Bugün Fildişi Sahili halkını saran hoşnutsuzluk neye gebe bilinemiyor. Ama ufukta pek iyi günler görünmüyor. Bir iç savaş ve de daha baskıcı katliamcı bir süreç her an başlayabilir. Bu tamamen Avrupa’ya, özel olarak da Fransa’ya bağlı
Avrupa Birliği yıllardır, diğer yatırımların yanı sıra bir Afrika silahlı kuvvetinin geliştirilmesini de içeren “Afrika Barış ve Güvenlik Mimarisi” (African Peace and Security Architectüre, APSA) adlı girişimini finanse ediyordu. Fakat yoksulluk ve açlıkla mücadeleye yönelik tedbirler için Afrika Barış Fonu’ndan (African Standby Force) ayrılan bu paranın amacı dışında kullanılması bazı Afrika ülkelerinde rahatsızlık oluşturmuştu. Silahlanmayı ve askeri eğitimin açlık ve yoksulukla mücadelenin önüne çekilmesi bu rahatsızlığın ana sebebini oluşturuyordu. Şimdi Afrika Birliği, AB’nin APSA yardımlarının gelecek dört yıl için 40,5 milyon avro artırdığını bildiriyor.[1]
Askeri yatırımların giderek artırılmasının ardında yeni-sömürgeciliğin yaygınlaşması ve Afrika’nın yeniden paylaşımı yatıyor. Her ne kadar ABD ve AB ülkeleri NATO içinde yer alıp ortak tavır alsalar da ulusal çıkarlar ağır basıyor. ABD sürekli NATO müttefiklerinin dikkatini Çin ve Rusya’nın Afrika’da yayılmak ve askeri üsler kurmak istemesine çekiyor. AB’den de benzeri uyarılar art arda geliyor. ABD’nin dünya ölçeğinde 800 civarında askeri üssü var sadece Afrika’da diğer NATO üyesi ülkerin üslerinden başka 29 üsse sahip. Çin’in ise doğu Afrika sahillerinde, Cibuti’de küçük bir üssü var. Fakat Afrika’da altyapıya yapığı büyük yatırımlar ile elde ettiği güven Batı’yı tedirgin ediyor. ABD’nin Afrika’daki askeri gücü Africom’un komutanı General Stephen Townsend, Pekin‘in Afrika’daki askeri varlığını genişteleceğini ve Afrika’nın batı sahillerinde de bir üs kurmayı planladığını iddia ediyor. “Çin seçtiği bazı ülkelerde ABD’yi dışlamaya çalışıyor; liman, yol ve diğer altyapı projeleri ile kendilerine yer açıyor. Bu basite alınacak bir durum değil“ diyor. Verdiği röportajı yayımlayan gazetelerin daha mürekkebi kurumadan AB’den destek geliyor. Gelecekte NATO’nun “Soğuk Savaş 2.0“ı Çin’e doğru yaymak istemesi yanında, bu gerilim Afrika’nın tüm ülkelerinde de kendini hissetirecek gibi görünüyor.[2]
Almanya NATO üyesi olmayan ülkelere asker gönderdiğinde bunun için parlamentoda karar alınması gerektiği halde 8 Mayıs 2019’da Berlin’de yapılan gizli bir toplantıda (toplantının İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin yıldönümüne denk gelmesi umarım talihsiz bir tesadüftür) parlamentoya sunulmadan Afrika’nın bazı ülkerine (Nijer, Kamerun ve Tunus) Alman ordusuna bağlı Özel Kuvvetlerden düzinelerce komando gönderme kararı alındığı ortaya çıktı. Bu kuvvetlerin tüm askeri teçhizat ile orada ne yapacağı ise hala açıklanmadı.
2020’nin ağustos ayında Fransa da iddialara yeni bir renk kattı. Fransız web sayfası “Opex360.com“ Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı “Rusya’nın Afrika’daki yeni hırsları“ başlıklı raporu yayımladı. Bu rapora göre Rusya Afrika’da stratejik olarak önemli saydığı en az altı ülkede askeri üs kurmayı planlıyor. Bu ülkeler arasında Mısır, Eritre, Madagaskar, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Sudan var. Rusya’nın bu ülkelerle Sovyetler Birliği döneminden kalma iyi ilişkileri hala sürdürdüğü bilinmesine rağmen bu ayrıntı hasır altı ediliyor. Aynı belgede adı geçen bu ülkelerde şu an halen özel güvenlik şirketi Wagner’in askerlerinin görev yapmakta oldukları herhangi bir kanıt sunulmadan iddia ediliyor.[3]
2008’de NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, Bükreş’teki NATO toplantısından birkaç gün önce NATO’nun dünyanın jandarmalığını yapması için ne yeterince hırsı (hevesi) ve yeterli sayıda askeri gücü ne de parası olduğunu belirtmiş ve “Birleşmiş Milletlere benzer ikinci bir Küresel NATO hiçbir zaman olmayacak“ demişti.
Aynı yıl Macron bizim haritamızda Çin’in Atlatik Okyanusu’nda kıyıları yok diyerek NATO‘nun oralara yayılmasını olumlu görmediğini söylemişti. Ama açıktan da reddetmemişti. Merkel ise her zaman olduğu gibi Çin ile yapılması gereken “diyalog“ ile Almanya’nın ekonomik çıkarlarını savunmuştu. Macron sözünü unutmuşa benziyor ve artık ses çıkarmıyor ama Merkel, Çin’le çatışmanın en önce Avrupa’yı etkileyeceğini düşündüğü için kendi Savunma Bakanı’nın tersine Pekin ile diyalog çağrısında diretiyor.
Şimdiki NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise her şey yolundaymış gibi davranıp sanki Moskova ve Pekin, Avrupa’nın sınırlarına dayanıyorlarmış gibi Çin’e ve Rusya’ya karşı önlem alınmasını isterken NATO’nun Afrika’daki varlığının da güçlendirilmesını savunuyor. NATO’nun varlığı Kuzey Atlantik’te kıyısı olmayan ülkerde zaten eskiden beri vardı. Afganistan, Yugoslavya bunlardan sadece ikisi. Bu yüzden NATO haklı olarak Nort Atlantik Terör Ordusu diye okunuyor.
Çatlak sesler Almanların barışçı partisi Yeşillerden geliyor. Öyle ki hem silahlı yapay zekâ ile donatılmış “katil“ İHA’ların alınmasını hem de Alman ordusunun savaşlara aktif katılmasını 2021 seçim programına aldılar. Zaten Mart 1999’da sosyal demokratlarla birlikte İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’yı ilk defa savaşa sokan partiler olarak tarihe geçmişlerdi.
Batı Afrika’da oynanan oyunlar o kadar derin ki tüm ülkeleri tek tek ele almak gerekiyor. Yemen’den Senegal’e uzanan şeritte art arda gelen seçimler ve darbelerde NATO’nun ve Avrupa’nın amacı Çin ve Rusya’nın askeri ve ekonomik etkisini sınırlamak ve sömürünün tek taraflı sürdürülmesi hevesi gibi görünüyor. Doğal kaynakların başkaları tarafından sömürülmesinin önüne geçmek için siyasal her gelişmeye müdahele ediyorlar. Mayıs ayında Fransa’nın güney Sahel’den bazı askerlerini çekmek istediği Fransız basınına yansıdı. 2023 yılına kadar Mali’deki asker sayısını 2500’e düşürmeyi planlıyorlar. Önümüzdeki sonbaharda başlayacak bu geri çekilme G7’de ve son NATO toplantısında alınan kararlarla çelişiyor. Belki de Fransa kendi etkisi altında olan ülkelerin hakimiyet riskini NATO ile paylaşmak istiyor. Burada Fransa’nın kirli işlerini yapan paralı askerlerini orada bırakacağı unutulmamalı. Aynı Amerkalıların Afganistan’dan 2.500 askerini çekmesi ama 18 bin paralı askerini orada bırakması gibi. Fransa’nın sömürüyle ve katliamlarla yıpranan siyasal imajının NATO ortakları (imajı temiz olanlar) tarafından tazelenmesini planlıyor.
Fildişi Sahili Cumhuriyeti’nde darbeler, seçimler ve iç şavaş
Resmi adı ile Fildişi Sahili Cumhuriyeti (Cote d’İvoire) Afrika’nın güney batısında yer alıyor. Atlas Okyanusu’na 515 km’lik sahil şeridi var. 27 milyon nüfusa sahip Fildişi Sahili’nin nüfusunun hemen hemen yarısı genç nesilden oluşuyor. Yerli nüfusa ek olarak diğer Afrika ülkelerinden gelenler ve dünyanın değişik kesimlerinden yabancı ülke vatandaşları yaşamaktadır. Bu yabancı kökenlilerden en büyük grubu Fransızlar ve Lübnanlılar oluşturmaktadır. Ülke genelinde 77 farklı dil konuşulmaktadır ama resmi dili Fransızcadır. Nüfusun %40,2’si Müslüman, %38,7’si ise Hristiyandır. Savaşlar ve ekonomik sorunlardan dolayı ülkeyi terk eden ve başka ülkelerde yaşanların sayısı 1,5 milyon olarak tahmin edilmektedir. Dünyanın en büyük kakao üreticisi olan Fildişi Sahili’nde 12.000 kadar çocuğun Fransızların kontrolünde olan kakao plantasyonlarında köle olarak çalıştırıldığını söylenmektedir; karanlıkta kalan, görülmeyen sayı ise bunun en az iki katı kadardır. Bu çocukların çoğu küçük yaşta komşu ülkelerden zorla kaçırılıp kaçak yollardan ülkeye getiriliyor ve kakao plantasyonlarının sahiplerine satılıyor. Çocuklar kötü yaşam koşullarında yaşıyor ve günde 12-14 saat boyunca çalıştırılıyor. Çeşitli biçimlerde tacize maaruz bırakılıyorlar. Bir ömür boyu plantasyonlardan dışarı çıkamıyorlar. Bütün bunlar kakao gelirinin %85’ini alan Fransızların himayesi ve bilgisi altında oluyor. Gizli kamera ile çekilen videolar sosyal medyaya yansıyor ama değişen hiçbir şey olmuyor. İnsan hakları bu çocukar için geçmiyor.
Fildişi Sahili’nin Avrupalılar ile ilk teması 15. yüzyıldan itibaren bölgeye gelen Portekiz gemileri sayesine gerçekleşmiş. Uzun yıllar fildişi ticaretini elinde tutan Portekizli tüccarlar Fransızların oraya gelmesi ile bu tekeli kaybetmiştir. O zamandan beri çeşitli gelişmeler yaşansa da Fransa 1843 ve 1844 yıllarında kıyı kesiminde yerel yöneticiler ile anlaşmalar yaparak bu bölgelerin Fransa himayesi altına girmesini sağlamıştır. 1891 ile 1918 arasında Fildişi Sahili’nde Fransızlara karşı isyanlar başlamış ve Samori Touré önderliğindeki birliklerin direnişi ile Fransa kuvvetlerine karşı bir savaş sürdürülmüştür. Ülkenin birçok kesimine yayılan direnişler sonuçta İngiltere’nin dolaylı yardımları ile bastırılmış ve direnişçilere tavizler verilerek anlaşmalar imzalanmış ama Fransa bu anlaşmalara hiçbir zaman uymamıştır. Samuri Touré tutuklanarak Fransa’nın bir başka sömürgesi olan Gabon’a sürgün edilmiş ve orada vefat etmiştir. Fransa 1893 yılında Fildişi Sahili’ni resmi olarak sömürgesi ilan etmiştir.
27 milyon nüfuslu Fildişi Sahili 31 Ekim 2020’de yeni devlet başkanını seçti. Seçimlerden önce ülke büyük protestolara sahne oldu. 5 Mart 2020’de Alassane Dramane Ouattara seçimlerde aday olmayacağını açıklamıştı. Fakat onun yerine geçmesini düşündüğü Amadou Gon Coulibaly’nin 8 Temmuz’da bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetmesi ile evdeki hesap çarşıya uymadı. Bunun üzerine iki dönem cumhurbaşkanlığı yapan Alassane Ouattara seçimler öncesi yaptığı anayasa değişikliği ile kendisinin üçüncü kez seçimlere katılmasının önünü açtı. 78 yaşında olan “liberal diktatör” Ouattara’nın bu hamlesi tüm ülkede haftalarca süren büyük protestolara ve karşı protestolara sebep oldu. 20’den fazla kişi bu eylemlerde hayatını kaybetti. Ölenlerin kimisi güvenlik güçleri tarafından diğerleri de Ouattara’yı destekleyenler tarafından öldürüldü. Protestolarda yaralananların ve tutuklananların sayısı binleri buluyordu. Halk tüm saldırılara ramen sokakları terk etmiyordu. Fransız askerleri alarma geçirildi. İki önemli adayın, eski cumhurbaşkanı Laurent Gbagbo ve eski isyancıların lideri Guillaume Soro’nun seçime katılmaları Anayasa Mahkemesi tarafından engellenince önünde hiçbir engel kalmamıştı. Bu da seçimleri kim kazanırsa kazansın neler olabileceğine dair, geçmişte yaşanan tecrübelerden dolayı bir merak yaratıyordu.
Gbagbo zaten 2011 Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde insanlığa karşı suçlardan yargılanmıştı ve 2019’da bereat etmişti ve halen Brüksel’de yaşamakta. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) 400 ilâ 800 kişinin hayatını kaybettiği Düekoue katliamında faillerin (Ouattara’nın Milisleri) belli olmasına ramen sadece tek taraflı araştırma/soruşturma yapıldığını belirtiyordu. Yapılan katliamların sorumluları Fransa tarafından kollanarak ne bir soruşturmaya tabi tutuldular ne de hesap vermek zorunda bırakıldılar.[4]
Ouattara’nın eski destekçisi ve meclis başkanı Guillaume Soro, adaylığını açıkladıktan sonra Fransa’da kaldığı sırada devlet maliyesinde yolsuzluk yaptığı gerekçesi ile Fildişi mahkemesi tarafından dava açıldı ve Nisan 2020’de gıyabında 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Böylece Ouattara’nın önemli bir rakibi daha bertaraf edilmiş oldu.
Ayrıca Gbagbo’ya yakın diğer adayların yanı sıra eskiden Ouattara’nın tarafında olup saf değiştiren adayların da seçimlere katılmasına izin verilmedi. Toplamda, 40 adaydan sadece dördü seçim komisyonu tarafından onaylandı. Avrupalı birçok sivil kuruluş Gbagbo ve Soro’nun geri dönmesine ve tutuklu parlamenterlerin serbest bırakılmasına izin verilerek seçimin ertelenmesini tavsiye ettiyse de Ouattara kulak asmadı.
Seçim komisyonunun iktidar partisinin elinde olduğu, Ouattara’nın en popüler muhaliflerinden bazılarının seçime katılmasına dahi izin vermediği bilinmesine ramen ABD ve Avrupa seçimlerin kesin sonuçları daha belli olmadan seçim komisyonunun ön açıklamalarına bakarak Ouattara’nın seçimleri kazandığını ve kendisini yeni başkan olarak tanıdıklarını açıkladılar. Görevdeki Gbagbo’nun Anayasa Mahkemesi’nin kabul ettiği bir itirazda bulunmasına rağmen Bağımsız Seçim Komisyonu (İEC) Başkanı, kendi inisiyatifiyle ve Ouattara’nın seçim kampanyasını yönettiği otelde ön sonuçları ve Ouattara’nın zaferini ilan etti. Ouattara (aslında öngörülen anayasa konseyinin yokluğundan yararlanarak) komisyonun görev yaptığı bir otelde yemin etti. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon da Anayasa Konseyi’ni görmezden gelerek ön sonuçları kesin olarak kabul etti.
Şaibeli seçimler öncesi her protesto eylemi bazen güvenlik güçleri bazen de Ouattara’nın taraftarları tarafından dağıtılıyordu.
Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.
Birçok batı Afrika ülkesinde olduğu gibi Fildişi Sahili’nde de protestoları bastırmak için paralı askerlere baş vuruluyor. Acı olan ise, bu paralı askerlerin çoğunun çocuk yaşta olup insanları öldürmek için eğitilmiş gruplardan oluşması. Bugün burada yarın başka bir ülkede öğrendikleri katliamları gerçekleştiriyorlar.[5]
31 Ekim 2020 seçimlerinin muhalefetin boykot etmesi üzerine Ouattara oyların %94,27’sini alarak seçimleri tekrar kazandı. Seçime katılım oranı ise %53 ile çok düşüktü. Seçim sonuçlarını kabul etmeyeceğini belirten muhalefetin yapabileceği bir şey yoktu. Seçimler öncesinde yasaklanan protesto eylemleri bir süre daha yürürlükte tutuldu. Batı ülkeleri seçimleri kabul edip “temiz” neoliberal Ouattara’nın yeleğindeki kan lekelerini görmezden geldi. Ülkede yaşanan skandallar o kadar çok ki onları tek tek sıralamak bile sayfaları doldurur.
Bugün olanları anlamak için ülkenin geçmişine bakmak gerekiyor. 1960 yılına kadar Fransa’nın sömürgesi olan Fildişi Sahili’nde Fransızların ülkeyi terk etmesinden daha doğrusu yönetimi kendi yandaşlarına devretmesinden sonra iktidara Fransa dostu ve başkentin eski yönetim şefi Félix Houphouët-Boigny geldi. Eski sömürgecilerle ortak çalışma isteğini tarif ettiği “Fransız-Afrika” terimini ilk kullanan siyasetçiydi. Bugün hala yaygın olarak kullanılan, Fransızların Afrika’daki nüfuz alanı ve onu destekleyen gayri resmi ağları için kullanılan bir “Francafrique” terimidir. Bunun temeli Afrika hammaddelerine erişimde Fransız şirketlerine öncelik tanınması, Afrika orduları için özel teçhizatın sağlanmasının Fransa’nın tekeline bırakılması ve sahada Fransa’ya her alanda ayrıcalıklar veren sözleşmelerle oluşturuldu. Önce Fransız Frangına ve ardından avroya sabitlenmiş bir para birimi olan “CFA Franki” ile, eski sömürgeler hala Avrupa ekonomisine bağlı ve özgür mali politikalar için Fransa’dan kopma şansları yoktu. Bu düzenin savunucusu Houphouët-Boigny, kendisini ve tek parti sistemini 33 yıl boyunca iktidarda tuttu. Bu süre içerisinde ülke Fransa’nın yeni-sömürgesi haline getirildi ve Fransız ordusunun oraya yerleşmesinin temelleri atıldı.
Fransa karşıtları onlarca yıldır sömürgeciliğe karşı acımasız bir mücadele veriyorlar.
Gbagbo döneminin geçmişi
Laurent Gbagbo 33 yıllık iktidardan sonra Houphouët-Boigny’nin 1990’da ilk çok partili seçime izin vermesinin ardından sürgünde olduğu Fransa’dan döndü. Ancak seçimleri Houphouët-Boigny yeniden kazandı. Bir sonraki seçimleri kazanan Henri Konan Bédié ertesi seçimden kısa bir süre önce 1999’da bir darbeyle koltuğundan indirildi. Darbe lideri Robert Güéï gelen seçimleri kazanmak için çok çaba harcadı ve Fransa’nın desteğine rağmen seçimleri kaybetti. Laurent Gbagbo toplumun geniş desteği ile oyların %60’ını alarak seçimleri kazandı ve darbeci Güéï’yi başkanlık sarayından sürdü.
Laurent Gbagbo 2000 yılında iktidara geldiğinde, 30 yıldır demokrasi savaşı veriyordu. Bir öğrenci olarak, iktidardaki Félix Houphouët-Boigny’nin tek partili iktidarı dışında bağımsız bir öğrenci meclisi için kampanya yürüttü ve 1969’da yüzlerce öğrenciyle birlikte tutuklandı ve uzun süre cezaevinde tutuldu. Mezun olduktan sonra Gbagbo Abidjan Üniversitesi’nde tarih dersi verdi, tek parti rejimine karşı siyasi yazılar yazdı, aktivizmi nedeniyle tekrar hapsedildi ve yeraltı partisi Fildişi Halk Cephesi’nin (Front Popülaire Ivorienne, FPİ) temellerini attı. Bir darbeyi planlamakla suçlandıktan sonra, 1988’de Fransa’ya sürgüne kaçmıştı.
Katliamların hesabını veren yok
Görevde başladıktan sadece iki yıl sonra (2002), Gbagbo’ya karşı başarısız bir darbe girişimi oldu. Ama iktidar kavgası daha yeni başlamıştı. Uzun süren bir iç savaş dönemine girildi. Ülkenin kuzeyinde Fransa’yı arkasına alan birkaç parti Yeni Güçler (Forces Nouvelles) adı altında yeni bir isyancı grup kurdu. Bu grubun liderleri Guillaume Soro ve Alaşsane Ouattara idi. Gbagbo, Fransa’nın himayesinde bir barış anlaşması imzalamaya zorlandı. Toplumda büyük tepki çeken ve protesto eylemlerine sebep olan bu anlaşmaya göre FN’nin Gbagbo hükümetine katılması gerekiyordu. Soro Başbakan oldu ve Fransız güçlerinin yanında 10.000 BM Barış Gücü (UNOCİ) ülkede kaldı. Toplum itirazlarını protesto eylemleri ile dile getiriyordu. Abidjan’da protesto eylemlerine her seferinde on binlerce insan katılıyor ve ülkenin çeşitli bölgelerinde sabotaj eylemlerin yanı sıra kuzeyinde iç savaş devam ediyordu. 2004’te bir ateşkes sırasında kuzeydeki isyancı gruplara yapılan hava saldırısında dokuz Fransız askeri ve bir Amerikalı öldü. Saldırının kimler tarafından yapıldığı halen belli değil ama Fildişi Sahili Cumhuriyeti’nin Fransa ile yapmış olduğu orduyu donatma anlaşmasına rağmen iki Rus uçağı ve birkaç helikopter alması Fransa’ya tüm hava kuvvetlerini devre dışı bırakma bahanesi sağladı. Fransa’nın bu kararına karşı birçok yerde inanılmaz büyüklükte eylemler ve protestolar başladı. Fransız ordusu 60 üzerinde insanI öldürdü ve binlercesini ağır yaraladı. Başkent Abidjan, Fransız ve BM askerleri tarafında ablukaya alındı.
2008’de Gbagbo’nun Fransız askerlerinin çekilmesi konusunda Fransızlarla anlaşma imzalamasına rağmen herhangi bir gelişme yaşanmadı. 2007’de kuzeydeki isyancıların silahsızlandırılması ve bölgenin hükümetin denetimi altına verilmesi de aynı yeni anlaşma gibi sonuçsuz kalmıştı. Başkan Gbagbo köşeye sıkıştırıldı ve anlaşmaların tam tersine Fransa destekli Ouattara’nın cumhurbaşkanlığı seçimine katılmasına boyun eğmek zorunda kaldı.
Fildişi Sahili dünyanın en büyük kakao üreticisi olarak küresel üretimin %40’ını yapıyor. Fildişi Sahili kârın sadece %12’sini aldığı için Gbagbo, Fransa ile hammadde sözleşmelerini yeniden müzakere etme niyetindeydi. Onun talebi bu paylaşınım %50’ye çıkarılması idi. Ayrıca Fransız askerlerinin geri çekilmesi anlaşmasının uygulanmasında da diretiyordu. Bu iki istek nihayetinde Fransa’nın ondan kurtulmak istemesine neden oldu.
Ayrıca ülkenin sahillerinde geniş petrol ve gaz yatakları bulunmakta. Yurtdışına ihraç edilen maddeler arasında palm yağı, hindistancevizi, pamuk, kauçuk, şekerkamışı en önemli yer tutuyor.
Ouattara’nın başkanlık geçmişi
2010 yılında tartışmalı bir seçimden sonra iktidara Ouattara gelmiş ve bunu takiben iç savaş çıkmış, ilk çatışmalarda 3.000 kişi hayatını kaybetmiş ve onbinlercesi yaralanmıştı. Batının tipik bir diktatörden daha çok “Temiz NeoLiberal Adam” olarak nitelediği Ouattara BM mavi bereliler ve Fransız askerlerinin aktif yardımı ile şaibeli seçimleri kazanmış ve isyanları bastırmıştı. Böylece Ouattara’nın iki dönemlik devlet başkanlığı başlamış oldu.[6]
Neoliberal temiz adam Ouattara’ya tüm kapılar açıldı.
Eski bir Afrika kraliyet ailesinin torunlarından olan Ouattara, Amerika’da okudu ve ardından Uluslararası Para Fonu’nda (IMF) ve yönettiği Batı Afrika Merkez Bankası’nda (CFA frangı veren) kariyer yaptı. IMF tarafından istikrar ve toparlanma programının koordinasyonu için bakanlıklar arası komitenin başkanı olarak ülkeye ilk kez getirildikten sonra, Houphouët-Boigny’nin başbakanı olarak görev yaptı. İktidarda olduğu sürece özelleştirmelerin önünü açtı, batı Afrika’daki Fransız nüfuzuna yönelik hoşnutsuzlukların kendi ülkesine taşınmasını engelledi. Bu bölgede yer alan ülkelerde uzun zamandır baş gösteren hoşnutsuzluklar istikrarsızlığa sebep oluyordu. Fransa’nın yıllardır ha bugün ha yarın diyerek reformlarla sorunları savuşturma çabası yeni-sömürgecilik karşıtlarının elini güçlendiriyordu. Ouattara geçtiğimiz günlerde Macron ile birlikte yine bir CFA Frangı reformunu duyurdu, bu sayede bazı sömürge araçları fiilen kaldırıldı, ancak avroya sabitlenme kaldırılmadı. Bununla amaçlanan ise CFA Frangı, Avro Peg karşıtlarının yelkenlerinden biraz rüzgar almak ve zaman kazanmaktı. Ouattara iktidara geldiği 2010’da tüm ülkenin doğal kaynaklarını, tarımı ve akla gelebilecek her alanı özelleştirmeye başladı. Fildişi Sahili daha önce görülmemiş düzeyde Fransa’ya bağımlı kılındı. Ülkenin borçları altından kalkılamayacak düzeye çıktı. Toplum yoksullaştı, geçim sıkıntısı ve açlık tüm ülkeye yayıldı.
Bugün toplumun Ouattara’ya oy verenleri ve arta kalan %50’sini kapsayan büyük hoşnutsuzluk neye gebe bilinemiyor. Ama gelecekte pek iyi günler görünmüyor. Bir iç savaş ve de daha baskıcı katliamcı bir süreç her an başlayabilir. Bu tamamen Avrupa’nın/ Fransa’nın elinde.
Batı basını her zaman olduğu gibi tek taraflı, yanlış ve eksik haberlerle dolu. Kendi ordularının ya da destekledikleri rejimlerin yaptığı katliamları ya örtmeye çalışıyorlar ya da muhalefetin üstüne yıkıyorlar. Sol liberal gazeteler (TAZ) bile birçok yanlış haberi yayımlıyor, kendi sorumluluklarının üstünü örtmeye çalışıyorlar. Wikipedia’da yazılanların ne kadar çarpıtılmış olduğu ancak bağımsız yayın organları okunduğu zaman fark ediliyor Programa uymayanın yerine başkasının getirilmesi tüm Afrikalı yöneticiler için geçerli. Burada diktatörlere verilen ders, onlar daha iktidara gelmeden önce dayatılan öğreti: “sen yapmazsan yapacak başkaları var.”
Afrika’da seçimle ya da darbe ile başa geçmenin, arkanızda Avrupa yoksa hiçbir anlamı yok. Ne zaman gelip ne zaman gideceğiniz Avrupa’nın başkentlerinde belirleniyor. Gözümü kaparım vazifemi yaparım diyenlerin daha uzun iktidarda kalma şansları var. Avrupa çıkarlarını gözetiyorsanız, sömürüye sınırsız izin veriyorsanız sizin servetinize servet katmanız ya da katliamlar yapmanız, insan haklarını ayaklar altında çiğnemeniz onları rahatsız etmiyor. Tam tersine daha fazla rüşvet, daha fazla destek almanız mümkün kılınıyor. Bir de bunun üstüne mülteci akınını durdurabiliyorsanız bu iktidarda tutulmanız için en büyük referans oluyor. Son bir yılda 1400‘ün üzerinde çocuk mültecinin Avrupa yollarında hayatını kaybetmesi buradaki burjuva basınına dahi yansımıyor, siyasiler bunu dünyanın en normal şeyi gibi sineye çekiyor.[7]
Not: Bu yazı kaleme alındıktan sonra (Temmuz 2021 başında) AB ve EMA’nın (European Medicines Agency) Avrupa’ya girişlerde Avrupa dışında üretilmiş aşılar ile aşılananları kabul etmeyeceğini açıklaması Afrika ülkelerinde büyük protestolara sebep oldu. Sert tepki Madagaskar Saglık Bakanı’ndan geldi ve “Afrikalılar için ayrı bir aşı Avrupalılar için ayrı bir aşı mı var” diye sorarken, doğu Afrikalı gazeteler Aşı Apartheidından (Impfstoff-Apartheid) bahsediyorlardı.[8]
Referanslar:
[1] https://au.int/en/pressreleases/20200317/africa-union-and-european-union-join-forces-ensuring-peace-africa
[2] http://www.antikrieg.com/aktuell/2021_05_07_usgeneralbehauptet.htm
[3] http://www.opex360.com/2020/08/05/selon-un-rapport-de-la-diplomatie-allemande-la-russie-envisagerait-detablir-six-bases-militaires-en-afrique/
[4] https://www.hrw.org/news/2012/03/21/; https://www.hrw.org/news/2015/06/26/
[5] https://www.jungewelt.de/loginFailed.php?ref=/artikel/385036.repression-in-côte-d-ivoire-die-regierung-hat-kindersoldaten-dafür-rekrutiert.html
[6] https://cameroun24.net/actualite-cameroun-Laurent_Gbagbo_explique_dans_un_livre_pourquoi_il_-3-3-55310.html
[7] https://lostineu.eu/der-welt-gendarm-der-gipfel-flop-und-die-pleite-bei-der-entwicklungshilfe/?utm_source=getresponse&utm_medium=email&utm_campaign=Lost+in+EUrope+Update&utm_content=Lost+in+EUrope+Update
[8] https://www.german-foreign-policy.com/news/detail/8649/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.