Boğaziçi direnişi 7. ayına girerken Melih Bulu’nun görevden alınması direniş için tarihsel bir fırsat, üniversiteyi bileşenlerin yönetmesi gerektiği iradesini ortaya koymak için önemli bir siyasal zemin yaratmıştı. Fakat bunun yerine tercih edilen güvenoyu sistemi siyasal iktidara geniş bir aday havuzu oluşturarak Erdoğan’dan Boğaziçili bir adayı atamasını beklemekten ileri gidemiyor. Boğaziçi Dayanışması ve BÜLGBTİ+ eski kayyum Mehmed Özkan döneminin bir ikincisinin yaşatılmak istendiğini ve bunun kabul edilemez olduğunu vurguluyor
Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun Kayyum Rektör olarak atanması ile başlayan protestolar, 2 Ocak tarihinden bu yana 7 aydır devam ediyor. 2016’da Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile başlayan kayyum atamaları, üniversitelerin akademik özerkliği için büyük tehdit oluşturmuş ve gençlik tarafından birçok kez protesto edilmişti. Boğaziçi Üniversitesi’nin ilk kayyumu Mehmed Özkan ise bugün Melih Bulu’nun karşılaştığı durumdan payını almamıştı. Bunun en büyük sebebi Özkan’ın “Boğaziçili” olmasıydı. 2016 yılında, devrimci öğrenciler kurum içinden olmasına rağmen kayyum atamalarını reddetmiş ve protestolara devam etmek istemiş fakat protestolar akademisyenler tarafından durdurulmuştu. İlk kayyum deneyimine rağmen 4 Ocak’ta Güney Kampüs önünde yapılan eylemin bu kadar kitlesel olmasının sebebi Melih Bulu’nun kurum dışından atanmış olmasıydı. Bunun bir kurumu kurtarma kaygısı değil de siyasal bir direniş olduğunu gözler önüne seren, şüphesiz eylemden sonra yapılan ev baskınlarıydı. Boğaziçili olan veya olmayan birlikte üniversitelilerin gözaltına alınması direnişin “Tüm Kayyumlar Gidecek” şiarını sahiplenmesini ve 7 aydır devam eden akademisyenler nöbetinin başlamasını sağladı. Boğaziçi’nde ilk günlerde yaygın olan “Kayyum sorunu siyasi bir sorun mudur?” tartışmalarının cevabı, sokakta verilmiş oldu. Buradan hareketle Boğaziçi Dayanışması, direnişi okul içerisine sıkıştırmak isteyenlere karşın eylemleri Kadıköy’e taşıyarak kayyuma karşı yüzlercesi ile buluşturdu.
Öğrencilerin direniş için ilk planı ana talepleri olan “Bileşenlerin dahil olduğu rektörlük seçimi” talebi çerçevesinde bir bileşenler meclisi kurmak oldu. Kampüste forumlar düzenlendi, diğer okullarla ilişkiler kuruldu yani kayyum düzenine karşı tüm siyasal taleplerin gerçekleşmesi için uzun politik tartışmalar yürütüldü, bu sayede apolitik birçok kesime bunun bir siyasi sorun olduğu gösterilmiş oldu. Kurum içinden dahi olsa önceki kayyum döneminde de gördüğümüz gibi üniversite ülkenin bir yansımasıdır. Kayyum’a karşı barikatın en önüne geçenler LGBTİ+’lar, kadınlar ve Kürtlerdir çünkü AKP-MHP iktidarı memleketin genelinde nasıl onları hedef alıyorsa üniversitedeki kayyumlar da ezilenlerin haklarını gasp edecektir.
Boğaziçi Üniversitesi’nde meclisleşme çalışmaları, Kadıköy eylemleri ve akademisyenlerin nöbeti devam ederken okul içinde de çadır kuruluyor ve öğrenciler çeşitli direniş pratiklerini keşfediyordu. Bunlar arasında en dikkat çekeni, şüphesiz okulda düzenlenen kayyum sergisi oldu. BOUN Sergi ekibinin düzenlediği sergiden bir resim daha önceki provokasyon girişimleri ile bilinen İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK) üyeleri tarafından sosyal medyaya taşındı. Kâbe’nin etrafındaki LGBTİ+ bayrakları ve şahmeran figürü içeren, bugün hepimizin biliyor olduğu eser siyasal İslamcılar tarafından sosyal medyada hedef alındı ve AKP’nin desteği ile geniş bir nefret kampanyası başlatıldı. İki öğrencinin tutuklanması ve iki öğrencinin ev hapsi cezası alması memleketi tekrardan harekete geçirdi. AKP üyeleri, Süleyman Soylu, Erdoğan ve havuz medyası fobik nefret söylemleri ile LGBTİ+’ları hedef göstermeye devam etti. Bununla beraber direnişin niteliğini sönümlendirmeye çalışanlar, LGBTİ+’ların direnenleri ayrıştıracağını düşünenler, direnişin simgesinin tam da ezilen kesimler olduğunu ve mücadelenin onlar etrafında gerçekleştiğini bir kez daha görmüş oldu.
Boğaziçili iki öğrencinin tutuklanmasından hemen sonra 1 Şubat günü Güney Kampüs önüne eylem çağrısı yapıldı. Kampüsü ve mahalleyi ablukaya alan polis, otobüs duraklarından onlarca kişiyi gözaltına almaya başladı. Bununla birlikte okul içerisinde kalan öğrencilerin kapıya çıkması da engellendi. Tutuklamalar ve yapılan gözaltılar sonrası öğrenciler rektörlük binasının etrafında toplanarak Melih Bulu aşağı inip hesap verene kadar kampüsü terk etmeme kararı aldı ve protestolarına devam ettiklerini tekrarladı. Tüm memleketin gözleri Boğaziçi Üniversitesi’ndeyken sokağa çıkma yasakları bahane edilerek okula yüzlerce polis ve onlarca gözaltı aracı girdi. Öğrenciler, oturma eylemlerini devam ettirdiklerini yinelerken, Melih Bulu’yu rektörlük binasından çıkarmak isteyen polisler tarafından saldırıya uğradı. Polis ve öğrenciler arasında yaşanan arbedede okul içerisinden 51 kişi gözaltına alındı. Toplam 159 kişinin gözaltına alındığı 1 Şubat gününün gecesinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un yaptığı paylaşım ile Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü kapatıldı. Boğaziçi’nde yaşanan bu olay Türkiye’de yaygınlaştırılmaya çalışılan LGBTİ+ fobi ve nefret ortamının bir tezahürüydü. Devletin üniversitedeki temsilcisi Kayyum’un ilk hedefi de LGBTİ+’lar oldu.
Gözaltılar ve tutuklamalardan hemen sonra dışarı ile buluşmak ve kayyumlara karşı memleketin her yanında yankılanan bu direnişi genişletmek amacı ile 2 Şubat’ta Kadıköy’e eylem çağrısı yapıldı. Boğaziçi direnişi sürecinin tartışmasız en uzun soluklu, polis tarafından saldırılan ve ses getiren eylemlerinden biri gerçekleşti. Yüzlerce kişi Kadıköy sokaklarında polisle karşı karşıya gelip gözaltına alınırken binlercesi hatta yüz binlercesi onlara destek verdi. Gözaltıları takip eden süreçte okul içinden gözaltına alınan 51 Boğaziçili serbest bırakılırken, 6 öğrenci daha tutuklandı ve onlarca öğrenciye ev hapsi cezası verildi. İstanbul’da yaşanan tutuklamalara karşın memleketin ve dünyanın dört bir yanında Boğaziçi direnişine destek amacı ile tüm kayyumlara karşı eylemler düzenlendi. Sırt dönme nöbetlerinde “Öğrencime Dokunma” diyen Boğaziçi akademisyenleri ile beraber çeşitli üniversitelerde akademisyenler basın açıklaması düzenledi. Boğaziçi’nde başlayan direniş işte bu günlerde üniversiteler ve belediyelerdeki tüm kayyumları gönderme şiarı ile memleketin tamamına yayıldı.
Direnişin halk tarafından bu ölçüde sahiplenilmesini beklemeyen siyasal iktidar bu süreçte saldırılarını artırdı. Erdoğan, konuşmasında Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini hedef aldı. Öğrenciler için “Siz öğrenci misiniz, siz talebe misiniz, yoksa siz rektörün odasını basmaya kalkışan, orayı işgale kalkışan terörist misiniz” ifadelerini kullandı. “Yürekleri yetse, ‘Cumhurbaşkanı istifa’ diyecekler” diyerek açıklamalarda bulundu. Bunun üzerine aynı hafta Boğaziçi Dayanışması “Yüreğimiz Yetiyor!” diyerek 12. Cumhurbaşkanına açık mektup yayımladı.
Direnişin halkta karşılık bulması ile beraber üniversitelerde öğrenci hareketi tekrar yükselişe geçti. Türkiye’nin dört bir yanında üniversite dayanışmaları kuruldu. Tutuklu Boğaziçi öğrencisi Selahattin’in “Bundan sonrası sizde” sözleri üzerine tüm üniversite dayanışmaları bir araya gelerek ‘’Bundan Sonrası Hepimizde’’ kampanyası başlattı. 11 tutuklu ve onlarca ev hapsine rağmen sokaklarda devam eden direniş, kampüs içerisinde de Boğaziçili öğrencilerin kurduğu direniş çadırı ve çeşitli etkinliklerle devam etti. Kampüs içerisindeki direniş ortamı da siyasallaşmış ve toplumsal muhalefet ile birleşik hale gelmişti. Nöbet boyunca Hrant Dink anması, 8 Mart kutlamaları, Newroz kutlaması ve birçok toplumsal olaya karşı kampüs içerisinden ses çıkarıldı. En başından beri “Ne Boğaziçi Üniversitesi Türkiye’nin en önemli kurumu ne de Melih Bulu’nun kayyum olarak başımıza gelmesi Türkiye’nin en önemli sorunudur” diyen öğrenciler bu mücadelenin kadınlarla, LGBTİ+’larla, kürtlerle, emekçilerle ve ülkenin tüm ezilen kesimleri ile ortak olduğunu vurgulamaya devam etti.
Tutuklamalar ve ev hapislerinden sonra Mart-Nisan aylarında direniş daha çok kampüs içerisinde devam etti. Dönemin ilk haftası “6 tutuklu arkadaşımız için 6 gün boykot’’ şiarı ile ders boykotu düzenlense de Boğaziçi kitlesinde bir karşılık bulamadı. Direniş kampüs içerisinde sürerken, bir gece yarısı kararnamesi ile hukuk ve iletişim fakülteleri açıldı, Fazıl Önder Sönmez, Naci İnci ve Gürkan Kumbaroğlu rektör yardımcılığını kabul etti ve kayyum üniversitede kadrolaşmaya başladı. Kayyumun kadrolaşmaya başlamasının hemen ardından kampüs içerisindeki direniş hedef alındı. Daha önce tutuklanan iki öğrenci Doğu ve Selo’yu teşhis etmiş olan güvenlikler, bu sefer de kampüste direnen öğrencilere disiplin soruşturması açtırmaya başladı. Onlarca öğrenciye keyfi bahanelerle disiplin soruşturması açılırken henüz ceza alan bir öğrenci olmadı.
Soruşturmalardan biri de 1 Şubat günü Güney Kampüs kapısında gökkuşağı bayrağı açan Nazlıcan Doğan’a açılmıştı. Öğrenciler, gökkuşağını yasaklamaya çalışanlara karşı Nazlıcan’ın savunmasına çağrıda bulundular. Savunmaya doğru gittikleri esnada üzerlerinde gökkuşağı bayrağı olduğu için öğrenciler kaldırımda ablukaya alındı. Güney Kampüs’ten Kuzey Kampüs’e geçmeye çalışan 4 öğrenci LGBTİ+ bayrağı taşıdıkları gerekçesi ile polisler tarafından keyfi şekilde gözaltına alındı. Hemen ardından gözaltılara karşı Kuzey Kampüs önünde toplanan kitle uzun bir aradan sonra polisle karşı karşıya geldi ve 8 öğrenci daha gözaltına alındı. “Arkadaşlarımız serbest kalana kadar kampüsü terk etmiyoruz” diyen öğrenciler o gece sabaha kadar kampüsü terk etmedi. Ertesi gün öğrenciler, gözaltına alınan 24 kişiye destek vermek için adliye önüne gitti. Dayanışmaya gelen kişilerden 52’si burada gözaltına alındı. Buradan çıkacak en önemli mesaj yine direnişin simgesi olan LGBTİ+’lara düşmanlığın bitmeyecek olmasıydı. Yani, direniş sönümlense de, eylemlere ara verilse de kayyumlar ezilenlere saldırmaya devam edeceklerdi.
Tutuklu öğrenciler zamanla tahliye edilirken hala tutukluluğu devam eden Anıl Akyüz ve Şilan Delipalta’nın davasından önceki gün, 1 Nisan tarihinde tüm dayanışmaların organize ettiği Kadıköy eylemi gerçekleşti. Eyleme polis saldırdı. Biber gazı kullanan polis, çok sayıda kişiyi darp ederek gözaltına aldı. Boğaziçi direnişi sürecinde polisin en saldırgan davrandığı eylemlerden biri oldu. Polis-devlet şiddeti bir kez daha meydanlarda teşhir edildi.
Kadıköy’deki Boğaziçi eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle tutuklanan Anıl Akyüz ve Şilan Delipalta’nın da aralarında olduğu 23 kişinin yargılandığı davanın ilk duruşması 2 Nisan’da Kartal’da görüldü. Mahkeme, tutuklu yargılanan öğrenciler Şilan Delipalta ve Anıl Akyüz’ün tahliye edilmesi kararını verdi. Böylece tutuklu öğrenci kalmamış oldu.
Tüm tutukluların serbest kalması ve okulların bahar tatiline girmesi ile direniş süreci tekrardan kampüs içerisine sıkıştı. Akademisyenler nöbetlerine devam ederken, kampüs içerisinde soruşturmalara karşı eylemler ve okul içerisinde yürüyüşler devam etti. Bu süreçte akademisyenler dahil olmak üzere belli kesimler artık direnişi sönümlendirmenin mantıklı olduğunu, protestoların okul içerisinde yapılan konserler ve sergilerden ibaret kalması gerektiğini düşünüyordu. Öğrenciler her gün polis ablukasında yaşarken, disiplin soruşturmaları yüze yaklaşmışken okuldaki apolitik havayı beslemenin, AKP-MHP iktidarına karşı göstermelik bir direniş örmenin daha iyi olacağına inananlar yine hesaplarında yanıldı. 2016 yılında Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu’nun (CİTOK) girişimiyle kurulan koordinasyon ofisinin tek çalışanı kısa çalışma ödeneği bahane edilerek ücretsiz izne gönderildi. Yani aslında devlet direnişin formuna bakmaksızın saldırılarına devam edeceğini bir kez daha gösterdi.
Bahar tatilinin ve sokağa çıkma yasaklarının ardından kampüse geri dönen öğrencileri uzun süre sonra ilk defa özel güvenlik gerilimi karşıladı. İki öğrenci özel güvenlikler tarafından darp edilirken dayanışmaya gelen diğer öğrencilere karşı okulun kapısına aylar sonra tekrardan kelepçe vuruldu. Protestoların sönümlendiğini düşünen devletin esas amacı polisi de okuldan çekip öğrenciler ve özel güvenlik arasında tartışma yaratarak protestoları tamamen kampüs içine hapsetmekti. Buna karşın her gün yaptıkları basın açıklamasına devam eden Boğaziçililer “Şiddetin esas sorumlusu siyasal iktidardır” demekten vazgeçmedi.
Boğaziçi direnişi boyunca öğrencilere uygulanan sistematik saldırılar, dönemin sonlanmasına doğru hocalara yönelmeye başladı. Direniş boyunca öğrencilerle birlikte direnen, onları yalnız bırakmayan birkaç akademisyenden biri olan Feyzi Erçin’in ders vermesi keyfi bahaneler ile engellendi. Kayyum yardımcısı Naci İnci’nin bu kararı okul içerisinde protesto edilirken Boğaziçi Dayanışması akademisyenlere “Akademik Hayatı Durdur” çağrısı yaptı. Fakat bu çağrılar cevapsız bırakan akademisyenler döviz tutmak ile yetindi. Direniş boyunca pasif tavırları eleştirilen akademisyenlere, sıranın kendilerine geldiğini söylemek isteyen öğrenciler, hocaların nöbetine dahil olarak bölüm bölüm pankart açma eylemi yaptı. “Hocama Dokunma” şiarı yükseltildi.
Özel güvenlik ve öğrenciler arasındaki tartışma büyürken direnişin 6. ayını kutlamak isteyen öğrenciler kampüste çadır eylemi gerçekleştirdi. Çadır eyleminin sabahında ise Kayyum Rektör Melih Bulu, eylemin büyümesini engelleme amacı ile tüm kampüslere girişleri yasakladı. Kampüste yaşayan Boğaziçi akademisyenleri bile içeri alınmazken Güney Kampüs önüne içerde kalan öğrenciler için destek çağrısı yapıldı. Kampüs önünde toplanan kalabalık henüz eylem saati gelmeden polis tarafından alandan uzaklaştırılmaya çalışıldı. Tam bu esnada kitle alanı terk etmeyeceğini haykırırken içeriden onları alkışlayan öğrenciler özel güvenlik tarafından darp edildi. Çadırda kalan öğrenciler darp edilerek ve yerlerde sürüklenerek kampüs dışına resmen “atıldı.” İçerideki öğrencilerin şiddet uygulanarak dışarı çıkarılmasından sonra Güney Kampüs önünden Kuzey Kampüs önüne yürüyüş gerçekleştirildi. 6 aylık direniş sürecinde özel güvenlik şiddetinin artarak bu noktaya gelmesi ile devlet şiddetinin esas sorumlusu olan AKP-MHP iktidarının kendisini saklama aracı olduğu bir kez daha görüldü.
Direnişin 6. ayı biterken “Protestolar 6 ay sürer” diyen Melih Bulu bir gece yarısı kararnamesi ile görevinden alındı. Melih Bulu’nun görevden alınma biçimi aslında bu meselenin kişisel bir mesele olmadığının, cumhurbaşkanı kararnamelerinin bir anayasal sorun olduğunun en güçlü kanıtlarından biri oldu. Boğaziçi Dayanışması “Melih Bulu’nun yerine atanacak herhangi bir kayyumu kabul etmiyoruz” derken bunun bir kazanım olmadığının ve mücadelenin esas tüm taleplerimiz gerçekleştiğinde kazanılacağının altını çizdi. Öğrenciler kampüste taleplerini tekrar dile getirirken tüm kayyumlar gidene kadar mücadelenin devam edeceğini vurguladı. Bu şiarla yine dışarıyı Boğaziçi ile birleştirerek Kadıköy Rıhtım’da “Tüm Kayyumlar Gidecek” eylemi gerçekleşti.
Melih Bulu’nun görevden alınmasının ardından yerine yardımcısı olan Naci İnci vekâleten atandı ve akabinde 2 Ağustos’a kadar başvuruları sürecek olan rektörlük adaylığı için YÖK’e başvurduğunu açıkladı. Kayyum olarak atanan Naci İnci’nin ilk icraatı Can Candan’ın dersine son vermesi oldu. Feyzi Erçin’den sonra direniş sürecinde öne çıkan bir diğer akademisyen de kayyum düzeni tarafından hedef alınmış oldu. İçerde apolitik tutumların yeniden baskın hale gelme eğilimine karşın devlet, saldırıları ile kendisini tekrardan teşhir ederken Boğaziçili de olsa Naci İnci’nin Kayyum olduğu bileşenler tarafından tekrarlandı.
Görevden alınma sürecinin hemen ardından okul içerisindeki inisiyatifler tüm bileşenlerin dahil olduğu bir rektörlük seçimi örgütlemek için çalışmaya başladı. İçerisinde emekçiler, öğrenciler, akademisyenler ve mezunların bulunduğu bir seçim komisyonu kuruldu. Öğrenciler ve mezunlar direnişin ana talebi olan bileşenler seçiminde ısrarcı iken Boğaziçili akademisyenler lojistik problemleri öne sürerek bileşenler seçimi için zaman olmadığı ve kendi içlerinde bir güvenoyu sistemi uygulayacaklarını açıkladılar.
Boğaziçi akademisyenlerinin uygulayacağı güvenoyu sistemi şu şekilde işleyecek: Kurum içerisinden isteyen öğretim görevlileri adaylığını açıklayacak ve akademisyenler arasında yapılan destek oylamasında Melih Bulu’nun yardımcıları Naci İnci ve Gürkan Kumbaroğlu dahil olmak üzere tüm adaylar sunulacak. Yine akademisyenlerin kararı ile kimin en fazla güvenoyu aldığı açıklanmayacak, sadece belirli barajın altında kalan adaylar açıklanırken barajı geçen tüm adaylar YÖK’e başvuracak. Belirli talepler ve ilkelere sahip çıkan, bileşenlerden en fazla oyu alan tek bir aday etrafında birleşen bir irade koymak yerine direnişin ana talebi olan bileşenler seçimini reddeden bu uygulamaya Boğaziçi Dayanışması ve BÜLGBTİ+ karşı çıktığını belirtse de akademisyenler tarafından bir dönüş olmadı.
Boğaziçi direnişi 7. ayına girerken Melih Bulu’nun görevden alınması direniş için tarihsel bir fırsat, üniversiteyi bileşenlerin yönetmesi gerektiği iradesini ortaya koymak için önemli bir siyasal zemin yaratmıştı. Fakat bunun yerine tercih edilen güvenoyu sistemi siyasal iktidara geniş bir aday havuzu oluşturarak Erdoğan’dan Boğaziçili bir adayı atamasını beklemekten ileri gidemiyor. Boğaziçi Dayanışması ve BÜLGBTİ+ eski kayyum Mehmed Özkan döneminin bir ikincisinin yaşatılmak istendiğini ve bunun kabul edilemez olduğunu vurguluyor. Fakat, güven oylaması ile YÖK’e gidecek aday eski kayyumlardan farksız bir şekilde bileşenler tarafından seçilmemiş yani atanmış, kayyum rektör olacak. Bugün gelinen noktada akademisyenlerin izlediği bu siyaseti Türkiye’de muhalefetin Millet İttifakı siyaseti çerçevesinde izlediği yoldan ayrı düşünmek yanlış olacaktır. Tam tersi bugün akademisyenler tarafından öne sunulan güven oyu sistemi olası bir Boğaziçili adayın atanması halinde protestolara devam edecek öğrencilerin tepkisini sönümlendirmek için kullanılacaktır. Yani, yine Boğaziçili bir adaya razı olmanın yolları aranmakta, iktidardan medet umulmaktadır. Olası bir AKP’li kayyum atanması durumunda ise direnişin devam edeceğinden şüphesi olmayanlar kitlenin sindirilmesi ile karşı karşıya gelmiş olacak ve seçim iradesini ortaya koyma fırsatı aynı Mehmed Özkan’ın görevinin sonladığı zamanki gibi elden kaçırılmış ve süreçte sergilenmesi gereken siyasi duruş sergilenmemiş olacaktır.
Boğaziçili olsun veya olmasın atanan her rektöre ve bir askeri darbe kurumu olan YÖK’e karşı protestolarına devam edeceğini belirten Boğaziçi Dayanışması ve BÜLGBTİ+, akademisyenleri bugün bu tarihsel sorumluluğu almaya çağırırken, tüm bileşenlerin dahil olduğu rektörlük seçimi şiarından vazgeçmemekte, özerk-demokratik bir üniversite için mücadele ettiklerini söylemeye devam etmektedir! Hisarüstü’nde direniş devam ederken mahalle halkının dediği gibi, “Allı gider telli gelir”. Tüm kayyumlar gidene, YÖK kapatılana ve devlet şiddetinin esas sorumlusu siyasal iktidar hesap verene kadar mücadele bitmedi, devam edecek!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.