum. Askeri darbe yaşamamış ülkelerin sol bölünmüşlüklerini ne yapacağız? Biz bize, onlar kendilerine benzer mi diyeceğiz? Solun bölünmüşlüğünün uluslararası belirleyenleri yok mudur? Darbeli, darbesiz kapitalist dinamiklerin, bu dinamiklere karşı alınan tavırların, kapitalizmin üstesinden gelme strateji ve taktiklerinin bu bölünmüşlüklerde hiç mi payı yoktur?
Bu fazlasıyla yerli malı, fazlasıyla indirgemeci askeri darbe turnusolu ile açıklanabilecek şeylerin sınırına çoktan erişmedik mi?
* Erol Katırcıoğlu, 2021, “Solun Bölünmüşlüğü ve HDP” Yeni Yaşam. 12 Eylül. (https://bit.ly/3nos0zN)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.