Biz bu tarafta fon alınmalı/karşı çıkılmalı tartışması sürdürüyorken diğer yanda iktidar ‘yerli ve milli medya’ düşüncesini dayatmaya başlıyor
Oda TV’nin birkaç gün önce yayımladığı “Amerikan vakfı Türkiye’de hangi medyaya ne para verdi… Rekor 476 bin dolar ile Medyascope” başlıklı haber, daha önce de gündeme gelen “fonculuk” tartışmasını tekrar alevlendirdi. Oda TV’nin sıkı bir takipçisi olacak ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da bu konuya sessiz kalmadı ve söz konusu haberin hemen ardından “Yeni kisveler altında beşinci kol faaliyetlerine müsaade etmeyiz” açıklamasını yaptı. Burada Oda TV’nin hangi maksatla bu haberi yapmış olduğundan ya da Medyascope’un fon şampiyonluğundan bahsetmeyeceğim. Benim değinmek istediğim nokta daha genel bir kapıya çıkıyor. Uzun süredir tekseslileşen ve çoraklaşan medya atmosferini Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Basın İlan Kurumu (BİK) ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) gibi araçlarla denetim altında tutan iktidar, son olarak çeşitli fonlarla desteklenen muhalif medya kurumlarına bir sopa daha gösterdi.
Tartışmayı “Fon alan bir kişi/kurum bağımsız gazetecilik yapamaz” gibi kısır bir noktadan kurmak çok kolay. Açıkçası bu görüşü destekleyen arkadaşların büyük bir çoğunluğu kendisini Marksist olarak tanımlıyor ve “şaibeli” gördükleri kaynaklardan gelecek olan paranın kullanılmaması gerektiğini salık veriyor. Tartışmayı buradan kuracak olursak zaten üzerinde çok konuşulacak bir durum yok. İlkesel olarak fonu reddedip dayanışma ağları sayesinde sürdürebilirliği sağlamak da bir çözüm yolu elbette. Ancak konu burada kapanıyor mu? Hayır. Çünkü fon meselesi üzerinden yürüyen bu tartışma açıkçası bizim cenahın meseleyi tartıştığı yerden yürümüyor.
İlk olarak Türkiye gibi haberin para etmediği, okuyucunun habere ulaşmak için ücret ödemeyi külfet olarak gördüğü bir ülkede yayın yapıyorsanız işiniz zaten zor. Haber odaklı bir platform sırtını okuyucuya yaslamadığı sürece mücadeleye bir sıfır gerinden başlıyor. Çeşitli abonelik sistemleri, sponsorlu içerikler, internet reklamları vb. farklı uygulamalar denendi, deneniyor. Ancak bir türlü istenilen sonucu vermiş değil. Okurundan başka desteği olmayan ve maalesef okurundan da istediği desteği göremeyen bu platformlar biriken borçları ile yayın yapmak durumunda kalıyor. Ana-akıma karşı özgür basını savunuyoruz, çok güzel. Ama biz, bizim sesimize destek olmuyoruz, kim olacak?
Siyasi iktidara yakın bir noktada yayın yapıyorsanız zaten ekonomik bir güçlük çekmiyorsunuz. Reklam, haber (haber görünümlü reklam), resmi ilan vb. pek çok geliriniz kasanızda birikiyor. Ayrıca bu yayın kuruluşlarında her gün etik ihlaller ve yayıncılık hataları gerçekleştirebilirsiniz. Ancak merak etmeyin, yayınları denetleyen idari otoritelerin gözünden itinayla kaçacak bir durum bu. (Konusu açılmışken TV8’de yaşanan PSV Eindhoven – Galatasaray maçı sırasındaki yayın skandalı bakalım nasıl sonuçlanacak?) Ancak siyasi iktidarın istediği bir perspektiften yayın yapmıyorsanız (bunun için illa ki sosyalist olmanız gerekmiyor) ekonomik kaynaklarınız günden güne eriyor. Üstüne denetim mekanizmaları tarafından verilen cezalar da birikerek ilerliyor, resmi ilanlar size verilmiyor. Bir parti ya da hizip oluşumun içinden çıkmış bir yayın değilseniz kaynak bulmak için uzun uzun kafa patlatmanız gerekiyor. Bu durumda da anca günü kurtaran sonuçlar elde ediyorsunuz.
Eğer derdiniz kopyala-yapıştır gazetecilikten öteyse, yani bir yanda özgün haberler üretip bir yandan da ekonomik sürdürebilirliğinizi sağlamak istiyorsanız ciddi şekilde bir ekonomik modele ihtiyacınız var demektir. Fon da bu noktada pek çok kurumun başvurduğu bir kaynak. Fon almakla ilgili yaygın kanı “Fon alırsan o kuruma bağlı hale gelirsin” şeklinde. Bu kesinlikle üzerinde düşünülmesi gereken bir şey. Eğer ki fon aldığınız yer bu ilişki üzerinden sizi kendisine bağımlı kılıyor ve ürettiğiniz içeriğe müdahalede bulunuyorsa bunun kabul edilebilir bir yanı yok. Ancak fon aldığınızda bunu şeffaf bir şekilde belirtiyorsanız ve yayınlarınızın içeriği değişmiyorsa burada temel olarak bir sorun yok. Bir kurumdan fon aldığınız zaman otomatik olarak o kurumun sözcüsü olmuyorsunuz ya da propaganda aracı haline gelmiyorsunuz.
Ancak burada dikkatten kaçan bir şey var. Biz bu tarafta fon alınmalı/karşı çıkılmalı tartışması sürdürüyorken diğer yanda iktidar ‘yerli ve milli medya’ düşüncesini dayatmaya başlıyor. RTÜK’ün son açıklaması konuyu özetliyor: “Yabancı kurum ve kuruluşların fonlarıyla Türkiye’de faaliyet gösteren medyanın olası milli güvenlik sorunlarına yol açabileceği gerçeğiyle hareket ederek Üst Kurul olarak gerekli tüm düzenleme ve denetleme faaliyetlerini titizlikle ele almaktayız. Yerli ve milli medyamız yalnız ve sahipsiz değildir. Ülkemiz kendi milli yayın kuruluşlarının her zaman yanındadır.”
Bu yazıyı okuyan herkes şunu çok iyi biliyor ki yerli ve milli medyamız yalnız ve sahipsiz değil. Diğer yandan ise fon alan ve iyi ya da kötü gazetecilik yapmaya çalışan kişiler/kurumlar mevcut. Hatta bu kişi/kurumların yaptıkları haberler sayesinde pek çok şey kamuoyu gündemine taşındı. Yurt dışı fonlu yayıncılığın milli güvenlik sorunu yaratmasındaki sebeplerden birisi de bu olabilir mi acaba?
Biz şu sıralar fon alarak gazetecilik yapılamayacağından, fon almanın liberalizme hizmet etttiğinden ve anti-emperyalist duruşu zedelediğinden dem vuralım, iktidar da fonu milli güvenlik sorunu haline getirip yerli ve milli medyasını dizayn etmeye devam etsin.
İşi, işleyişi eleştirelim. Fon alarak yayın yapan ama çalışanına sigorta yapmayan, asgari ücreti bile çok gören, tacizle-mobbingle işleri yürütmeye çalışanların karşısında duralım. Ama gazeteciliğin de tıpkı diğer meslekler gibi ekonomik gelir olmadan da yapılamayacağının altını çizelim. Umarım ki bu “fonculuk” tartışması artık muhalif medyada yeni sürdürülebilirlik modelleri için fikir açıcı olur. Mesela medyada kooperatifleşme tartışmaları için belki de tam zamanıdır.
Şimdi bu yazı üzerinden Marksist literatürdeki kavramları eğip büküp beni fon savunuculuğu ile suçlayanlar çıkacaktır muhtemelen. Onlara da yanıtımı peşinen vereyim. Gerçekliğe sırtını dönerek yapılan eleştiriler saplantılı bir siyaset anlayışının getirisidir. Salt kendi siyasetine odaklanan ve doğruyu yegâne bundan ibaret gören bir habercilik anlayışınız varsa yanlış yeri meşgul ediyorsunuz. Bunun için zaten gazetecilik yapılmaz, parti bülteni çıkartmak bu iş için daha yerinde bir araç. Okurunuz bol olsun!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.