10 Ekim Ankara Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin aileleri ve yaralıların açtığı tazminat davaları, İdare Mahkemelerinde sonuçlanmış ve “sosyal risk” ilkesi gereğince tazminat kararları çıkmıştı. Yani İdare Mahkemeleri, katliamda idarenin sorumluluğu olmamasına rağmen sosyal devlet ilkesi gereğince uğranılan zararın bir kısmını karşılamaya hükmetti. Üst mahkeme olan Danıştay’a taşınan dosyalardan kararlar çıkmaya başladı. Danıştay da İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğunun olduğuna dair onca kanıta ve rapora rağmen İdare Mahkemeleriyle aynı kararı vererek “Katliamda devletin suçu yoktur” demiş oldu
10 Ekim Ankara Katliamı’nın üzerinden neredeyse 6 yıl geçti ancak adalet mücadelesi hala sürüyor. Yaralılar ve yaşamını yitirenlerin yakınları, katliamın gerçekleşmesinde sorumluluğu bulunan İçişleri Bakanlığı’na karşı maddi ve manevi zararlarının karşılatması talebiyle tazminat davaları açmıştı.
Yasal bir mitingte devletin mitinge katılanları koruma sorumluluğu olması, miting öncesinde yapılan çok sayıda ihbara rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması ve katliamın hemen sonrasında acil sağlık hizmetlerinin uygulanmaması, yaralıların da bulunduğu alana polisin biber gazı atmasına rağmen İdare Mahkemeleri, Bakanlığın hizmet kusuru olduğu yönünde bir tespit yapmayarak kararlarını “sosyal risk” ilkesi kapsamında vermişti. Bu ilke, idarenin katliamın gerçekleşmesinde kusuru bulunmasa da sosyal devlet ilkesi gereğince katliamdan zarar görenlerin zararların bir miktarının karşılanacağı kararların temelini oluşturuyor.
Katliamda hayatını kaybedenlerin aileleri ve yaralılar adına açılan tazminat davalarında, Katliamın gerçekleşmesinde İçişleri Bakanlığı’nın sorumluluğu temelde üç kanıta dayandırılmıştı. Mülkiye Müfettişleri raporu, İçişleri Bakanlığı’nın gerekli tedbirleri almadığını göstermişti. Türk Tabipler Birliği’nin “10 Ekim 2015 Mitingi: Acil sağlık hizmetlerinin verileri ışığında değerledirilmesi” başlıklı raporunda, katliamın yaşandığı gün, ambulans telsiz kayıtlarının ve Sağlık Bakanlığı verilerinin incelemesi yapılmış ve bu veriler ışığında yeterli acil sağlık hizmeti verilmediğine kanaat getirilmişti. Üçüncü dayanak ise ceza yargılamasında açığa çıkan bilgiler oldu. Ancak İdare Mahkemeleri ve ardından Bölge İdare Mahkemeleri ailelerin bu iddialarını hiç değerlendirmeden İçişileri Bakanlığı’nın herhangi bir sorumluluğu olmadığına ilişkin kararlar verdi.
Adalet mücadelesi, İdare Mahkemelerinin ardından Danıştay başvurusyla devam etti. Avukatlar Bölge İdare Mahkemeleri’nden çıkan kararları üst yargı olan Danıştay’a taşıdı. İçişleri Bakanlığı’nın hizmet kusuru iddialarını incelemeyi kabul eden Danıştay, İdare Mahkemeleriyle aynı kararı verdi: “Katliamın gerçekleşmesinde idarenin herhangi bir hizmet kusuru yok!”
Danıştay 10. İdari Dava Dairesi kararlarında, mitingin çağrıcısı olması gerekçesiyle TTB’nin raporunu “objektif ve tarafsız” bulmazken, avukatların da “çeşitli sivil toplum örgütleri kortejlerinde görevli oldukları” gerekçesiyle tutanaklarını yanlı buldu. Bunun yanı sıra Mülkiye Müfettişleri raporunu ve diğer deliller görmezden gelindi.
Danıştay kararında bir diğer önemli nokta ise bakanlığın “sosyal risk” ilkesi kapsamında tazminattan sorumlu tutulması halinde maddi tazminatın 5233 sayılı yasa kapsamında hesaplanması gerektiğine dair değerlendirme oldu. Karar bu yönüyle maddi zararın tazmin edilememesi ve uzlaşmayıp yargı yoluna başvuracak ailelerin yargıya başvurma hakkının sınırlandırması anlamına geliyor. İdare Mahkemeleri, manevi tazminat miktarlarını çok düşük tutarken Danıştay da maddi zararın karşılanmamasının yolunu açmaya çalışıyor. Danıştay kararı bu yönüyle geçmiş kararlarıyla çelişiyor. 10 Ekim de devleti Danıştay da “kusurlu” bulmadı: Tazminatlar “sosyal risk” ilkesinden veriliyor
Sendika.Org