Böyle bir süreçte “AKP kendini konsolide edebilir mi? Ederse hangi yolla edebilir?” sorusu önem kazanıyor. Mevcut koşullarda ‘çekirdek kitle’ diye tanımlanan, tabanı dışındaki muhafazakâr kitleye ulaşması ve ikna etmesi gerekmekte ki bu yolu zaten deniyor. Bu atağın hedef olan kitleler nezdinde karşılık bulabilmesi, söz konusu kitlelerin “maddi” mükafatlandırılmasıyla denenebilir ancak bunun da sınırları vardır. Dolayısıyla bunun yanında başvurulacak yol herkesin tahmin ettiği gibi ‘olağanüstü’ bir durum yaratmaktır
Eskiden espri konusu olan, eleştirilen “Türkiye Doğu ile Batı arasında bir köprüdür” biçiminde ifade edilen söylemi özleyebileceğimiz, sol cenah da dahil, aklımıza gelir miydi? AKP iktidarıyla gelinen aşamada denklemden Batı düşmüş durumda. Gelinen aşamada Türkiye, hızla bir Doğu, hatta Ortadoğu ülkesi pozisyonuna yerleşiyor. Elbette bazı “özgünlüklerini” yeni pozisyona taşıyarak! İktidar açısından yeni pozisyon ne olabilir? Yaşanılan süreçte AKP için, iktidarının sürdürülmesine hizmet edecek her olanak kullanılabilir durumdadır. AKP esas olarak iki alanda ciddi sorun yaşamaktadır: Birincisi, kendi içinde başladığının aşikâr olduğu parti içi sorunlar. İkincisi, uluslararası ilişkiler bağlamındaki sorunlar. AKP içinde yaşanılan sorunlar henüz netleşmemiş durumda.
Sorunların açık bir biçimde dile getirilmesi AKP kadroları açısından pek mümkün görünmüyor. Ancak kamuoyuna sızan bilgiler bir rahatsızlığının olduğunu gösterir nitelikte. Elbette bu rahatsızlığa dair bilgilerin mutlak bir karşılığı yok. Seçime dair yapılan kamuoyu araştırmalarında ortaya çıkan sonuçlar AKP’nin bu anlamda sona yaklaştığı anlamına geliyor gibi görünüyor; ancak o kadar emin olmamakta fayda var. Önümüzdeki seçim sürecinde AKP’nin mutlak olarak kaybetme olasılığı muhalefetin tavrına bağlı olarak netleşecek. Normal şartlarda bu kabul edilebilir sınırlarında da, değilse nasıl düşünmek lazım? AKP bir sürecin sonunda ortaya çıkan bir yapılanma. Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte uluslararası dengelerin kapitalist blok lehine dönüştürülmesinde işlevsel olarak görülen “ılımlı İslam” anlayışının bir ürünü. Bir başka ifadeyle söylenecek olursa; Soğuk Savaş diye adlandırılan dönem elbette bıçakla kesilmedi, zaman içinde değişen ve yansıyan sonuçları var. Bu sonuçlardan biri AKP olarak karşımıza çıktı. AKP, yirmi yıllık tarihin hem vekili hem de sorumlusudur. Bu sürece kendilerini sol liberal olarak adlandıranların desteği de aklımızda olması gerekir. Bu siyaseten bir yanlıştı, sadece onu hatırlamamızda fayda var.
Aslında sorun herhangi olay ya da olguya kendi gerçekliği ve tarihselliğiyle bakmak gerektiği ile ilgili. Bugün itibariyle hüküm süren iktidar, hafızalarında duran İslami bir yapılanmayı hayata geçirecek bir potansiyele sahip olduğunu gösterdi? Bununla beraber bir soru ve/veya sorun: AKP bu tahayyülünü iktidar olanaklarını kullanarak hangi alanlarda hayata geçirdi ve bunu hangi kurumlar aracılığıyla tahkim etmeye devam ediyor? AKP, bilindiği gibi iktidara gelirken ve geldikten sonra ilk yıllarında kendi kitlesine ‘biraz sabredin’ derken, diğer taraftan mevcut kurumsal yapıyı dönüştüreceğine dair sözler vererek, bu kurumsallıkla sorun yaşayanların bir kısmı ne yazık ki “kandırıldı”. Burada kullandığım “kandırıldı” ifadesi yanlış anlaşılmasın! “Sosyalist” olduğunu düşünen, öyle hisseden bir grup arkadaş, yukarıda vurgulanan toplumsal olaylara tarihsel bakmak perspektifinden, yine tarihsel olarak, uzak oldukları için böyle bir noktaya geldiler. En azından sol tarihe kötü bir not olarak düşeceklerdir. Bu arada bu yanlışı fark eden arkadaşları tenzih ederim. Bu kadar zaman sonra hala “yetmez ama evet” diyen varsa söyleyecek bir şey yok. Bugün ne söylerlerse söylesinler hala bu konuda bir laf edilmiyorsa, aktif siyasetten vazgeçmiş bile olsalar, taraflarını belirlemişler anlamına gelir bu suskunluk. Elbette bu bir tercihtir ancak bu süreçten sonra hala “sol” bir söylem içinde bulunmaları abestir.
Yukarıda vurgulananlar, sol söylemin bir kısmının gafleti olarak ortaya çıktı, mevcut iktidar aslına rücu ederek bu süreci asli hedefine göre belirledi ve gerçekleştirdiği kurumsal dönüşümle yeni bir ortam yarattı. Ortam diyorum çünkü bugün içinde yaşadığımız sistemin siyasal teori açısından geçmişe dönük bir izi yok. İktidarın ‘biz yaptık oldu’ anlayışının inşa edildiği bir yapılanma içindeyiz. Bu faşizmdir. Ancak devletin bütün olanaklarını kullanmakta olan “güçlü” iktidar, yapılan anketlerin genelinde geçmişe göre bir hayli düşük bir pozisyonda çıkıyor. Yukarıdaki vurguya dönersek, amaçlarına uygun bir kurumsal dönüşümü gerçekleştiren AKP, kimseyi kandırmadığını söylemedi ama kendi tasarrufunda yürümekte. Eski “nitelikli” cemaat elamanlarını kaybettikten sonra “vasat” elemanlarla bütün alanlardaki beceriksizliklerini keyfi bir yönetim anlayışıyla telafi etmeye çalışarak devam ediyorlar. Genel olarak muhalefetin hareket alanını kısıtlamaya dönük bir anlayışın önümüzdeki günlerde daha aktif bir biçimde devreye sokulacağı iktidarın söylemlerinde bariz bir biçimde dillendiriliyor.
Böyle bir süreçte “AKP kendini konsolide edebilir mi? Ederse hangi yolla edebilir?” sorusu önem kazanıyor. Mevcut koşullarda ‘çekirdek kitle’ diye tanımlanan, tabanı dışındaki muhafazakâr kitleye ulaşması ve ikna etmesi gerekmekte ki bu yolu zaten deniyor. Bu atağın hedef olan kitleler nezdinde karşılık bulabilmesi, söz konusu kitlelerin “maddi” mükafatlandırılmasıyla denenebilir, ancak bunun da sınırları vardır. Dolayısıyla bunun yanında başvurulacak yol herkesin tahmin ettiği gibi ‘olağanüstü’ bir durum yaratmaktır. Bu anlamda iktidarın elinde kullanabileceği iki olanaktan biri Suriye meselesidir. Buradaki hareketliliği arttırıp, “şehitler” yaratarak içeride bir konsolidasyona gidilmesi mümkündür ki bu durum hala sürmektedir. Bir diğeri ise malum Afganistan meselesi. Bu durumun gerekçelendirilmesinin hedef kitlesi açısından zor olmadığı düşünülüyor olabilir; ama Suriye meselesi kadar da kolay olmayacağı açık. AKP en güçlü olduğu dönemde 1 Mart Tezkeresi’ni meclisten geçirememiş olduğunun hafızasıyla davranıyor anlaşılan. Çünkü partinin önde gelen sözcüleri bile ortak bir dile sahip görünmüyor.
Ancak Afganistan meselesine bize sunulanın dışından bakmaya da çalışmak lazım. Devletin hiç bilmediğimiz dip akıntılarının olduğu malum. Anlaşılan, Afganistan meselesi yeni bir şey değil. Son süreçte gündemin en kritik maddesi, uyuşturucu ve kara para aklama meseleleri. Afganistan bu trafiğin başladığı yer. TSK güvenlik gerekçesi ve söylemiyle Kâbil’e gidecek. Sonrasını göreceğiz!
Bir iktidarın savaşı bir araç olarak kullanıp iktidarını tahkim etmesi bilinen bir pratik. Yerlerinden edilmiş binlerce Afganistanlının Türkiye sınırlarından girmesi bir insanlık dramı ve aynı zamanda potansiyel bir politik sorundur. Elbette neye nasıl evirileceğini öngörmek zor.
Mehmet Türkay: Prof. Dr.(E.), Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.