Geç Betik demiştin adını. Geç’te anlaşılmayacak bir şey yoktu, çok geç yaşta başlamıştın anılarını kaleme almaya ama bu Betik de neyin nesiydi? Çoğu dostun gibi ben de ilk defa senden duydum Betik sözcüğünü. Yazılı olan, kitap anlamına geliyormuş, Nurullah Ataç’ın dilimize kazandırdığı sözcüklerden biriymiş. Kimseler benimsemese de, yerleşemese de dilimize, senin gönlünde yer etmiş bir kere; mümkünü yok yer alacak elbette anıların en güzel, en görünür yerinde
Şiirler yazarım basılmaz / Basılacaklar ama / Bir mektup beklerim müjdeli
Belki olduğum gün gelir / Mutlaka gelir ama
Ne devlet ne para / İnsanın emrinde bir dünya
Belki yüz yıl sonra / Olsun
Mutlaka bu böyle olacak ama
Nazım Ustanın bu şiiriyle hoşçakalın demişsin bizlere anılarında Gültekin Abi. Hiç aklına geldi mi acaba diye düşündüm okurken, hiç aklına geldi mi acaba, o son noktayı koyarken sonucun koca şairin dizelerindeki gibi olacağı.. Oldu ama.. O akıllara gelmeyen geldi sonunda başa. Tam da Nazım’ın dediği gibi.. Son yolculuğa çıktığın gün aldın o muştulu haberi.. Hani apar topar, kimselere haber vermeden, vedalaşamadan, yanında kimseler yokken çıktığın son yolculuk. Bir gün bile şüphe etmemiştin halbuki geleceğinden o güzel haberin, mutlaka dedin hep, mutlaka gelecek ama “Godot” değil ya bu. Oldu mu böyle Gültekin Abi, oldu mu ya.. Sırası mıydı şimdi..
Geç Betik demiştin adını. Geç’te anlaşılmayacak bir şey yoktu, çok geç yaşta başlamıştın anılarını kaleme almaya ama bu Betik de neyin nesiydi? Çoğu dostun gibi ben de ilk defa senden duydum Betik sözcüğünü. Yazılı olan, kitap anlamına geliyormuş, Nurullah Ataç’ın dilimize kazandırdığı sözcüklerden biriymiş. Kimseler benimsemese de, yerleşemese de dilimize, senin gönlünde yer etmiş bir kere; mümkünü yok yer alacak elbette anıların en güzel, en görünür yerinde de.
Haldun Taner’in dediği gibi kanılarımız, rengimiz, görüşümüz belirecekti geç de olsa bu Betik’te hep birlikte. Belirlemesine belirlendi sonunda görüşlerimiz ama son noktayı koyduk mu koyamadık mı hiç anlayamadık Gültekin Abi.. Öylesine hüzünlü, öylesine telaşlı, öylesine eksiktik ki sensiz. Sahi hiç aklına gelir miydi anılarına eksik sıfatının da ekleneceği, benim tarafımdan hem de. Ne hayaller kurmuştuk halbuki, böyle miydi kavlimiz söylesene..
İzmir’de kesişmişti bizim yollarımız; 12 Eylül’ün en karanlık günlerinde. Füruğ Ferruhzad’ın dizelerindeki gibi güneşin ölüğü günlerde. Güneş ölmüştü ve yarın uslarında küçük çocukların Yitik, belirsiz bir kavramdı. Zulümlerden zulümlerin beğenildiği, bir elin diğer ele uzanamadığı, bir gözün diğer gözü göremediği günlerdi.
Korka çekine gitmiştim tek dersten beklemeli olduğum dersin sınavını vermeye, 1980 Ekim’inde, Ankara Hukuk Fakültesine. Hayret vukuatsız girdim kapıdan, sınav salonunda aldım da yerimi hiç engelleme olmadan; gözlerim hep kapıda ama, hep adım okunacak, salondan çıkarılacakmışım gibi. Hiç bir şey olmadı geçer not almam dışında.
Sıra gelmişti avukatlık stajına. O kadar emekten sonra hakim olup kalem kıracak halim yoktu ya.
Önce avukatlık stajımı yaptım yanında İzmir’in duayen avukatlarından Gültekin Göktürk Süvarlı’nın, sonra omuz omuza devam ettik birlikte davaları omuzlamaya..
Dost olduk. Destek olduk.. Sırdaş olduk birbirimize.
Mesleğe Antalya’da başlamış Gültekin Abi. Aspendos Antik Tiyatrosu’nda oyunlar seyretmiş.. Perge Antik Kenti’nde dolaşmış. Hele de Olimpos Cira Dağı. Neler neler hayal edermiş o dağa tırmanırken.
O hayallerin peşindeyken tanışmış Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile. 1967 yılında il başkanlığını da yaptığı TİP Antalya İl Örgütü kurucularından.. Ne de övünerek yazıyor kendi deyimiyle ilk “sosyalist” damarı Antalya’da yakaladığını anılarında. Hele bir solukta okunan Elmalı Toprak İşgali’ndeki duruşu. Demek ki diyor insan okudukça, sadece Sinan Cemgil değilmiş o dönemde TİP ile yollarını ayıran.. Adı Komünist’e çıkmış avukatlar da varmış halkın haklı mücadelesini savunup örgütüne kafa tutan. Okudukça ayırdına varıyor insan.
12 Mart’la birlikte sığamaz olunca Antalya’ya İzmir’e çevirmiş yönünü.
Deniz aşığıymış çünkü. Antalya’da almış dalgıçlık eğitimini. Zıpkınla balık avlamaya bayılırmış, özellikle geceleri. Bu nedenle sorguda bile “Balıkçı”ya çıkmış kod adı.
İlk politik davası Aktan İnceler’in davası. Yani, Basın Yayın Komünü’nün 4,5 milyonluk ünlü Ziraat Bankası soygunu davası.
Osman Yaşar Yoldaşcan’dan Yaşar Ayaşlı’ya, Aydın Çubukçu’dan Kenan Güngör’e öyle bir anlatısı var ki.. En kıymetlilerini incitmekten çekiniyor sanki, öylesine dikkatli, öylesine ihtimamlı, öylesine özlem dolu ki..
Yıllar sonra, geldiği Almanya’da anlatırken bile arkadaşlarına Orhan (Armenak) Bakır davasını Aktan İnceler’le başlatır girdiği politik davaların miladını sevgili Ayşe Kalmaz’ın kamerasına tüm sevecenliğiyle.
Kaynayan bir kazan gibidir 12 Mart sonrasında İzmir; grev çadırları kurulmuş, buram buram direniş kokmaktadır şehir. Pankart asarken ya da afişlemede yakalananlar, korsan mitinglere katılanlar… Haddi hesabı yoktur avukat arayanların. Bir gözaltından diğerine, bir tutuklanmadan öbürüne yetişmeye çalışır durup dinlenmemecesine o cezaevinden bu cezaevine.
Derken efsane Orhan (Armenek) Bakır davası..
İddianameyi okur okumaz çılgına döner Gültekin abi, 1 Numaralı sanığın karşısında yazılı Ermeni notunu görünce.
“Ayırımcılıktır bu” der. “Niye diğerlerine bir şey yazmıyorsunuz da Orhan’a Ermeni yazıyorsunuz, mahkemeyi baskı altına almak mıdır amacınız,. Hani eşitti her Türk vatandaşı yasalar karşısında?”.
O zamanlar kimsenin haberi yoktur asıl adının Armenak Bakırcıyan olduğundan. Ermeni vatandaşlara saldırı için her fırsatın kullanıldığı bir dönemdi. En küçük zeval gelsin istemezler kendi eylemleri nedeniyle cemaatlerine. Hiç tereddüt etmeden başvururlar mahkemeye can yoldaşı Hrant Dink ile birlikte. Böylece Hrant’ın adı Fırat, Armenak’ın da Orhan olarak değiştirilmişti nüfus kayıtlarında.. Elbette nüfus kayıtlarına göre yapılıyordu yargılamalar da.
“Müthiş biriydi” derdi.. “Becerikli, zeki, fırtına gibi; şarap bile yaparmış içeride, öyle sıradan biri değil”. Sonra bir hüzün çökerdi: “Keşke kaçırmasalardı, hapiste kalsaydı da yaşasaydı”..
Hep sevgiyle, özleme anardı adını.
İdamla yargılanırken kaçırır arkadaşları Armenak’ı, 18 Ekim 1977’de, Ege Üniversitesi Dişçilik Fakültesi önünde.
Staj yaparken elime tutuşturduğu ilk dava dosyasıydı bu Orhan Bakır’ın Kaçırılışı Dosyası.
“Al bu dosyayı incele” demişti “Girdisini çıktısını iyice öğren. Bu dosyayla anlayacaksın sıkıyönetim mahkemelerinin niye kurulduğunu”.. Sıkıyönetim mahkemeleri niye kuruldu? Mıh gibi çivilenmişti bu sözler o gün stajyer beynime.
3 İdam çıktı bu dosyadan. Sedat Yılmazsoy, Feridun İhsan Berkin ve Muzaffer Öztürk. Hem büroda incelediğim ilk dosyaydı bu dosya, hem de cezaevlerinde Gültekin Abi’nin bana devrettiği ilk müvekkiller.. Üstelik de ilk idamlıklar..
En büyük kabusuydu ölüm cezaları..
“Dayanamam ben giremem infazlara” derdi.
Bütün idamlık dosyaları bana vermişti sanki ben dayanırmışım gibi.
Her dosya ayrı bir yazı konusu.
12 Eylülde kesişen yollarımızı yine 12 Eylül döneminde ayrıldı bizim bir kaç yıl sonra. Hiç ummadığım bir dönemde üstelik.
Firar edince idamlık müvekkillerimizden biri, izine rastlanmayınca da hem bir kaç gün içinde, günah keçisi addedilip aranır duruma düştüm o toz duman içinde. Halbuki ne de sevinmiştim ilk duyduğumda 12 Eylül Cellatlarının elinden bir can kurtuldu diye.. Ne kadar da isterdim o günlerde Gültekin abiyle sarmaş dolaş o büyük sevinci yasamayı.. Hala yüreğimin en müstesna yerinde saklarım o muhteşem duyguyu. Düşünmesi bile mutlandırıyor insanı günümüzde ama ne çok ağır bedeller ödenmişti o dönemde.. Nice isimsiz kahramanlarca hem de. Özlemle, minnetle anıyorum her birini.
Epey uzun ve zorlu mültecilik yıllarından sonra buluşabildik yeniden Gültekin Abi’yle.
İyice yaşlanmıştı.
Çocukları kendi hayatlarını kurmuş, tek başına kalmıştı.
Kışları İzmir Karşıyaka Zübeyde Hanım Huzur Evi’nde kalıyordu yazları da Özdere’deki yazlığında . Eğer yaz döneminde gitmişsem hiç sorun yoktu, cümbür cemaat toplanır, Gültekin abiyi yazlığında ziyaret eder, sazlı sözlü dostlar sofrasını kurardık hemen. Kış döneminde bu kadar rahat olmazdı görüşmelerimiz. Gültekin abiyi alıp çıkarken, geç döneceğimizi bildirmek zorundaydık idareye usulen. Sağolsunlar hiç bir zaman kırmadılar bizi, gece saat kaç olursa olsun, yüksünmeden açtılar kapıları canı gönülden.
Nisan sonunda geliyorum dediğimde sıkıntılı bir sesle söyledi bir gecelik izinleri kaldırıldığını, en az 5 gece şartına bağlandığını ev izinlerinin. Yemeğe çıkıp dönemeyiz yani dedi hafif sıkıntılı.
“Ne de güzel olmuş Gültekin abi” dedim neşeyle, “Önce Foça’ya gideriz, Münevver ve Rezan’ı görmeye, oradan da ver elini Özdere. Kitabın son halini gözden geçiririz birlikte”.
Çocuk gibi sevindi.
“Sahi öyle yapar mıyız” dedi.
“Niye olmasın ki” dedim, “Kitabın ön tanıtımını da yazlıkta yaparız komşularla birlikte, sonra doğru Zeytin Cafe’ye. Hani Kasabalılar grubundaki müvekkilerin yapmıştı ya sana bir toplantı, ne koymuşlardı adını? 40. Yıl Buluşması mı? Hani Direnme Savaşı Kitabını hediye etmişlerdi ya sana. Onun gibi. Hatta daha güzeli, kim bilir belki harmandalı müziği eşliğinde diz bile kırarız tüm Egeli dostlarınla birlikte. Şiirler okursun yine sen, sazlar çalınır, türküler yükselir gök yüzüne”. Öyle mutlu oluyordu ki ben anlattıkça.
Yıllar önce Özdere’deki yazlığında söylemişti anılarını kaleme aldığını. Yazmasına yazmıştı ama bir yayınevi bulup da bastıramamıştı. Hüzünle söylemişti bunları. Zaten arşivim de yok elimde, yeterince yazamadım o günleri diye eklemişti utangaçça. 78’liler Derneğinin aldığını sanıyordu, aklında öyle kalmıştı.
Böylelikle düşmüştüm Gültekin Abi’nin arşivinin peşine.
Bilebileceğini düşündüğüm herkese ulaşmaya çalıştım da.
Bir türlü bulamamıştım izini.
Belki de bu hayal kırıklığı nedeniyle yeterince ilgilenememiştim kitapla o dönemde.
Geçtiğimiz yıl sonunda Aziz aradı Türkiye’den. Aziz Öğeyik, Gültekin Abi’nin eli, kolu, sevgili dostu.
“Gültekin abi alınıyor artık” dedi, “Anıları bastırmak gerek”.
Böylece hızlandı bizim anı maceramız.
Koca Çınar’ımızdı bizim Gültekin Abi, ve onu böyle kılan elbette ki 12 Mart ve 12 Eylül davaları, bu davalardaki durusuydu. Ama arşivini kaybettiği için bu davalarla ilgili fazla bir şey yazamamıştı. Yaşı da bir hayli ilerlemiş, doğal olarak anıları da gittikçe zayıflamıştı. Bu eksikliği müvekkillerle gidermeyi düşündüm. Celal Pedük’ten Ender Öndeş’e, Necdet Ayma’dan Şengül Arslan’a ulaşabildiğim tüm müvekkillerinden anıları derledim. “Hukuk Mücadelesi İnsan İçin Mücadele ” diye başlamış sevgili Aydın Çubukçu, “Direnişin Avukatı, Hey Bre Koca İnsan” diye devam etmiş Feridun Berkin.. Her biri ayrı bir tarih..
Nisan sonu gibi İzmir’e gidip, Gültekin Abiyle son bir göz atmak, ardından da matbaaya göndermekti niyetim.
Gültekin abi benim gidişimi bekleyemedi. Tam da önsöz göndermesi için arayacağım gün aldım kötü haberi.. Köşe bucak kaçtığı hastalık sonunda yakalamıştı yakasını. Kitaba 5 kala hem de.
O kadar istiyordu ki bu kitabı eline almayı.
Kelimeler yetmez gerçekten onun o özlemini anlatmaya.
Onu kaybettiğimiz gün söz verdim kendisine.
Bu kitap çıkacak Gültekin Abi dedim.
Bu kitap çıkacak, herkes de okuyacak..
Okuyanlar sadece güzel yazmış deyip geçemeyecekler.
Ne de Güzel bir insanmış bu Gültekin Koktürk Süvarlı diyecekler.
Ne de güzel düşünürmüş, ne de güzel sorgularmış hayatı.. Üstelik de şairmiş. Baksanıza şiirleriyle örmüş hayatını..
Bak ilk meyvelerini verdin bile. Sevgili müvekkilin Feridun Berkin aldı seni indi okyanusun derinliklerine. “Deniz aşığıydı benim avukatım” dedi, “Nasıl ki savundu bizi 12 Eylül mahkemelerinde inatla, inançla, benim de boynumun borcu şimdi onu kavuşturmak özlemini duyduğu Büyük Mavilik’le.. Vurgun yemiş gibidir Mavi’nin sevdalısı. İlle de kaybolmak ister o mavilikte. Kaybolmalı da Gültekin Abi, görmeli mavinin büyülü dünyasını son defa, elveda niyetine. Son görevimdir bu benim kendisine..” https://youtu.be/5M_oIW2J1hg
Yarım kalan kitabından başka hayıflanacak hiç bir şey yok hayatında.
Dimdik yaşadın, doğru bildiğin yoldan ayrılmadın. Sorguladın, doğru cevapları aradın, buldun da sonunda.
Bak dopdolu yaşanmış bir hayat bırakıyorsun ardında.
Bir de anlatılacak koskocaman bir hikaye.
Sadece güle güle diyoruz Gültekin abi
Sadece güle güle..
Bir de merak etme diyoruz,
Merak etme, yıllardır beklediğin o müjdeli haber geldi
Biraz geç geldi ama sonunda geldi. Zaten adı da Geç Betik değil miydi..
Ne de güzel anlatmışsın 27 Mayıs’tan 12 Eylül’e uzanan uzanan dönemi.
Senin değil, aslında aydınlık günlere yönelenlerin hikayesidir bu.
Okuyanın bol olsun Gültekin Abi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.