Vail Katmiş, Şubat 2013’te İdlip’e geldiklerinde bir ahır bulup burayı düzenleyerek yaşanılır hale getirdiklerini içi kan ağlayarak anlatıyor. Bir yıl yaşadıkları İdlip’te, yaşlılar ve kadınların çatışmaların kesildiği köy ve kasabalarına döndüğünü, gençlerin bir bölümünün de Suriye ordusuna katıldığını dile getiriyor. Diğer gençlerin de ailelerinin geçimine katkıda bulunmak amacıyla Türkiye’ye geçtiğinin altını çiziyor.
Göç, özellikle Homo Erectus türümüzün iki ayağı üzerinde tam durabilmesi ve ateşi bularak besinleri pişirerek yemesiyle birlikte Afrika içindeki dolaşımını kıta dışına da başlatmasıyla yoğunluk kazanmıştır. Bugünkü verilere göre yaklaşık 2 milyon yıllık göç olgusu, zamanla değişik boyutlar kazanmış ve günümüzün temel sorunlarından biri haline gelmiştir. Gerek Birleşmiş Milletler, gerekse uluslararası diğer kurum ve kuruluşlar tarafından geliştirilen hukuki çerçevesinden çok, göç olgusunun Dünya’nın tüm bölgelerini, özellikle Avrupa ülkelerini derinden etkilediği görülmektedir. Avrupa’nın da bir parçası olan Türkiye, kıtalararası geçiş noktasında bulunması nedeniyle her dönem göç olgusunun tüm boyutlarıyla yaşandığı bir coğrafya olmuştur.
Tarihsel ve toplumsal bakımdan bugünkü Türkiye coğrafyasının, göç olgusunun iki temel sonucuyla karşı karşıya kaldığını söyleyebiliriz. Birincisi, farklı bölgelerden göçle kavimlerin ya da halkların harmanlandığı, böylece kültürel zenginliğin meydana geldiği geliştirici bir sonuç olarak, tarihsel akış içinde bu coğrafyanın yeni uygarlıklara ev sahipliği yapmasını sağlamıştır. Bunun somutlandığı en önemli yer, Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’dir. İkincisi de, göçler veya ticari faaliyetlerin kesişme noktası olması nedeniyle salgın hastalıklar başta olmak üzere savaş veya işgale uğrama riski hep yüksektir. Bilinen en eski veba salgını belgelerinin Anadolu merkezli bir uygarlık olan Hititlerde bulunması, nerdeyse 100 yıldır doğrudan bir savaş yaşanmamasına karşın son örneğini Suriye’de gördüğümüz savaşlar ve işgaller nedeniyle çevre ülkelerden, değişik coğrafyalardan sürekli göç alması da bunun somut örnekleridir.
Bu veriler ışığında, günümüz Türkiye coğrafyasında yaşanan en önemli göç olgusu Suriyeli mültecilerdir. Kavramsal tartışmalar sürmekle birlikte BM’nin hukuki tanımlamasına göre geçici sığınmacılıktan mülteci konumuna geçen Suriyelilerin Türkiye’deki sayısı Ocak 2021 itibariyle 3 milyon 700 bin civarındadır. Resmi kayıtları olmayanlarla birlikte 5 milyonu bulan Suriyeli mültecilerin, Mart 2011’den bu yana Lübnan’dan başlayarak Ürdün, Türkiye, Irak ve Mısır’da yoğunlaştıkları biliniyor. Göç dalgasının Türkiye’de en üst noktaya sıçradığı 2015’ten bu yana da Suriyeli mültecilerle ilgili sorunlar birincil gündem olmaya devam ediyor. Barınma, beslenme, sağlık, çalışma gibi temel konu başlıklarının önüne geçen bir sorun olarak Suriyeli çocukların, gençlerin eğitimi üzerinde durmak istiyoruz. Mültecilerin eğitimiyle ilgili Türkiye’de MEB başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş yanında BM, AB vd. uluslararası kuruluşların çalışmalar yürüttükleri görülüyor. Üyesi bulunduğum Eğitim Sen’in de bu konuda raporlar hazırlayıp Eğitim Enternasyonali vd. kuruluşlara gönderdiğini biliyoruz. Her kurum ve kuruluşun bu olguya yaklaşımı, deneyimlemesi ve ürettiği politikaların değişim seyri başlı başına değerlendirilmesi gereken bir konu. Ancak, şunun altını ülkemizin acı gerçeği olarak çizmeliyim. Birçok konuda olduğu gibi 2003’ten beri AB projeleri olarak yürütülen çalışmaların, alınan fonların kalıcı olmayan çalışmalara harcandığı gerçeği, Suriyeli mültecilerin eğitimiyle ilgili yapılan çalışmalarda da yaşanmıştır.
Bu yazımızda, Suriyeli mültecilerin eğitimi konusunda Hatay Arsuz’da yaşanan deneyimi, mülteci eğitimcilerden Vail Katmiş’in gözüyle değerlendirmek istiyoruz. Vail Öğretmen, 1986’da Hama’da doğmuş. Halep Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olduktan sonra doğduğu kentte öğretmenliğe başlamış. Emperyalist ülkelerin müdahalesi ve içerideki sorunların yarattığı gerilimden yararlanan işbirlikçilerin desteğiyle çatışmaların Suriye’nin güneyinden kuzeyine doğru yaygınlaştığı iki yıl boyunca doğduğu toprakları terk etmemek için direnmiş. 2013’te Hama’da çatışmalar yoğunlaşıp yaşamlarını sürdürme olanağı kalmayınca ailesiyle birlikte bir traktöre binerek İdlip’e doğru harekete geçmişler. “Hayatta kalmak, ölümden kurtulmak için ilk adımı attık”tan sonra İdlip’e gelene kadar bombaların, silahların altında kayıplar vererek, ölümle burun buruna gelerek yolculuk yapmışlar. 25 kişinin bindiği traktörden birinin yolda düşerek arkadan gelen aracın altında kalıp can verdiğini gördüğünde kanının beynine sıçradığı anı hatırlayınca gözleri buğulanan, göğsü sıkışan, benzi solan Vail Öğretmen’le 4 Haziran 2021’de İskenderun’da yaptığımız görüşmemizin etkisinde o kadar kaldım ki bir ay bunları kaleme alamadığımı belirtmek isterim. Türkçesi yeterli olmadığı için bu görüşmemizde çevirmenlik yapan Arsuz Belediyesi Kültür Sosyal İşler Müdürü Hüseyin Yangın’a ayrıca teşekkür ediyorum. Hüseyin Bey’le Vail Öğretmen, beş yıldır Arsuz’da ortaya çıkan Suriyelilerle ilgili her sorunu dayanışmayla çözmenin mutluluğunu yaşıyorlar. Onların insancıl ve evrensel değerlerle donanmış kişilikleri doğrultusunda geliştirdikleri dostluğu takdir ederek ve yaptıkları çalışmaların başkalarınca da örnek alınmasını dileyerek söyleşmemizden tuttuğum notları paylaşmak istiyorum.
Vail Katmiş, Şubat 2013’te İdlip’e geldiklerinde bir ahır bulup burayı düzenleyerek yaşanılır hale getirdiklerini içi kan ağlayarak anlatıyor. Bir yıl yaşadıkları İdlip’te, yaşlılar ve kadınların çatışmaların kesildiği köy ve kasabalarına döndüğünü, gençlerin bir bölümünün de Suriye ordusuna katıldığını dile getiriyor. Diğer gençlerin de ailelerinin geçimine katkıda bulunmak amacıyla Türkiye’ye geçtiğinin altını çiziyor. İdlip’te kaldıkları dönemde mayınların, bombaların patladığı, kurşun yağmuruna tutuldukları bir ortamda yaşadıklarını belirtiyor. At izinin it izine karıştığı, dostla düşmanın kim olduğunun ve kurşunun nerden geldiğinin bilinmediği bir kaotik ortamda yaşam mücadelesi vermenin zorluklarının sözcüklerle anlatılamayacağının altını çiziyor. Bu koşullar altında Aralık 2013’te Yeman adlı kızlarının dünyaya geldiğini buruk bir sevinçle betimliyor. Kızlarının doğumunun kendilerine ve ülkelerine iyilik getirmesini düşünerek “Hayırlı” anlamına gelen “Yeman” adını verdiklerine dikkatimizi çekiyor. “Kızımızın savaşın sona ermesine, bize ve ülkemize hayır getirmesine vesile olması için ona Yeman adını eşimle verdiğimiz saatlerde çok yakınımızda bombalar patlamıştı. O anda yüreğimiz ağzımızda nasıl korktuğumuzu size anlatamam.” diyor. Vail Öğretmen’in konuşması sırasında yüzünün aldığı durumu, burada ifade etmekte zorlandığımı belirtmeliyim.
2014’e girdiklerinde artık İdlip’te yaşayamayacaklarını, geriye dönüş koşullarının da kalmadığını anlıyorlar. 1 Nisan 2014’te Türkiye’nin Reyhanlı sınırına yakın Suriye’nin Harim kasabasına geliyorlar ve buradan gece Asi Nehri’nin Türkiye tarafındaki Hacıpaşa köyüne geçiyorlar. Jandarma kendilerini yakalayıp karakola getirdiğinde “Nereye gitmek istersin?” sorusuna muhatap olunca şaşırıyor. Beklemediği bu soruya, “Arsuz’da eniştem var. Onların yanına gitmek isterim.” yanıtını veriyor. Eniştesinin de kendilerinden bir buçuk ay önce Arsuz Madenli’ye geldiğini bildiklerini söylüyor. Bu, Suriyeli mülteciler arasındaki iletişimin güçlü olduğunu gösteriyor.
Eniştelerinin yanına yerleştikten sonra Madenli’deki tarlalarda, bahçelerde çalışmaya başlıyorlar. Karı koca bezelye toplarken günlüklerinin 20 TL olduğunu, üstüne basa basa söylüyor. Dünyanın her tarafında mültecilerin çok ucuz işgücü olarak, yeni bir ücretli köle pazarı oluşturduğunu, Vail Öğretmen’in verdiği başka örneklerden de anlıyoruz. Bunları ederken, daha önce yazdığım Suriyeli mültecilerle ilgili öyküler aklıma geliyor ve yeni öykü konuları çoğalıyor. Toplumcu gerçekçi anlayışta ortaklaştığımız yazar dostum Sadık Güvenç’in “Alçağın Teki” kitabında yer alan Salih Kalfa öyküsü belleğimde canlanıyor. Ercüment Akdeniz’in “Mülteci İşçiler” kitabında anlatılanlar, bilincimi harlıyor. Beynim bunlarla meşgulken, Vail Öğretmen’in yeniden duygusallaşan sesi birden öfkeye bürünüyor. Hüseyin Bey, şöyle çeviriyor bu öfkeli sesin anlattıklarını: “Güneşin altında eşimle birlikte bezelye toplarken, ağacın gölgesine bıraktığımız Yeman’ımızı arada bir kontrol ediyorduk. Öğleye doğru tekrar kontrol ettiğimde ağladığını duydum. Kucağıma aldığım halde ağlaması devam edince, her tarafını incelemeye başladım. Bir baktım ki kulağına bir kurtçuk girmiş. Beynimden vurulmuşa döndüm. O anda içimde biriken acıların, öfkenin hepsini ‘Savaşı çıkaranlara lanet olsun!’ diyerek dile getirdim. Eşim de ağıtlar yakmaya başladı.”
Madenli’de yaşadıkları zorluklara, çektikleri sıkıntılara, İdlip’te yaşadıklarından sonra katlanmaları kolaylaşıyor. Her şeyden önce ölüm tehlikesini üzerlerinden atıyorlar, huzur içinde uykuya dalabiliyorlar. Ancak, her gün yürekleri terk ettikleri topraklar, orada bıraktıkları canlar için atmaya devam ediyor. Tarla ve bahçe işlerinden sonra iki yıl kadar seramik işinde çalışıyor. UNICEF projesiyle İskenderun’da yapılan sınavda 83 puan alarak Büyükdere Geçici Eğitim Merkezi’ndeki Farah Okulunda göreve başlıyor. (2011’den 2019’a kadar geçici okul uygulaması devam ediyor Türkiye’de.) İlk aylık ücreti olarak 900 TL almış. Bu ücretle geçimini sağlayamadığı için Suriyelilerin Kırıkhan’daki Kamarayn Ekmek Fabrikası’ndan Arsuz’daki Suriyelilere satılmak üzere ekmek getirterek dağıtımını organize edip ek gelir sağlıyor.
Vail Katmiş Öğretmen, Arsuz ve çevresinde 2 bin civarında Suriyelinin yaşadığını söylüyor. Beden gücüyle çalışan gençlerin çoğunlukta olduklarını, bunların da tarla ve bahçe işlerinde, inşaatlarda, seramikte, hizmet sektöründe çalıştıklarını dile getiriyor. Reyhanlı, Antakya, Kırıkhan ve İskenderun’da kendi adlarına market, toptancı dükkanı açanların olduğunu ama Arsuz’dakilerin böyle bir girişimlerinin bulunmadığını belirtiyor. Suriye’den gıda, kozmetik ürünleri getirerek satanların çoğunlukta bulunduğunun altını çiziyor.
Arsuz ve çevresinde bulunan Suriyeliler arasında 10 kişinin üniversite mezunu olduğunu, ancak mühendis ve öğretmenlerin de inşaat işinde çalıştıklarını vurguluyor. Kendisinin, ülkesinden gelenlerle ilgilenip sorunlarını çözmek için uğraşırken, çok farklı taleplerle karşılaştığını dile getiren Vail Öğretmen, “Çocuklar hastalandığında onlara eşlik edip Sağlık Ocağı’na giderek çevirmenliklerini yapıyorum. Çünkü, ben olmadan gittiklerinde dertlerini anlatamadıkları için zaman zaman doktorlarla tartıştıkları, hatta kavga ettikleri oluyordu.” dediğinde, araya giren Hüseyin Bey, “Bir doktorumuzla sorun yaşanmıştı. Bu konuda çok duyarlı olan Kaymakamımızın devreye girmesiyle olay çözümlendi. Ondan sonra da bir sıkıntı olmadı.” örneğini veriyor.
Suriyeli ailelerin çocuklarından okula hiç gidemeyenlerin evlerine giderek onlara eğitim verdiğini dile getiren Vail Öğretmen, onları rehabilite ettiğini söylüyor. Erkek çocuklarının iş bulmalarına, meslek öğrenmelerine yardımcı oluyor. Kız çocuklarınınsa psikolojik açıdan daha sorunlu olduklarının altını çiziyor. Onları okumaya yönlendirmek için çok uğraştığını açıklıyor. Bu uğraşıları nedeniyle bazen ailesine, üç çocuğuna yeterince zaman ayıramadığını vurguluyor.
Geçici Eğitim Merkezlerinin kapatılmasıyla birlikte 2019’da Arsuz İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesindeki Akçalı Naci Uyar İlkokulu’nda öğretmenliğe başlıyor. Okulun Rehber Öğretmeniyle çok uyumlu çalışarak okuldaki Suriyeli ailelerin çocuklarıyla Arsuzlu çocukların kaynaşmalarını, eğitim düzeylerinin yükselmesini sağlıyorlar. Bunlardan söz ederken gözleri buğulanan ve heyecanlanan Vail Öğretmen, şunları dile getiriyor: “Okulda Suriyeli ailelerin çocukları bana gelip, ‘Türk çocuk bana bağırdı.’ ya da ‘Türk çocuk bana vurdu.’ diyerek bir şey yapmamı istiyorlardı. Rehber Öğretmenimizle görüşüp sorunu çözüyorduk. Ayrıca bana gelip böyle diyen çocuklara, ‘Bundan sonra Suriyeli, Türk çocuk demek yok. Okul arkadaşım ya da sınıf arkadaşım, diyeceksiniz.’ telkiniyle bu hitap biçiminin yarattığı ayrımcılığı ortadan kaldırdım. Eğitimciliğimde beni en çok etkileyen olay, çocukların üç yıl içinde bunu davranışa dönüştürmeleri oldu.”
Suriyeli çocukların evrensel ve insani değerler kazanmaları, Arsuzlu öğrencilerle uyumlu bir öğrenim görmeleri, özellikle kız çocuklarının okumaları için yoğun çaba gösteren Vail Öğretmen’in aldığı ücret, ne yazık ki asgari ücretin de altında. 2020 TL aylık alıyor. Bugün ülkemizde genel olarak kamu emekçilerinin ücretlerinin, ülkemizde 2021 yoksulluk sınırının 9.332 TL olduğu dikkate alındığında ortalama olarak bunun yarısına denk geldiğini söyleyebilir. Vail Öğretmen’in ücreti, onun da yarısı bile değil. Bu acı tablodan hareketle, Dünya’da sermayenin ücret köleliği sistemini emekçilere dayatırken işsizliği de tehdit olarak kullandığını biliyoruz. Son yıllarda birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de mültecileri tehdit olarak gösteren politikalar uygulanmaktadır. Bu nedenle tarım, inşaat, hizmet sektörlerinde sık sık Türkiyeli-Suriyeli mülteci çatışmalarına tanık olmaktayız. Avrupa ülkeleri başta olmak üzere ülkemizde de “mülteci düşmanlığı”nın körüklendiğine tanık olmaktayız. Oysa, mülteciliğin, esas olarak göç olgusunun müsebbibi de savaş ve işgallere, işsizlik ve kuraklığa yol açan politikaları insanlığa dayatanlar. Tüm emek üretenler birleşip dayanıştıklarında, her türlü ayrımcılığa ve haksızlığa son verebilirler. Vail Öğretmen’le Hüseyin Yangın Bey’in, Rehber Öğretmen’in dayanışarak Arsuz’daki bazı yanlışları düzeltmeleri gibi…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.