Mutluluğumuzu ve refahımızı bilgilerimizi, yaşamımızı paylaşarak bu çetenin eline mi vereceğiz yoksa gerçek dostlarla mı kuracağız? Gelecek tümüyle dijitalleşip bizi köleye mi dönüştürecek yoksa mücadele edip dijital egemenliği insan huzuru ve refahı için mi kullanacağız?
Sayısal (dijital) dünyaya teslim olduk. Vazgeçmek çok zor. Sayısal bağımlılıktan kurtulmak kolay mı?
Sayısal’ın devleri bizi nereye sürüklüyor? Bizden ve yaşamımızdan neleri alıyor, ne veriyor?
Arzularımızı kullanıyorlar, kullandırıyoruz. Yeni gereksinmeler yaratıyorlar ve iştahla üzerlerine atlayıp yiyoruz. Satın alıp kullandığınız nesnelerin ne yararlı olup olmaması önemli ne de yapaylığı, ömrü ya da hiçliği. Yeter ki çelişkileri(mizi) unuttursun. Ekolojik korku yaratılırken sayısal nesnelere olan aşkımız büyüyor ve tehlikesini göremiyoruz, göstermiyorlar.
Artık fısıltı gazetesi değil internet gazetesi önemli.
Tıklamalarla yeni bir dünyanın içine giriyor, var olmayı, yaşamı unutuyoruz, unutturuyorlar.
Tıklamalarla yeni bir kültürün içine kendine özgü bir dille giriyor, sözcük ve kurallarını benimsiyoruz.
Kullandığınız kartlar nerede ne yediğinizi ne satın aldığınızı biliyor. Güvenlik firmaları korku ve gözetim pazarını kullanarak sizlere yeni olanaklar sunuyorlar ama özel koşullarla: Parmak izi, göz resminiz, yüz taraması, ses ve yazınız kullanılarak yeni kartlar oluşturmayı düşünüyorlar. Yakın zamanda her kişinin tek bir kartı olacak ve bu kartla alışverişten, yolculuğa, hastaneden restorana rahatlıkla ve güven içinde gidip geleceksiniz. Büyük birader geldi ve sizinle ilgili tepeden tırnağa her bilgiye sahip olarak sizi yönlendiriyor ve yönlendirecek.
Teknoloji bizi nereye götürecek? Şimdiden terabaytlarla boğuşuyor, internet kesildiğinde küplere biniyoruz. Bizi insanlara, dostlara, doğaya bağlayan tek yolun sayısal dünya olduğu söyleniyor. Parmağınız, sesiniz sizi tanıdığınız, tanımadığınız dünyalara götürüyor. Yeni keşifler yapıyor, yeni insanlarla tanışıyorsunuz. Sanal dünya deniliyor. Bize önemli bilgiler de sağlamıyor değil. Tıp alanında yaşamları kurtarıyor, gezegenlere seyahati kolaylaştırıyor ama sefalete de sürüklüyor.
Salgın sırasında video konferanslarla yakınlarımız ve dostlarımızla görüşebilmenin sevincini yaşıyoruz. Sayısal dünya olmasaydı ne yapardık, diyoruz.
İnsanların yaşam biçimini değiştirme yeteneği belirleyici ve teknoloji de buna yardımcı oluyor. Teknolojik ilerleme ve siyasi tercihlerle istersek gelişebiliyoruz. Yeniliklerle önümüze çıkan engelleri aşabiliyoruz. Teknolojiye egemen olmayı başarıp yaşamımızı doğa da dahil olmak üzere iyileştirme olanağına sahibiz. Tarihte bunun örnekleri çok. Ancak giderek teknoloji bizi esir mi alıyor? Teknolojinin tekelleri bizi nereye götürüyor diye sormamız ve endişelenmemiz gerekli.
Serge Halimi’nin dediği gibi GAFAM (Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft) ABD Başkanı’nın sesini kesebiliyor ve bu da elde ettikleri baş döndürücü güçlerinin ölçüsünü bize gösteriyor. ABD anayasasının ilk maddesi federal devletin ve yerel hükümetlerin sansürüne karşı özgür ifadeyi koruma altına alıyor ama tekel durumunda olan özel şirketlere karşı korumuyor. Onların “ifadeleri” sizin sessizliğiniz oluyor. Kısacası “Yenilenlere merhamet” (Vae victis) ve sizi susturduklarında tüm güç GAFAM’ın elinde. Yine söz edeceğiz bu beşli çeteden.
Cep telefonu, tablet ve bilgisayar arasında sıkışıp kalan yaşamımızda toplumsallığı unutuyor, alanlara çıkmak yerine sayısal platformlarda dolaşıyoruz, eleştiri ve sevincimizi paylaşıyoruz. Kimi kez ses getirmiyor, gösterilere neden olmuyor değil. Ama başka bir dünyaya giriyoruz.
Cep telefonu parmaklarınızın ucunda ve artık gövdenizin bir uzvu sanki. Tümüyle bütünleşiyor ve o parmaklar durmadan ekrana dokunup iletiler yolluyorlar.
Sabah uyanıp kalktığımızda ilk önce bu dünyaya bağlanıyoruz, geziniyor ve kim ileti yollamış diye bakıyoruz. Kahvaltı sonra geliyor.
Sayısal dünyaya bağlanmadığınızda öfkeleniyor ve yeter artık bu aboneliğe son vereceğim diyor ve devam ediyorsunuz.
Sayısal olarak açgözlüyüz. Bellek ölçü birimi olan baytları yutuyoruz.
Çocuklar ellerinde tabletle kahvaltı yapıyor. Bak deden sana ne yollamış, diyoruz.
Çocukları denetlemezseniz sosyal ağlarda karanlık sitelerin içinde avlanıyorlar.
Dokunmadığınız, hissetmediğiniz ve belki de sahte olan resmini gördüğünüz nesnelerin karşısında düşünüyor ve sipariş etsem mi diye karar almaya çalışıyorsunuz.
Yolda, trende, otobüste, kahvede ekrana başımızı gömüp dışardaki manzarayı es geçiyoruz. Yaşlıya yer vermek yerine kafamızı ekrana kilitliyoruz.
Karda, kışta okuluna kimi kez yalın ayakla gitmeye çalışan o güzelim çocuklar ekranlarınıza düşmüyor. Düşse de vah vah deyip resmi arkadaşlarımıza yolluyoruz. Beğeni almayı, sanal dünyada görünür olmayı tercih ediyoruz. Donan ayakları unutuyoruz.
Gittiğiniz yerlerde, kahvede, lokantada, terminalde internet var mı yok mu diye soruyor, yoksa kızıyorsunuz. Keşke cep telefonunda internetim olsaydı diyorsunuz ama fiyatı size uygun gelmiyor. Kimi de gıdadan, çocuğun mamasından kesip abone oluyor. İnternet yoksa madara oluyorsunuz çünkü.
2009 yılında 247 milyar e-posta yollamışız. 2010 yılında satılan tablet sayısı 5 milyon.
3G’ye sahip cep telefonunun bir yılda yol açtığı karbondioksit salımı miktarı 250-380 km hız yapan otomobil ile aynı. Ama biz ekolojik yönünü değil akıllı olmasını tercih ediyoruz.
Telefonla tabletle “bağlantılı nesnelere” bağlanıyoruz. Bu nesneler günlük yaşamımızı kolaylaştırıyor. Piyasa öyle diyor. Siz tembelliğe ittiklerini söylemiyorlar. Sabah kalkınca çay, kahve makinasında çayınız, kahveniz hazır oluyor. Duşta sıcak su sizi bekliyor. Hava durumunu sesli olarak dinliyorsunuz.
Bu arada şarkılar devreye giriyor. Evden çıkarken alarm devreye giriyor. İşyerinden evinizi gözetliyorsunuz. Ailenizi de arkadaşlarınızı da… Eve geri geldiğinizde ışıklar otomatik olarak yanıyor. Sizi hiç yormuyorlar. Buzdolabı ise almanız gereken yiyecekleri size söylüyor.
Arabanızın her yeri sayısalla donatılı. Hele GPS yok mu, istediğiniz yere sizi ulaştırıyor.
Otobüs saatini cepten öğreniyorsunuz. Ne büyük kolaylık! Taksiyi cepten çağırıyorsunuz.
Yardım etmek, yardım çağırmak yerine kazayı, kavgayı, yangını, küfrü videoya çekiyorsunuz. Anında sosyal ağlara yollayıp ne kadar beğeni aldığınızla övünüyorsunuz.
Kimi kez bu tür videolar kimi polisiye olayların çözümüne yardımcı olabiliyor.
Spor yaparken nabzınızı, koştuğunuz mesafeyi alet ölçüyor, harcadığınız kaloriyi tıklayarak öğreniyorsunuz. Nesne yanınızda olmadan spora gitmiyorsunuz. Gerekirse sağlık bilgileri doktora aktarılıyor.
Hele alışveriş yok mu, ne rahatlık. Yiyecekten giyeceğe, esrardan ilaca her şeyi ısmarlayıp adresinize gelmesini sağlıyorsunuz. Ambalajları ise ne yapacağınızı bilmeden çöpe atıyorsunuz.
Yapay zekâ, algoritmalar yardımıyla akıllı kentler, binalar, akıllı ve özerk arabalar, akıllı ameliyat makineleri, akıllı yollar, insana benzeyen akıllı robotlar yaratılıyor. Hepsi de sayısal dünyaya bağlı. En ufak arızada olabilecek kargaşayı onlar düşünmüyor ama siz düşünün. Uzun süren bir elektrik arızasını ve bunun sayısal dünyada yaratacağı sonuçları düşünün. Kartınızı kullanamaz ve alışveriş yapamazsınız; evde bozuk para ararsınız. Bankadan para da çekemezsiniz. Depremlerde hatların nasıl kesildiğini ya da yoğun olarak kullanıldığında nasıl kesildiğini ve yardımların zorlaştığını gördük. Neyse ki hastanelerde jeneratörler anında devreye giriyor da sorun çıkmıyor. Ama su ve elektrik şebekesi sayısal yoluyla uzaktan kumandalı. Arıza giderilinceye kadar sayısaldan uzaksınız. Kimi kez uzaklaşmak fena da olmuyor.
Peki 4G, 5G radyasyon dalgalarına ne demeli? Sağlığa verdiği zarar az çok biliniyor. Telefonla uzun süre konuşmayın, kulağınıza dayamayın, pantolon cebinizde taşımayın diye uzmanlar uyarıda bulunuyor. Antenlerden uzak durun diyorlar.
Bilgi korsanları ise ayrı bir konu. Adınızı, kartınızı, adresinizi kullanıyorlar, Tehdit ve göz korkutma ile kişi ve şirketlerden para koparmaya çalışıyorlar. Siyasi eylem olarak bilgileri çalıyor ya da bilgileri kilitliyorlar. Siber saldırı ya da siber güvenlik ise devletler arası savaşın bir simgesi. Sosyal ağlar yoluyla siber saldırılar düzenlenip ülkelerin iç siyasetine karışılıyor.
Sözcükler değişiyor, kısaltmalar çoğalıyor, yabancı sözcüklerin anlamını bilmeden kullanıyorsunuz. Neşenizi, kahkahanızı, üzüntünüz, telaşınızı, duyarlılığınızı o ünlü resimlerle (emotikon mu diyorsunuz?) açıklıyorsunuz.
Evet arkadaşlarınıza kolaylıkla erişiyor, kimi zaman kaybolan arkadaşlarınızı buluyorsunuz. Ama genelde ekrandan konuşuyorsunuz. Oturup birlikte çay, kahve içmek bile zor geliyor. Birlikte olduğunuzda ise hemen cep’ler masaya koyuluyor. Ya beni ararlarsa ve duymazsam korkusu sizi kaplıyor. Bugüne kadar atalarımız cepsiz nasıl yaşadı diye sorular soruyorsunuz.
Sayısal dünyanın tüm olanaklarını kullanırken şu köye hala internet gitmemiş diye hayıflanıyorsunuz.
Tüm bu olanaklar ne kadar elektrik tüketiyor ne kadar karbondioksit salıyor diye hiç ama hiç düşünmüyorsunuz. O meşhur “veri merkezleri”nin ne kadar salım yaptığı umurunuzda değil.
Cep telefonu, tablet, bilgisayar, veri merkezlerinin üretimi ve kurulması için ne kadar nadir cevherin kullanıldığını, bunların nasıl çıkarıldığını, bunları toz ve gürültü içinde çıkaran insanların nasıl sömürüldüğünü, zehirlendiğini, ömürlerinin kısaldığını ve bu insanların bu olanaklardan yararlanmadığını, onların ailelerini düşünmüyorsunuz bile. Sefalet ücretleriyle GAFAM’ı zengin ederek bu yaşamdan ayrılıp gidiyorlar.
Doğaya verilen zararı ise uzun uzun anlatmaya gerek yok. O güzelim ağaçlar nasıl kesiliyor, o güzelim kuşlar nasıl ölüyor, o güzelim canlılar nasıl yaşam alanlarını terk ediyor. Biraz düşünseniz nasıl olur. Bir an için şu kahrolası telefonu bırakıp onların yerine kendinizi koyun.
Dünyanın yeni kralları. Milyar dolarlara oynayan teknolojinin devleri. Kölesi olduğumuz bilginin efendileri. Güçleri o kadar fazla ki nasıl sınırlarız, nasıl düzenleriz diye düşünülüyor.
Çin gerekirse yasaklıyor ama Alibaba’sı, TikTok’u milyarlarla oynuyor. Yasalar boyun eğiyor.
Geç olmadan bu dipsiz kuyudan nasıl çıkabiliriz diye çözümler aranıyor.
ÇİN 300.000 metrekarelik alanda, 200 Mega Watt elektrik tüketen ve maliyeti 1,6 milyar dolar olan veri merkezi kuruyor. ABD de boş burmuyor. Nevada’da 600.000 metrekarelik veri merkezi kuruyor.
Sayısal dünyanın bu tekelleri ve Büyük Veri’nin sahipleri sizi tuvalette bile izliyor. Ergin Yıldızoğlu’nun dediği gibi “izleme-gözetleme kapitalizmi” sizi yakından izliyor.
İnternet’ten alışveriş yaptığınızda alışkanlıklarınız, zevkleriniz biliniyor. Arkasından reklamlarla ekranınız donatılıyor. Kaçma, kurtulma olanağınız yok eğer ağlara girerseniz.
Cep telefonu ve GPS ile nereye gittiğiniz açıkça belli. Ara sıra gezilerinizle ilgili fotoğraflar ve bilgiler size ulaşıyor. İsterseniz size bir fotoğraf albümü hazırlayalım diyorlar.
Sokağa çıkma yasağı dönemlerinde sizin sokağa çıkıp çıkmadığınızı gözetliyorlar. Belki bu bilgiler bir yerlere de sızdırılıyor.
Arkadaşlarınız kimler, nerede oturuyorlar, ne zaman buluşuyorsunuz biliyorlar.
Siyasi düşüncenizi biliyorlar. Fazla ileri giderseniz hesabınız kapatılıyor. Var mı mahkemelerde itiraz olanağınız?
Naomi Klein’ın yazdığı gibi Hindistan’da milliyetçi Başbakan Modi, GAFAM işbirliğiyle ekolojistleri sosyal ağlarda tuzağa düşürüp yakalanmalarını sağlıyor. Şubat ayında 22 yaşındaki ekolojist Disha Ravi bu şekilde yakalandı ve mahkemeye sevk edildi.
Yeni çıkan elektrik sayaçlarıyla ne zaman çamaşır makinesini, ne zaman bulaşık makinesini kullandığınız ve ne kadar duş aldığınız biliniyor. Bu bilgiler ilgili üreticilere iletiliyor, tabii ücret karşılığında.
Tuvalette bile izleniyorsunuz. Bir Japon firması bağlantılı tuvalet öneriyor. Adı Toto. Tuvalet alıcılarla donatılı ve bir yazılım dışkınızı, idrarınızı inceliyor. Sonra cep telefonunuza tahlil sonuçları geliyor. Gelmeden önce sonuçlar değerlendiriliyor ve artık sağlık raporunuz elinizde. Bu bağlantılı tuvaletlerin hastanelere, sağlık ve huzur evlerine yerleştirilmesi düşünülüyor. Pazarın genişliğine bakın. Japon işi, akıl işi.
Peki sayısal dünyadan uzak olanları, akıllı cep telefonuna sahip olamayanları, bilgisayarı olmayan ya da olanağı olmayanları cezalandıracak mıyız? Bu insanlar ne yapacaklar? Sayısal dünyaya karşı olanlar olduğu gibi bu dünyaya giremeyen insanlar için ne yapacağız? İnternet almama özgürlüğüne sahip olmamız bizi kimi hizmetlerden mahrum bırakmaz zorunda mı? Bu insanlara sayısalın dışında nasıl hizmet verilmeli gibi konuları da düşünmeliyiz.
Bunun en güzel örneği salgın nedeniyle giderek ön düzleme çıkan uzaktan eğitimdir. Tableti olmayan, sayısal dünyaya bağlanamayan öğrencilere nasıl eğitim vereceğiz? Suçlu olan kim?
Zor günlerden geçiyoruz. Karar vermek zor ve kolay. Özel yaşamınız beşli çetenin elinde. Kimse benim özel yaşamıma karışamaz diyemezsiniz. Kullanmayacaksınız sosyal ağları ya da katlanacaksınız sonuçlarına. Nasıl karşı koyabiliriz?
Sayısal dünya bizim isteklerimize, istediğimiz bilgilere göre değil ama bizim yerimize düşünüp harekete geçen makineler bağlı. Bütün bunları sözüm ona güvenliğimiz ve sağlığımız için yapıyorlar.
Mutluluğumuzu ve refahımızı bilgilerimizi, yaşamımızı paylaşarak bu çetenin eline mi vereceğiz yoksa gerçek dostlarla mı kuracağız?
Gelecek tümüyle sayısallaşıp bizi köleye mi dönüştürecek yoksa mücadele edip sayısal egemenliği insan huzuru ve refahı için mi kullanacağız?
“Sayısal casus” ve “sayısal engizisyon” altında mı yaşayacağız?
Karar verin, en azından gelecek kuşaklar için. Şimdiden sizleri uyarmaya çalışan bir yazı bu.
Bir kitap:
Shoshana Zuboff: L’Age du capitalisme de surveillance, zulma, essais, 2020
Kaynaklar:
İsmail Kılınç, GAFA(M) kuşağı ve çocukları, sendika.org, 18 Kasım 2017.
İsmail Kılınç, Dijital kirlilik, sendika.org, 15 Mart 2020.
Serge Halimi, Taisez-vous, le Monde diplomatique, Şubat 2021.
Leigh Phillips, Mirages de la décroissance, le Monde diplomatique, Şubat 2021.
Jade Lindgaard, Je crise climatique, Découverte, 2014.
Ergin Yıldızoğlu, Distopya ile ütopya arasında, Cumhuriyet gazetesi, 1 Mart 2021.
Corinne Morel Darleux, Je ne veux pas d’une vie entièrement numérique, reporterre.net, 27 Şubat 2021.
Naomi Klein, Quand les géants du Web aident l’İnde à traquer les défenseurs du climat, Liberation, 14 Mart 2021.
Sante Alertes, 3 Mart 2021.
Claude-Marie Vadrot, La grande surveillance, seuil, 2007.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.