Mersin’de yangınlar yanacak bir şey kalmayıncaya kadar sürdü. Ateş en son taşlara dayandı ve taşlar hala sıcak. Evsizler hâlâ nereye gideceğini bilmiyor. Yardımlar ve yardım vaatleri çok ancak güven veren adımlar yok. Devlet evsizlerin değil şantiyelerin ve kredilerin hesabını yapıyor. Halk ormanlarının, evlerinin, seralarının külleri üstünde devletle arasındaki bağı sorguluyor
Orman yangınlarının ardından Mersin Halkevi olarak bir heyet oluşturup, yangın bölgelerine ihtiyaç tespiti ve gözlem yapmak üzere iki ziyaret düzenledik. İlk gidişimizde Mersin merkezden yola çıktık ve yaklaşık iki saat sonra Silifke’ye vardığımızda ilkin yanan ağaçlar, yanmaya ramak kala kurtulan evler, yanmış bir iş makinesi karşıladı bizi. Bu şekilde yaklaşık 1,5 saat boyunca ilerledik ve bu süre bizim için inanılmaz acı verici bir biçimde devam etti.
Ormanın ne durumda olduğunu görmek için yangının başladığı ilk yer olan Pembecik Köyü’ne gittik. Köyün camisinde gelen yardımlar yığınla toplanmıştı, çevresinde gönüllü olarak yardım dağıtımında çalışan insanlar vardı. Orada evi yanan insanlarla, yardımların gönüllü dağıtımında çalışan insanlarla sohbet etme fırsatı bulduk. Nelere ihtiyaç olduğunu sorduğumuzda genel anlamıyla yiyecek giyecek gibi ihtiyaçların halkın, belediyelerin topladığı yardımlarla karşılandığını belirttiler. Yanan evlerinin içinde paralarının da yanmasıyla birlikte ped, ıslak mendil gibi hijyenik malzemeleri bittiğinde ilerleyen zamanda bu malzemeleri alamayacaklarından, hijyenik malzeme desteğine ihtiyaçları olabileceğinden bahsettiler. Ancak en temel ihtiyacın, evi yanan insanların evlerinin yapılması olduğunu belirttiler.
Pembecik Köyü’nde toplam altı ev ve çokça muz serası yanmıştı.
Gönüllü olarak dağıtımda çalışanlara yangına yapılan müdahale hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzda özetle şu yanıtları aldık:
Yangın bir doğal afettir, yazları havalar ısındıkça ara ara yangın çıkar, burada daha önce de burada çıktı. Bu yangın da ilk başta küçüktü ancak itfaiyeler Manavgat’a yardıma gittiği için giden ekiplerin dönüşünü beklemek zorunda kaldık. Bu sırada yangın büyüdü. İtfaiyeler geldiğinde ormanda yanan alana gidemediler ve yangın bulundukları noktaya gelince müdahale edebileceklerini söylediler.
Orman yollarının yangına uygun düzenlenmemesi ilk elden yangına müdahale etmeyi çok zor kılmıştı. Bizler yaşlı çocuk demeden itfaiye ekipleriyle birlikte yangını söndürmek için çalıştık ancak helikopterin olmayışı, köyde yeterli yangın havuzunun olmaması ve itfaiye sayısının yetersiz olması, rüzgârın da çok hızlı olmasıyla yangının çok hızlı büyümesine sebebiyet verdi.
Helikopter geldiğinde yangın kontrol altına alınamaz hale gelmişti. Aslında kimin yaktığını veya yakmadığını tartışacağımıza eksikliklere bakmamız gerek. Bir daha bu durumun yaşanmaması için gerekli tüm eksiklikler giderilmeli. Bu eksiklikler; yangın havuzlarının az olması, orman yollarının yangın durumuna göre dizaynı ve helikopter, itfaiye gibi yangın söndürme araçların sayısının arttırılması.
Köy halkı ile sohbetimiz bittikten sonra Aydıncık’a doğru orman yolundan devam ettik. Yanacak ağacın bile kalmadığı bir bölgeye geldiğimizde fotoğraf çekmek için durduk. Bir tepeye çıktım. Çıkarken yerle temasım çok olmadığı için sıcaklığı çok hissetmemiştim ancak inerken kayıp düşmemek için taşları çok sıkı tutmam gerekti ve elimi attığımda avucumun yapışmaya başladığını hissedip elimi çektim. Taş çok sıcaktı. Buradaki yangın bitmiş olsa da sıcaklığı hala toprakta, taşlarda vardı ve soğutma işleminin ne kadar önemli olduğunu o an anladım.
Genel anlamıyla ilk gidişimizde yöre halkının söylemleri ve bizim gözlemlerimiz üzerine şunları sıralayabiliriz:
Yangın iki hatta çıkıyor. Birinci hatta (Gülnar-Bozyazı-Aydıncık) ilk olarak Pembecik Köyü’nde başlayıp çevre köylere yayılıyor. İkinci hat ise Silifke-Boğsak-Yeşilovacık. Konuştuğumuz insanlardan bazıları “Yangın kontrol altına alınmadı, yanacak başka bir şey kalmadığı için yangın kendiliğinden söndü” dedi. Yangına müdahale için yeterli ekipmanın, aracın olmadığı ve zamanında müdahale edilmediği herkes tarafından söylendi. Aynı zamanda Pembecik Köyü’nde çıkan yangından 15 gün önce ilk yangının çıktığı, yeterince soğutma işlemi yapılmadan ekiplerin damgalama işlemine yönlendirildiği ve bundan dolayı yeterince soğutulmayan alanların yeniden alevlendiği iddiası da var. İnsanların asıl talebi yanan evlerinin, seralarının onarılması, tarım alanlarındaki zararların karşılanması. Ev onarımları yapıldıktan sonra beyaz eşya gibi ev eşyaları ihtiyaçlarının da karşılanması talepler arasında.
İkinci gidişimizde ise evi yanan insanlarla görüştüğümüzde devletin hasar raporlarını tutmaya başladığı ve ödeneklerin ayrılmaya başladığını ancak gelen yetkililerin evlerin ne zaman yapılacağına dair bilgi vermediğini de öğrenmiş olduk. Aydıncık’ta 57 ev yandığı için bu evlerde kalan insanlar şu anda komşularında misafir olarak kalıyor. Evlerinin ne zaman yapılacağını, bu misafirlik durumunun daha ne kadar devam edeceğini bilmedikleri için kiralık ev arayışına da girmiş olan insanlar var. Henüz Aydıncık’ta evinin yapımına başlanan kimse yok. Hatta bazı evlerin ağır hasarlı rapor edilmesine rağmen yıkım kararının olup olmadığı da hala belirsiz. Aydıncık’ta yangın bölgesinde inşaat yapımına yönelik TOKİ’nin ihaleye girdiğine dair ayrıca bir iddia bulunmakta. Yöre halkı ev sahibi olmak için borçluluk içinde yaşamak istemiyor. Kısa zaman içerisinde evlerinin ne zaman ve kim tarafından yapılacağına dair bilgi verilmesini istiyorlar.
Yöre halkından bir kesim AKP’lilere ayrıcalık tanındığını düşünüyor. Bunu şöyle ifade ediyorlar:
İki katlı yangından etkilenen dış boyası is olan perdeleri bile yanmamış bir ev var. Bu evde her kat için onarım en fazla 10 bin lira tutar ancak o eve her kat için 30 bin lira ödenek çıktı. Karaseki Mahallesi’nin çoğunluğu AKP’li, yanan 9 ev olmasına rağmen yanan ev sayısının kaydı 30 olarak tutuldu. Yardımlar ilk elden o mahallenin derneğine aktı sonra diğer mahallelere geldi.
Yanmış olan evlerden birindeki ziyaretimize zabıta ekipleri denk geldi. Halkın desteğiyle toplanan yardımlardan gelen buzdolabını getirmişlerdi. Buzdolabını teslim ettiklerine yönelik fotoğraf çekmek istediler. İlk başta ev sahibi kadının fotoğrafını çektiler. Evin küçük çocuğu koşarak geldi “beni de çek” dedi. Çok güzel bir şekilde gülerek poz verdi. Çok mutlu oldu buzdolapları olmuştu. Ancak o buzdolabını koyacakları bir evleri yok henüz…
Tüm bu gözlemlerimiz sonucunda ilk sorumuzu soralım: Genel Hayata Etkili Afet Bölgesi ilan edilen Silifke ve Aydıncık ilçelerinde yaralar halk yararı gözetilerek devlet tarafından mı sarılacak yoksa TOKİ ile insanlar borçlandırılarak, şirketlerin yararı gözetilerek mi yaralar sarılacak?
Nitekim Silifke Belediye Başkanı Sadık Altunok 2 Ağustos’ta verdiği bir röportajda “Vatandaşların evleri anında yapılacak. Devlet, zor zamanlar geçiren vatandaşın yanında” demişti. Tam da burada da söylendiği gibi devlet, zor zamanlar geçiren insanların barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlarını oy verdiği parti fark etmeksizin, ayrımcı bir tavır sergilemeksizin, ücretsiz karşılamak zorunda. Genel Hayata Etkili Afet Bölgesi ilan edilmesi de bunu zorunlu kılar. Ancak gözlemlediğimiz kadarıyla hala hasar tespit raporlarının sonucu çıkmayan insanlar var. Buna pek tabii “anında müdahale” diyemeyiz.
Sonuç olarak gözlemlerimiz sonucunda aciliyeti olan durumları öncelikle yanan evlerin devlet tarafından yapılması, ev eşyalarının tamamlanması, zarar görmüş seraların, tarım alanlarının zararının karşılanması, bu süreçte evinde kalamayan insanların kira parası gibi ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması, hanelerde öğretim gören kişilerin kitap, defter gibi gerekli araç gereçlerinin devlet tarafından sağlanması şeklinde sıralayabiliriz.
Ayrıca iklim krizini de göz önünde bulundurarak hiç gecikmeden orman yollarının yangın riskine uygun olarak yeniden düzenlenmesi, yangın havuzlarının arttırılması ve yangın söndürme araçlarının sayısının yeterli seviyeye çıkartılması gerekiyor.
Son olarak uzun vadede yapılması gereken ise iklim krizini derinleştiren, rant ve kâr uğruna yapılan anti-ekolojik uygulamaların tamamından vazgeçilmesi ve ekolojiyi temel alan onarıcı politikaların geliştirilmesidir. İklim krizinin en ağır faturası yoksul halka ve o ekosistem içinde yaşayan canlılara kesiliyor. Yangın oluyor, “çok şükür can kaybımız yok” deniyor, ölen milyonlarca hayvan, yanan ağaçlar yok sayılarak… “Evlerinizi devlet yapacak, devlet arkanızda” diyenler bir görünüp sonra ortadan kayboluyor, hala evlerin yıkım kararı olup olmadığı belli değil, insanlar evsiz. Sel oluyor “HES’ler zarar gördü” açıklaması ile karşılaşıyoruz. Görüyoruz ki 80 kişinin hayatı bir HES’ten daha kıymetsiz onlar için.
Daha önce “Bu HES’ler ölüm getirecek” diyen Metin Hoca’nın sesi kulaklarımızda yankılanıyor. Onu öldürenleri de biliyoruz. 80 kişinin katillerini de tanıyoruz. Bunca ormanın, evin, seranın, hayvanın yanmasına, göz yumanları da biliyoruz.
Devlet gerekli önlemleri almıyor ve sonucunda ölen, mağdur olan, canı yanan, en ağır sonuçlarla karşılaşan biz, yoksul halk oluyoruz. İşte tam da bu anda aslında mevcut devletin bir eleştirisi olan ve yeniden kurulması gerekene işaret eden Havva Ana’nın sözlerini hatırlıyoruz: “Kimdir devlet?” “Devlet benim”, “Devlet, bizim sayemizde devlettir.” Devlet, bir afet durumunda dahi toplumsal çıkar yerine sermayenin çıkarlarını gözeterek sınıfsal karakterini gizleme gereği duymuyorsa yapacağımız temel şey sermayenin çıkarları üzerine kurulu bu talan düzeni karşısında toplumsal ve ekolojik çıkar ekseninde örgütlenmek ve siyasete böylesi bağımsız bir hattan müdahale etmek olabilir ancak. Tüm renkliliğimizle, haklılığımızla ve direncimizle…
Çünkü sermayenin çıkarları, bizim halk olarak yaşam hakkımız ile çatışıyor.
Sermayenin derdi, devletin rotası belli. Biz halk yararına, toplumsal çıkarlar doğrultusunda yeni bir rota belirlemek istiyoruz. Gücümüz birlikteliğimiz, örgütlülüğümüzdür. Gücümüzü mücadele ederek daha da büyütüp bu var olan kirli, kanlı, çürümüş düzeni değiştirebiliriz, değiştirmeliyiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.