Aslına bakılırsa bizim bütün yapılarımızın sovyetik ruhta-yönelimde olması gerekir. Lenin’in, “en demokratik burjuva cumhuriyetinden bin kez daha demokratik” dediği sovyet, salt bir örgüt modeli değil, bir politik/örgütsel tarzdır aynı zamanda
“Pisliği devrim temizler!”
Hem Türkiye’nin çürümüş düzenini hem de bu cehennemden çıkış yolunu berrak biçimde dillendiren nefis bir slogan bu. Peki bu bir eylem sloganı mıdır bugün? Yani yakın bir devrim beklentisinden hareket eden somut bir harekât planı var mıdır arkasında? Yoktur. O halde bir ajitasyon sloganıdır ve bu bağlamda ele alındığında isabetlidir.
Devrimin ne olduğu ve nasıl gerçekleşebileceği üzerine düşünüp yazmada, zaman zaman hafıza tazelemekte hiçbir beis yok. Fakat devrime ilişkin genel doğruları aktüel durum analizine dayanan somut politik-taktik önermelere ikame etmek bizi bir tür politikasızlığa sürükleyebilir; tıpkı salt güncel taktiklere hapsolup stratejik devrim hedefini gözden yitirmenin reformizme kapı aralayabileceği gibi. Bu iki eksen arasında “politika yapıcıları” sola ve sağa çeken gerilimler olduğunu gözardı edemeyiz. Sağın teşhisi pek zor değildir, sola sapan yol ise biraz daha karmaşıktır; her zaman eylemde değil, radikal bir söylemin perdelediği eylemsizlikte de ifadesini bulabilir.
Ahmet Güneş yoldaş birkaç gün önce genel çerçevesine ve ruhuna tamamen katıldığım bir yazı yayımladı.[1] Devrim o yazıda anlatıldığı gibi olur; başka türlü -kolay- devrim hayali kuranlar ya bu işten bir şey anlamamakta ya da bayağı reformizmi devrim(cilik) sanmaktadırlar.
Peki anlaşamadığımız ya da netleştiremediğimiz nokta nedir yoldaşla? Bağlam. Bağlamda hemfikir olamadığımız için farklı konuları ele aldığımızı gözden kaçırıyor sevgili Güneş. Tartıştığı yazıda (ve öncekilerde) “devrim nedir, nasıl yapılır” meselesine hiç girmedim. Aktüel durum analizinden hareketle, taktik bir önermede (o da taktiğin bir unsuru olabilir sadece, bütünü değil) bulundum: Meclislerin inşası. Ve meclisleri devrimin tüm sorunlarını çözecek sihirli değnek olarak hiç düşünmedim, düşünemem. İlgili yazı dikkatle okunursa bu anlaşılır zaten.[2] Yazının başında Stalin’den alınan, “Vatikan’ın kaç tankı var?” sorusu sorulurken, sonunda özsavunmanın örgütlenmesine vurgu yapılması önerilerim “bağlamının” anlaşılması için yeterli olmalıdır. Meclisler aktüel durumda, işçi sınıfı ve ezilenlerin ileri bölükleri ile solun birleşik kuvvetlerinin hesaba katılır bir odak olmaya doğru ilerleyebilmesi için bir imkân olarak öneriliyor. Ki bu aynı zamanda devrimci solun politika altı alandan, hesaba katılır bir kuvvet olma, yani politika sahasına çıkma imkanlarından da biridir. (Kürt hareketi ve kadın hareketinin politika sahasında olduklarını atlamadan. Sol, bu iki sahayla kesişebildiği oranda politika sahasına çıkabiliyor bugün, ki yetmediği açıktır.) Garantisi var mı? Yok. Denenebilir ve bu türden denemeler başkaca arayışların rakibi değildir, olmamalıdır.
Özetle o yazı(larda) dillendirdiğim şey stratejiye (devrime) dair değildir; güncel politik/örgütsel bir önermedir, taktiğin kapsamındadır. Salt taktik üzerine (ya da her taktik üzerine) devrim inşa edilemez ve hiçbir taktik “neden devrimi gerçekleştirmedin” diye suçlanamaz. Fakat burada ince bir nokta var, gözden kaçırmayalım: Bütün taktik önermeler devrimci olup olmadıkları düzleminden tartışılabilir ve tartışılmalıdır. Yani taktik aktüel hedefini gerçekleştirirken bizi stratejik plana/devrime yaklaştırıyor mu uzaklaştırıyor mu; devrimci ve reformist taktiği ayıran turnusol budur.
Somut konuşalım. Meclisler pekâlâ liberal bir tartışma kulübüne ya da sol yapılarımızın rekabet arenasına dönüşebilir. Daha da önemlisi, diğer tüm unsurları gözardı ederek salt meclisin devrimin temel sorunlarını çözeceğini iddia etmek rafine bir reformizmdir. Tam da böyle olduğu içindir ki, meclisin yanına “özsavunmanın örgütlenmesi” gibi bir kavram da eklenmiştir. Bu sahaya girildiğinde rahatlıkla görülecektir ki, meclis ve özsavunma “bir ölçüde” bir araya gelebilecek kavramlardır, ötesi başka donanım ve örgüt biçimlerini zorunlu kılar. Literatüre başvurursak meclisler “kitlelerin örgütüdür”; “devrimcilerin örgütü” olmadan ve bu ikisi arasındaki devrimci diyalektik inşa edilmeden devrim bir hayaldir. Başka sözcüklerle bu rezonanstan yoksunluk her iki örgüt biçimini de tüketir.
Bir manivela olarak meclisler
Yoldaş, gerek devrimin gelişimi gerekse meclis tipi yapıların yaşam bulması için öncelikle devrimci öncü yapıların gelişip güçlenmesini şart koşuyor, fakat “nasıl” olacağına dair somut-aktüel önermelerde bulunmuyor. Öncü yapılar temel bir çekirdeği inşa ederek yola çıkarlar. Ve bu ilk adımdan hemen sonra işçi-emekçilerle bağ kuracak “volan kayışlarına”, “manivelalara” ihtiyaç duyarlar. Tam da bunlar sayesinde devrimci diyalektik işlemeye başlar; manivela öncünün fiziki çapını aşan kuvvetleri “kaldırır”, volan kayışı her iki tarafa da enerji taşır ve etkili kılar. Örneğin sendikanın (halihazırdaki sendikanın!) volan kayışı olabileceğine inanılıyor da meclise neden inanılmıyor? Artık bu ezberleri bozmanın zamanı geldi de geçiyor: İşçinin alınterini patron ve devletle birlikte yağmalayan aşağılık bürokratik kastlara dönüşen sendikalar prangadır; kitlelerin sınırlanmamış inisiyatif ve iradesine dayanan, engelsiz ve bürokrasisiz meclisvari yapılar ise manivela!
Güneş yoldaş haklı olarak sovyet tipi yapıların ortaya çıktığı (tarihsel) şartların altını çiziyor. Peki o şartlar olgunlaşana kadar ne yapacağız? Sovyet kuramamak -ki kurulamaz, doğru- sovyetik yapılar kurmaya engel midir? Değildir. Aslına bakılırsa bizim bütün yapılarımızın sovyetik ruhta-yönelimde olması gerekir. Lenin’in, “en demokratik burjuva cumhuriyetinden bin kez daha demokratik” dediği sovyet, salt bir örgüt modeli değil, bir politik/örgütsel tarzdır aynı zamanda. O tarzı da bir önceki paragrafta vurguladık: Kitleleri özneleştiren, inisiyatif ve iradelerini açığa çıkaran, her türden bürokratizmi, ayrıcalığı yerle bir eden politik-örgütsel tarz ve yapılar. Devrimciler bu yapıların inşasına önayak olabildikleri oranda “öncülük” ve güçlenme meselesini de çözüm yoluna koymaya başlayacaklardır. Ve evet, salt bununla değil ama bunu ihmal ederek hiç değil!
Tartışmamızın bağlamını netleştirdikten ve meclislerin parametrelerini açıklıkla belirledikten sonra bir kez daha ve hararetle öneriyorum: Meclisleri tartışalım ve inşasına girişelim; hem de hızla!
Dipnotlar:
[1] Kapitalizm, çürüme ve halkın iradesi, 1 Temmuz, https://sendika.org/2021/07/kapitalizm-curume-ve-halkin-iradesi-624317/
[2] Halk iradesini inşa etmek, 6 Haziran, https://sendika.org/2021/06/halk-iradesini-insa-etmek-621501/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.