İtalya’yı yenseydik “her şey çok güzel olacak” mıydı?

Olması gereken oldu. Tersi tesadüf olurdu. Anlık olurdu ve daha kötüsü bizi aldatan bir şey olurdu. Bir kez daha yaşayarak gördük ama öğrenemedik ki bu işler "hadi çocuklar" ve "bizim çocuklar" meselesinden ve yaklaşımından çok daha başka bir şeydir. İtalya’yı yenseydik sorunlarımızı, açmazlarımızı bir 5 yıl daha ötelerdik. Şimdi de öteleyeceğiz belki ama hiç olmazsa farkındalık geliştirenlerin sayısı birkaç kişi daha artacak

İtalya’yı yenseydik “her şey çok güzel olacak” mıydı?

“Sayılar önemlidir… Çok şey söyler sayılar. Nasıl baktığınıza göre değişir elbette ama doğru bakıldığında sayılar çok şey anlatır. Uzatmadan söylenmesi gerekeni baştan söyleyerek başlayalım; İtalya’yı bugüne kadar hiç yenememişiz. Bu, İtalya’yı hiç yenemeyeceğimiz anlamına gelmez ama yenebileceğimiz anlamına hiç gelmez.”

Yukarıdaki paragrafı pandemi koşulları nedeniyle bir yıl ertelenerek 11 Haziran 2021’de başlayan 2020 Avrupa Futbol Şampiyonasının ilk maçı olan ve 11 Haziran Cuma akşamı oynanan Türkiye-İtalya müsabakasının başlamasına dakikalar kala paylaşmıştık.

Müsabaka başlar başlamaz bir yandan müsabakayı izlerken, bir yandan da değişik mecralarda defalarca yazdığımız aşağıdaki kısa paragrafı paylaşarak, asıl tartışılması gereken konunun müsabakanın olası sonucu ile değil, seyri ve süreci ile ama asıl olarak da genel problematiğin ne olduğuna ilişkin dikkat çekmeye çalıştık:

“‘İtalya futbolu’ diye bir şey var. ‘Türkiye futbolu’ diye bir şey yok. Bu ifadeler futbolun oynanışına coğrafik, toplumsal ve kültürel bir kişiliği ve kimliği ifade eden yaklaşımlardır… Oyunun oynanışına bireysel ve grup davranışı olarak bir karakter katarak onu özgünleştirmeyi anlatır. Bu durum bizde yok…”

Müsabaka devam ederken bir yandan da sosyal medya üzerinden futbol ile gerçekten emek yoğun şekilde uğraşan görünmez kahramanların değerlendirmelerini okuyoruz. Bazı emekçi antrenörlerin ve futbol ilgilisi kişilerin, oynanan oyundaki vasatlığı ve teslimiyeti gördükçe hayıflanmaktan olsa gerek, “kesinlikle bir ekolümüz olmalı” şeklinde eleştirel düşüncelerini okumaya başladık. Eleştirilerinde çok haklıydılar ama eleştirirken bir yanlışa da düşüyorlardı. Ama özünde elbette haklıydılar. Bu tür bakış açılarına sahip olanlar ve işin mutfağında çalışanlar eğer değişmez dönüşmezlerse “haklı oldukları için kazanacaklar” olanlardır.

“Ekol” bilindiği üzere alınan, satılan veya karar verilerek hemen halledilen bir konu, iş, kavram ve uygulama değildir. Ekol, okul kavramından gelen bir anlayışı, modeli, stratejiyi veya uygulamayı benimseyerek geliştirmeyi ve kabule dilebilir düzeyde “kendine has”lığa ulaşmayı anlatan bir şeydir. Yani ekol gelişerek ve geliştirerek elde edilen bir düzey demektir. Uzun yıllar alır. Ama uzun yıllar bu düzey için tek başına yetmez. Amaçlı olarak, uzun yıllar o konuda çalışarak, bir özgünlüğe ulaşmayı kast eder. Edebiyatta, sinemada, müzikte, sağlıkta, ekonomide, eğitimde, tarımda, sporda, yani okul olacak denli “kendine has”lığı evrensel düzeye taşımayı ifade eder.

Müsabaka bitti… İtalya kazandı. Olması gereken oldu. Tersi tesadüf olurdu. Anlık olurdu ve daha kötüsü bizi aldatan bir şey olurdu. Bir kez daha yaşayarak gördük ama öğrenemedik ki bu işler “hadi çocuklar” ve “bizim çocuklar” meselesinden ve yaklaşımından çok daha başka bir şeydir.

İtalya’yı yenseydik sorunlarımızı, açmazlarımızı bir 5 yıl daha ötelerdik. Şimdi de öteleyeceğiz belki ama hiç olmazsa farkındalık geliştirenlerin sayısı birkaç kişi daha artacak. En azından birkaç kişi daha “demek ki İtalya’yı yenebilecek güç bizde var, bu şekilde devam edersek başarırız” demekten vazgeçecek.

Biz böyle deyince, bu tür yaklaşımlar sergileyince bazıları sanıyor ki, Türkiye başarılı olmasın istiyoruz. Öyle değil. Bizim, yani gerçek spor okuryazarlarının ve gerçekten yurtseverlerin tek derdi ve amacı Türkiye halkı gerçeği görsün, doğruyu bulsun ve sürdürülebilir bir başarı düzeyini yakalasın diyedir… Tekil, tesadüf ve anlık başarılar bizi kandırıyor ve geleceğimizi tehlikeye atıyor çünkü…

Bu memleketi gerçekten seven herkes yalancı, göstermelik ve tesadüfi başarılara karşı çıkmalıdır.

Sevgi gerçekliği fark etmekle başlar… Ve o gerçeğe göre yapılması gerekeni yapmakla gerçekleşir.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur