Farklı bir dünyanın, farklı kurguların hayali içinde çıktığımız sergi, bizi queer bir dünyaya daha da yaklaştırıyor. Bu yaklaşımın heyecanıyla, mekandan ayrıldıktan sonra da ilgi çekici olmaya devam eden “bütün kuşlar benim bahçeme gelir” sergisi üzerine Sınır/sız ekibinden Ozan Ünlükoç, Metin Akdemir, İlhan Sayın ve sanatçı Şafak Şule Kemancı ile sohbet ettik
“biz başka yerin nesilleriyiz. Yıldız tozuyuz, deri hücreleriyiz, başıboş rüyalarız.
Bizi süzgeçten geçirdikleri kaplara sığmıyoruz.
yola gelmiyoruz, bozuğuz, bal gibi de kirlenmişiz.
geçirgeniz + tüm geçişleri, mültecileri, oluşları, geleceği, şimdiyi buyur ediyoruz.”
Alok Vaid-Menon
Şafak Şule Kemancı’nın ilk kişisel sergisi “bütün kuşlar benim bahçeme gelir” 1 Ağustos tarihine kadar Depo İstanbul’da seyircisiyle buluşuyor. Sınır/sız ekibinin küratörlüğünde gerçekleşen sergi, bedenin ve cinselliğin sınırlarını aşan ve flörtöz bir davet sunan ekoseksüel bir bahçe kurgusu yaratıyor.
Sergi girişinde karşımıza çıkan Alok Vaid-Menon’un “Yola Gelmiyoruz” şiiri, zihindeki kalıpları, yargıları sorgulatarak ve hatta kırarak bu bahçeye hazırlıyor bizi. Farklı bir dünyanın, farklı kurguların hayali içinde çıktığımız sergi, bizi queer bir dünyaya daha da yaklaştırıyor. Bu yaklaşımın heyecanıyla, mekandan ayrıldıktan sonra da ilgi çekici olmaya devam eden “bütün kuşlar benim bahçeme gelir” sergisi üzerine Sınır/sız ekibinden Ozan Ünlükoç, Metin Akdemir, İlhan Sayın ve sanatçı Şafak Şule Kemancı ile sohbet ettik.
Öncelikle bu sergiyi düzenleyen ekiple tanışmak istiyorum. Kimdir Sınır/sız ekibi?
Metin: 2017 yılında Kasa Galeri’de gerçekleştirilen kolektif bir toplantı olmuştu. Farklı kolektiflerden insanlar olarak oradaydık. O yıl Onur Haftası sergisi yapılmayacağını öğrendik. Bir araya gelip sohbet eden insanlar olarak sergi işini önemsiyorduk. Türkiye’de LGBTİ+ aktivizmi denildiğinde yaşam, barınma, sağlık, hukuk gibi daha temel sorunlar konuşuluyor. Biz güncel sanatın da buna dahil olması gerektiğine inanıyoruz. O zaman biz bir sergi yapalım dedik. Bir arkadaş grubu olarak başlamış olsak da giderek kolektifleştiğimiz bir oluşuma dönüştü. O yıl sevdiğimiz, bizi etkileyen işleri sergilemek istedik, sanatçıları davet ettik. İstanbul Kıraathane Edebiyat Evi’nde 2018’de “Sınırsız” isminde bir sergi yaptık. Sonraki yıl da karma bir sergiyle devam ettik. Ve 2020 yılı için bir solo sergi yapmak istedik. Şafak’ın işlerini takip ediyorduk zaten ve ona bir solo sergi teklifiyle gittik. Pandemiden dolayı geçen yıl gerçekleştirememiştik, bu yıl tamamlamış olduk. Yani aslında bağımsız aktivistlerden, sanatçılardan oluşan bir grup arkadaş Sınır/sız ekibi. Motivasyonumuz olsa de her yıl yapsak diyoruz ama net bir programımız yok.
Ozan: Sınır/sız her yıl sergi düzenleyecek diye bir hedefimiz yok ama en temelinde ana akım güncel sanat dünyasının dışarıda bıraktığı queer eksenli iş üreten sanatçılara bir alan açmak istedik. Sergilerdeki işlerin birbiri ile konuşmasını önemsiyoruz, bu yüzden grup sergilerden vazgeçmiş değiliz. Şafak 2008’den beri her Onur Haftası sergisine katılıyordu. Neden hiç solo sergisi olmamış bir sanatçı diye düşündük ve solo sergi fikrimiz oluştu. Bundan sonra da solo ya da grup sergiler açabiliriz.
Peki serginin sanatçısı Şafak Şule Kemancı kimdir?
Şafak: Ben aslında yarı zamanlı olarak göçmenlerle çalışıyorum. Dikiş ve baskı gibi tasarım ürünlerinin eğitimini veriyorum. Genelde Onur Haftası sergileri dışında pek iş üretmiyordum. Sanat eğitimi almıştım ama bu alana biraz soğuk bakıyordum. Queer temalı grup sergiler dışında bir iş üretme heyecanım yoktu. Bu sergiyle beraber bu bakışım tamamen değişti. Hem Depo ekibinin, hem de Sınır/sız ekibinin destekleri bana çok güç verdi ve üretime dair yeni bir heyecan yarattı.
Birbirinizle iletişime geçtikten sonraki süreç nasıl başladı? Çalışmalarınız nasıl ilerledi?
Ozan: Şafak’ı tanıdığımız, işlerini, nasıl bir tarzı olduğunu bildiğimiz için serginin konusu, neyin etrafında şekilleneceği belli gibiydi zaten.
Şafak: Ben insan-bitki-hayvan karışımı varlıklar ve queer erotizm ağırlıklı çalışıyorum. Başlarken bir araya gelip neler olabileceğine dair fikirlerimizi konuştuk. Bana en çok ilham veren şey sinema diyebilirim. Bunlar üzerine konuştuk. İşler ortaya çıktıkça sergi konsepti de netleşmeye başladı aslında. İşler birbirini ürettikçe üzerlerine konuşarak ilerledik.
Metin: Şafak’ın belirli temaları var aslında; cinsellik, beden, doğa, ekoloji, haz, cinsel yönelimler ve farklı tutkular gibi konularla ilgileniyor. Bunları olumlayan, davet eden bir tavrı var. Mizah da barındırıyor işleri bence. Biz bütün bunları nasıl bir öyküye dönüştüreceğimizi konuştuk. Cam altı resimler, duvar kağıtları, polimer kil gibi farklı malzemeler kullanıyor olması da bizi yönlendirmiş oldu.
Şafak: Yani tüm süreç doğaçlama ve özgür bir şekilde ilerledi.
Sergide bu kadar farklı teknikle karşılaşmak teknik üretim sürecini de düşündürüyor. Üretim süreci teknik anlamda nasıl geçti sizin için?
Şafak: Ben üretimleri evimde yapıyorum. Evde çalışmak işimi kolaylaştırdı ama işlerin hepsi çok detaylı el işçiliği gerektirdiği için zorlu ve yorucu bir süreçti aslında. Arkadaşlarım ve partnerim sağ olsunlar çok yardım ettiler. Pazar günlerimizi sabahtan akşama kadar hep beraber yılan pulu kesip yapıştırarak geçirdiğimiz çok oldu mesela.
Sanatsal üretim sürecinde sergi ekibinin sanatçıya verdiği desteğin önemli olduğunu düşünüyorum. Sergi ekibi için nasıl bir deneyimdi bu?
Metin: Sanatçı yalnız bir insan aslında. Bütün gün atölyesinde zihnindeki deneyimlerden, gördüklerinden bir şeyler üretmeye çalışıyor. Ben de Ozan da sanatçıları atölyelerinde ziyaret etmeyi çok seviyoruz. Bu ziyaret sırasında beni heyecanlandıran ve sanatçının da heyecanlanacağını düşündüğüm fikirlerimi, duygularımı paylaşıyorum. Farklı malzemeler üzerine sohbet ediyoruz. Bunun güzel bir zihin alışverişi olduğunu düşünüyorum. Şafak’la da böyle ilerledik.
Ozan: Ben her sanatçıyla başka bir malzeme öğreniyorum. Önce onun sürecini anlamaya çalışıyorum. Sanatçı bazen işin içine çok girdiği için genele bakmakta zorlanabiliyor. Burada bir yönlendirmeden söz edemeyiz ama el ele tutuşmaya benzetebiliriz yaşadığımız süreci.
İlhan: Biz her şeyi bilen insanlar olarak görmüyoruz kendimizi. Hepimiz biraz el yordamıyla, birbirimizi cesaretlendirerek ilerledik. Bazen Şafak’ın emin olamadığı yerlerde onu cesaretlendirerek, bazen tam tersini söylediğimizde yine onun isteğine alan açarak kendisinden emin olmasına katkıda bulunduk.
Metin: Zaten Şafak da çok absürd bir fikirle çıkagelmediği için zorlanmadık.
Şafak: Benim için müthiş bir şanstı bu desteğin olması. Çünkü takıldığım, nasıl yapacağım diye düşündüğüm zamanlarda imdadıma yetiştiler. Aslında bu pratiğe yeni girmiş değilim, yıllardır iş üretiyorum ama ilk solo sergim olduğu için sık sık panik oldum ve her seferinde beni rahatlatan bir ekibin olması benim için süreci çok kolaylaştırdı.
Peki ilk kişisel serginin queer bir ekiple gerçekleşmiş olması senin açından nasıldı?
Şafak: İşlerimi zaten yıllardır queer camia için üretiyordum. O yüzden böyle bir ekiple çalışmak müthiş bir deneyimdi. Tanıdığım, dilini bildiğim insanlarla çalışmak çok rahatlatıcıydı.
Metin: Aslında biz hiç deplasmanda değildik bu süreçte. Birbirimiz tanıyoruz, sergi yaptığımız mekanı tanıyoruz, mekanda çalışan insanları tanıyoruz. Bu önemliydi. Bu tanışıklık hali kolektif bir durum oluşturuyor. Güncel sanat dünyasında bazen gerçek fikirlerini söyleyememe durumuyla karşılaşıyoruz. Bizde bu hiç olmadı. İlk buluşmadan açılışa kadar samimiyetsiz bir an hiç hissetmedim.
Bu serginin queer çevrede ya da sanat alanında nasıl bir etkisi oldu? Nasıl dönüşler aldınız?
Ozan: Bu kadar zamandır yapılan işlerin sanat alanında bir şeyleri dönüştürdüğünü düşünüyorum. Biz çok büyük bir şey yapıyoruz, ana akımı dönüştürüyoruz gibi bir yerden değil ama şuradan biliyoruz ki koleksiyonerler, bu sergilere hiç duyulmamış sanatçıların işlerini merak edip geliyorlar. Biz bunu kendimiz için yapmaya başladık, işleri biz beğendiğimiz için sergiledik ama sanat dünyasından aldığımız iyi dönüşler oldu. Bunun dışında ben şöyle ilginç bir şey de yaşadım; Maçka Parkı’nda polisin insanları parktan çıkarmasından, darp etmesinden sonra, zaman zaman herkesin içinden geçen “bu ülkede neden yaşıyoruz” sorusunu aklıma çok getirmemeye çalışsam da moralim çok bozuktu. Bu olaydan sonra yaptığımız ilk sergi turuna katılan bir kişi şöyle dedi: “Bugün buraya çok yorgun ve enerjisiz geldim. Ama buraya gelmek, bu sergiyi görmek, sizlerle olmak, bana çok iyi geldi. Neden burayı terk etmediğimizi şimdi anladım diyebilirim. Terk etmiyoruz, burada kalacağız ve mücadeleye devam edeceğiz.” Bundan çok etkilendim. Bu sergide büyük cümleler, sloganlar yok. Aksine barışçıl bir ortam sunuyor ve birilerine bunu hissettirmiş olması bana iyi bir şey yapmışız dedirtti.
Metin: Aslında ana akım ve alternatif sanat diye bir ayrım yok. Sergi mekanı ana akımın içinde bir yer. Biz de alternatif bir ana akım sergi yapmış olduk aslında. Genelde sergi açılışlarında birlikte gittiğin arkadaşlarınla sohbet edip dönersin. Bu serginin açılış günü oradaki herkesi tanımıyordum ama bir aile olma hissini yaşadım.
Serginin konusu da ekoseksüellik üzerine. Doğaya verilen zararlar son dönemde çok konuşulmaya başlandı. Ekoseksüellik sizin için ne ifade ediyor?
Şafak: Ekoseksüellikte doğayı bize sürekli bir şeyler veren anne olarak görmek yerine sevgili olarak görmek fikri çok ilgimi çekmişti. Anne, arkadaş olarak değil, özellikle sevgili olarak görmek. Buradaki romantizm ve erotizm çok ilgimi çekmişti.
Ozan : Ben bu kavramı Şafak’la tanıdım. Özellikle merkezi insan olmayan bir dünya kuruyor olması, insana dair olan cinsellikten uzaklaştığı halde hala bu kadar erotik olabilmesi bana çok çekici geliyor. Genel olarak queer eksenli işler açıkça cinsellik gösterir, bazen o cinselliğin çiğ kaçtığı noktalar olur, bu sergideki işlerin bu kadar zarif bir anlatımı olması da beni heyecanlandırdı.
Metin: Ben de ekoseksüel manifestoda geçen ‘we are eco sex activist’ cümlesinden etkilenmiştim. Bu serginin aktivist bir tavır da barındırması beni heyecanlandırdı. Tema olarak özümsediğin şeyin aktivizmini de yapıyorsun.
İlhan: Ben de bu kavramı Şafak’la öğrendim ve hala öğrenmeye devam ediyorum, o yüzden çok fazla bir şey söyleyemem. Ama Şafak’la ortak noktamız olarak ikimizin de saksı çiçeklerini çok sevdiğimizi söyleyebilirim.
Serginin girişindeki şiir beni çok etkiledi. Ve serginin ismi de küçük İskender’in bir şiirinden alıntı. İkisi de sergiyi bütünleyen sözcüklerden oluşuyor. Nasıl seçtiniz bunları?
Şafak: Sergi girişinde ve broşürde gördüğümüz aslında “Yola Gelmiyoruz” şiirinin bir kısmı. Şiiri yazan kişi Alok Vaid-Menon adında Amerikalı bir performans sanatçısı. Uzun zamandır takip ettiğim biriydi. Ondan izin istedim kullanmak için ve çok tatlı bir şekilde izin verdi. Bu şiiri kullanmayı sergi hazırlıklarının en başından beri düşünüyorduk ve benim için başlı başına bir ilham kaynağıydı. küçük İskender’in şiirindeki o cümle de çok güzel, çok oyuncu, davetkar ve flörtöz bir cümle aslında. Tabii küçük İskender’in de bir şekilde serginin içinde olmasını istiyordum. O yüzden bu cümleyi kullanmak istedim.
Söyleşi: Işgın Renkligül