Erdoğan’ın külliye müjdesi, daha büyüğünü bekleyenler için belki hayal kırıklığı ama Maraş açılımıyla birlikte bu adımlar KKTC’yi son durağı ilhak olan bir trene bindiriyor; tabii hesapta çözüm için Rumları sıkıştırmak yoksa
İç siyaseti çevirmek için Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz maceralarını tüketen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aradığı milliyetçi yakıtı Kıbrıs’ta buldu. 2004’te Annan Planı’na destek verip referandumda Kıbrıs Türk tarafında “evet” sonucunu çıkartan Erdoğan şimdi karşı şeritte ilerliyor.
Çözüm sürecinde parametreleri değiştiren Erdoğan, taraflar arasında 27-29 Nisan’daki Cenevre buluşmasında masaya federasyon yerine iki devletli çözümü koydurtmuştu. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıl dönümü vesilesiyle 19-20 Temmuz’da kalabalık heyetle adaya çıkarma yapan Cumhurbaşkanı, Kıbrıs için biçtiği geleceği şöyle çizdi: “Hiç kusura bakmasınlar, değil 47, 147 yıl da 247 yıl da geçse Kıbrıs Türk halkı bağımsızlığından taviz vermeyecektir.”
Erdoğan öncesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Parlamentosu’nda bir müjde vereceğini duyurunca bahisler açılmıştı.
BM Güvenlik Konseyi’nin 550 sayılı kararla asıl sahipleri dışında iskâna açılmasını yasaklayan ve BM’ye devredilmesini öngören kapalı Maraş’ın tamamen açılması akla gelen ilk müjdeydi. Ziyaretin ikinci gününde sadece Maraş açılımının ikinci aşaması açıklandı. Buna göre Maraş’ın yüzde 3.5’ine tekabül eden bölümü askeri bölge statüsünden çıkarılacak. Bu kısımdaki mülkler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları çerçevesinde takas, tazminat ve iade yöntemiyle çözüme kavuşturulacak. Bu çerçevede mülk sahipleri Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvurabilecek. Fakat bilinen bir şey var ki bu komisyon parasızlıktan işlemiyor. Maraş açılımının Rumları rahatsız ettiği doğru. BM Güvenlik Konseyi kararları ve uluslararası hâkim aktörler Rumlardan yana. Erdoğan ise Maraş’ı eski canlı günlerine kavuşturmaktan söz ediyor.
Müjdeye dair ikinci ihtimal Azerbaycan ve Pakistan’ın KKTC’yi tanıyacağı yönündeydi. Erdoğan, Karabağ sorununun çözülmesinin ardından Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyacağı yönündeki beklenti sorulduğunda “Tereddüt edecek hiçbir şey yok. Bunları İlham Aliyev kardeşimle sürekli görüşüyoruz” demekle yetindi. Yanı sıra KKTC’nin adının “Kıbrıs Türk Devleti” şeklinde değiştirilmesi için çalışma yürütüldüğü öne sürüldü. KKTC’nin münhasır ekonomik bölgesinde doğalgaz bulunduğu müjdesi de beklentilerden biriydi.
Kıbrıslılar için müjdeye benzer bir tarafı olmasa da adada askeri üs kurulması yönünde bir adımdan bahsedildi. Erdoğan’ın gönlündeki atıl durumdaki Geçitkale Havaalanı’nın kalıcı Türk üssüne dönüştürülmesi. Bu havaalanı 2008’de 15 yıllığına iş insanı Asil Nadir’e kiralanmıştı. Öngörülen yatırım yapılmadı ve 2019’da havaalanının Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı’na tahsisi kararlaştırıldı. Burası Bayraktar TB2 insansız hava araçlarının inmesiyle gündeme gelmişti. İskele Boğazı’nda da bir deniz üssü kurma arayışı var. Üslenme çabası Doğu Akdeniz’deki gerilime paralel hızlanıyor.
Bahislerden hiçbiri tutmadı. Bunların yerine Erdoğan daha önce dillendirdiği parlamento binası yapma önerisini farklı bir konseptle müjdeye çevirdi: Metehan (Kermiya) bölgesinde 500 dönümlük araziye ihtişamlı bir külliye ve millet bahçesi yapılacak. Erdoğan mimarın üç ayrı proje hazırladığını, meseleyi bizzat takip ettiğini ve inşaatın başlayacağını söyledi. Devlet olmanın ifadesi olarak ihtişamlı bir külliyenin olması gerektiğini savundu. Parlamento binasının KKTC’ye yakıştırmadığını söylerken Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı da “İngilizlere ait bir gecekondu” olarak niteledi.
Kıbrıslılar için epey incitici olmalı. Parlamento binası Rumlara ait Dianellos & Vergopoulos Sigara Fabrikası idi. 1923-1974 arası faaliyet gösteren şirketin varisleri 2011’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne giderek mülkün iadesini istemişti. Cumhurbaşkanlığı Sarayı ise 1939’da manda döneminde İngiliz komiseri için ikametgâh olarak inşa edilmişti. Rum tarafındaki vali konağı da Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak kullanılıyor. Kritik siyasi dönemeçlere tanıklık eden bu binaların sembolik değeri yüksek. Erdoğan’ın tahsis ettirdiği arazi de Akıncı zamanında “Lefkoşa Şehir Parkı” olarak planlanmıştı.
Kıbrıslı Türklerin gündeminde külliye yoktu. Talep eden de çıkmamıştı. Gazeteci Hasan Kahvecioğlu’nun dediği gibi “Dr. Fazıl Küçük, Rauf Denktaş, Derviş Eroğlu, M. Ali Talat ve Mustafa Akıncı bu binaya sığabilmiş, hiçbirisi de Türkiye’den ‘saray’ istemeyi akıl edemedi.”
Erdoğan ilk kez 15 Kasım 2020’de Lefkoşa’da “Uygun bir yerde beş dönüm bir arazi temin etmek suretiyle Cumhurbaşkanlığı makamını inşa edelim” dediğinde adalılar şaşırmıştı. Şaka değildi. 3 Mart’ta Ankara’da KKTC ile imzalanan İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması ile proje için 14 milyon TL ayrıldı. 11 Haziran’da külliyenin yapılacağı askeri alan Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edildi.
Hâliyle malum bir projenin müjdeye dönüşmesi manidar değildi. Bu da “Acaba müjde başka bir şeydi de Erdoğan geri adım mı attı?” sorusunu akla getiriyor.
Erdoğan gezisinin ikinci gününde Avrupa Birliği’nden “Herhalde orada rahatsızlık verici bir konuşma olmaz” diyen telefonlar aldığını açık etti. Bir de “Amerika’da birilerini rahatsız etse de biz kararlılıkla yürüyeceğiz” dedi. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Erdoğan’a AB’nin hassasiyetlerini iletmişti. ABD’de de 14 senatör Erdoğan’ın planlarına karşı Başkan Joe Biden’ı uyarmıştı.
Müjdeyle ilgili hakikat her ne ise Erdoğan, Kıbrıs’ta ucu açık ve çelişkiler barındıran bir rota izliyor. Bir taraftan Annan Planı’nın reddinden sonra Crans-Montana dönemecinde de Rumların çözümsüzlüğe oynadığını belirtip artık tek seçeneğin iki devletli çözüm olduğunu savunuyor. Külliye projesini de “Kıbrıs Türklerine ait bir devlet varmış, bunu birilerinin görmesi lazım” sözleriyle bağımsızlık için bir kilometre taşına dönüştürüyor.
Erdoğan ayrıca “Kuzey-Güney de demek istemiyoruz, artık ‘Kıbrıs Türkü’ diyoruz” sözleriyle bir sonraki adımda “Kıbrıs Türk Devleti” ilanının işaret fişeğini yakıyor. Bir taraftan da “Acaba Erdoğan Rum tarafını çözüme zorlamak için bu adımları atıyor olabilir mi?” sorusu gündeme geliyor. Bir iddiaya göre müzakere ekibi “dışarıda tek, içeride iki devlet” modeli üzerinde çalışıyor.
Bütün bunlar çözümün önünü açacak birer kışkırtma değil de gerçekse, yani Erdoğan iki devletli çözümde kararlıysa fiilen yaptığı hedefin ruhuyla çatışıyor. Görkemli külliyeye taşımak istediği Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a özel kalem müdürü, hükümet ve parlamentoya ise noter muamelesi yapıyor. KKTC’nin egemen kurumlarını anlamsızlaştırırken tabanda İslamcı-muhafazakâr dönüşümü zorluyor. Bu da ister istemez KKTC’yi bağımsızlık kızağına aldıktan sonra Türkiye’ye bağlama yani ilhak senaryosunu tartışmaya açıyor.
Erdoğan dikte etmeyi hak olarak görüyor. Elbette Ankara’nın kararlarda belirleyici olduğu ilişki biçimi Erdoğan’la başlamadı. Fakat bu zeminde Kıbrıslı Türklere bırakılmış “muhtariyet” alanı da yok ediliyor. KKTC’nin ilan edildiği 1983 öncesinde bakanlar kurulunda oturan büyükelçilik görevlisi sonucu tayin eden oyun sahibiydi. Sonrasında elçinin görüşü yine alınsa da direnç gösterildiği oldu. Birinci Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Ankara ile denge kurabilen bir ağırlığa sahipti. İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat kendi dönemini “Karşılıklı saygı, sevgi, uyum vardı” diye anımsarken şu anki durumu şöyle özetliyor: “Türkiye idareye el koymuş gibi.”
Fakat Ersin Tatar yeni bir aşama. KKTC muhalefeti, Erdoğan’ın Türkiye’de belediyelere yaptığı gibi Kıbrıs’a da Tatar’ı bir kayyum olarak atadığını düşünüyor.
Müdahalecilikte ikinci turu 18 Ekim 2020’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimler bir milattı. Erdoğan seçim yasaklarına aldırmadan Maraş’ın sahil şeridini açarak Tatar’dan yana ağırlığını koydu.
Bu aleni desteğin ötesinde arkada daha ağır bir müdahale vardı. Kendi ifadelerine göre Akıncı ve Serdar Denktaş’a adaylıktan çekilmeleri için baskı yapıldı. MİT yetkilileri KKTC Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü Cenk Gürçağ ile Akıncı’ya kendisi ve ailesini tehlikeye atmaması yönünde tehdit mesajları gönderdi. Rakip adayların kadroları, onlara yakın iş insanları ve gazeteciler markaja alındı. Oy satın alma olayları yaşandı; KKTC Merkez Bankası’nın talimatıyla bankalarda 9 bin 872 kişinin hesabına ikişer bin TL para yatırıldı. Her yere Türkiye’nin Akıncı’nın kazanmasına izin vermeyeceği mesajları iletildi.
Denktaş’a göre Erdoğan’ın Kıbrıs’a gönderdiği 27 kişilik ekip sahada 300-400 kişiyle Tatar için çalıştı. Akıncı’ya göre iktidardaki Ulusal Birlik Partisi içinde Tatar’a karşı çıkan vekillere “Türkiye, Akıncı’yı istemiyor. Bu bir beka sorunudur. Siz de Tatar için uğraşacaksınız” diye talimat verildi.
Yine de Erdoğan bağımsız Kıbrıs Türk devleti vaat ediyor. Bu müdahalelere karşı bir direnç de gelişiyor. Muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi ile Toplumcu Demokrasi Partisi’nin Erdoğan’ın konuştuğu oturumu boykot etmesi önemliydi. Talat ve Akıncı da oturuma gitmedi. Muhalefet tabanında Kıbrıslı Türklerin iradelerini yok sayan bu gidişata karşı parti yönetimlerine baskı artıyor.
Kaynak: Al Monitor
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.