Halkımız, yüreğine bastığı ve bilincinde yaşattığı Cevahir gibilerini hiçbir baskı ve zorlama olmadan 50 yıl sonra da olsa Dersim’de ve bütün ülkede anıyor ve anmaya etmeye devam edecek. Ta ki, ülkemizde emperyalizmin ve kapitalizmin sömürüsü, zorbalığı sona erinceye ve Adnan Yücel’in şiirindeki gibi “yer yüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”
Hüseyin Cevahir, bu toprakların yetiştirdiği ender halk önderlerinden birisidir. Kökleri Dersim Mazgirt’tedir. Ancak Anadolu’nun her bölgesinde mücadelesinin izlerine rastlanır. Halka bağlılığının, emperyalist sömürüye karşı tereddütsüz ölüme gidişinin, kısa ömrüne sığdırdığı entelektüel birikiminin ve her şeyden önce, sonsuz sevgi kaynağının sırrını merak edenler aynı zamanda eniştesi öğretmen Fevzi Özkan’a yazdığı mektuptaki satırlara bakmalıdırlar:
“Eğer uykularım kaçıyorsa geceleri, düşümde mutluluklar görüyorsam tüm insanlar için, sonra bunların düş olduğunu anlayınca yanılgıdan ötürü mutsuzluk duyuyorsam söyle suçum ne benim. İnsanız biz, bir dilim ekmek için tüm çektiklerimiz anacığım (…) Eğer seviyorsam insanları bende bitmez tükenmez bir sevgi kaynağının oluşundadır.”
1 Haziran’da güne hüzün ve heyecan karışımı bir duyguyla başladık. Hüseyin Cevahir’i katledilişinin 50. yılında anmaya gidecektik. Dersim’in çıkışında yeğeni Fatoş’la buluşarak Mazgirt’e doğru farklı araçlarla sabah saatlerinde yola çıktık. Mazgirt’in merkez köylerinden geçerek saat 10.30’da mezarının bulunduğu Şöbek/Yeldeğen köyüne varıyoruz. Cevahir’in mezarının bulunduğu alanın etrafında COVID salgınına karşı tedbirlerini alarak erkenden gelip oturanları selamlıyoruz… Bir köy yerinde bu tedbirli oturma düzeni dikkatimizi çekiyor. Anmanın başlaması için gelecekleri bekliyoruz.
Bu yılki anma 50. yıl anması olarak planlanmamış. Ancak salgın nedeniyle daha çok ailesinin, yakın çevresinin ve haber alıp gelenlerin katılacağı sade bir törenle yetinilmiş. Anmada kız kardeşleri, giderek çoğalan yeğenleri, sevenleri en öndeydi. Birlikte mezar başında mum yaktık. Saygı duruşuyla başlayan anma, mezara çiçeklerin bırakılması ve bazı aile fertlerinden yükselen ağlama sesleriyle devam edildi. Cevahir’in kardeşleri ve bazı yakınları, ortak akrabalarımızın ve dostlarımızın benim hakkımda kendilerini bilgilendirmiş olmaları nedeniyle törende bir konuşma yapmamı istediler.
Onurla kabul ettiğim bu konuşmaya değinmeden önce bugüne kadarki bir eksikliğimizden bahsetmeliyim. Sevgisi yüreklerden taşan ve beyinlere kazınan Cevahir’i anma görevi sadece ailesinin omuzlarında olmamalı diye düşünüyorum. Bu küçük köyde ailesi ve köylüleri hep “bilindik güçlerin” öfkesine hedef olmuştur. Anmaya gelenlerin yüzlerinde tedirginlikler hep olagelmiştir. Ailesi, evlatlarını onurla anıyor ve kendilerinin bu konuda bir isteklerinin olmadığını söylemekle beraber, ben yapılması gerekenlerin, eksiklerin olduğu kanaatindeyim.
Mezarı başındaki konuşmamda Cevahir’i ilk tanıdığım yılları, yoksulluktan gelen ortak kaderlerimizi, daha sonra onun ardından yürüyüşümüzü ve bu yürüyüşün sorumluluklarını, Mazgirt için yapmamız gerekenleri dile getirmeye çalıştım.
Hüseyin Cevahir’le olan kişisel tanışıklığıma kısaca değinmek gerekirse, onu 1964 yılında Mazgirt Ortaokulu’nda öğrenci olduğumda tanıdım. Öğrencilik hayatımda beni 8 yıl boyunca eğiten, hep saygıyla andığım, rahmetli öğretmenim ve hemşerimiz Ali Özatlı bir gün sınıfa güler yüzlü, sempatik bir gençle girdi. Öğretmenle birlikte sınıfa girdiği için malûm olduğu üzere hepimiz ayağa kalktık ve ardından oturduk. Çok heyecanlandık ve meraklı bir sessizliğin ardından sonra öğretmenimiz, “Hüseyin Cevahir İstanbul’da okuyor. İstanbul’da tıp fakültesini kazanmış Mazgirtli bir hemşerimizdir. Şimdi üniversitede okuyor. Sizi ziyarete gelmiş, siz de Hüseyin Abiniz gibi çalışkan olursanız böyle iyi yerlerde okursunuz” mealinde bir konuşma yaptı. Sınıfımız kalabalık ve gözümüz de sürekli Hüseyin Abi’nin üzerinde. Bu konuşmadan bir süre daha sınıfta kaldı, sonra bize gülerek ve öğretmene teşekkür ederek sınıftan ayrıldı. İşte, benim aklımda kalan Cevahir o gülen ve hepimize çok sıcak gelen yüz oldu. Aramızda 4 yaş vardı. Hüseyin Cevahir’in doğum tarihi bazı yayınlarda yazıldığı gibi 1945 değil, mezar taşındaki şekliyle 1947’dir.
Ortaokul yıllarımda, yani 1962-1965 arasında onu yine zaman zaman Mazgirt’te görürdüm. Ailece Mazgirt’te oturdukları için o da ailesini görmeye gelirdi. Babası Düzgün Cevahir amcayı da Mazgirt’te tanımayan yoktu. Hüseyin Cevahir’i görürdük ama bizden büyük olduğu ve cesaretimiz de olmadığı için gidip kendisiyle birebir tanışıp, konuşmayı düşünemezdik.
Sonraki yıllarda ise o zaman İstanbul Üniversitesi’nin tek tıp fakültesi olan Cerrahpaşa Tıp’ta okuduğu yıllar boyunca, temas ettiği kişilerden bir kısmı benim de tanıdıklarım olduğundan, haliyle onlardan hep Hüseyin Cevahir’le yaşanmışlıkları dinlerdim.
Yıllar yılları kovaladı. Hüseyin Cevahir’in yoksulluklar içinde okuduğu İstanbul’da, onun yaşadıklarının benzerini bizim gibiler devraldı. Ailelerinden uzakta, kendi başına yaşamanın ne olduğunu; gündüzleri çalışmanın, geceleri Üniversiteye gitmenin zorluklarını, bilincimizin patladığı orta okuldan beri -tıpkı sömestr tatilinde bana ödev olarak verilen Yaşar Kemal’in Teneke romanındaki gibi- içimizde biriken eşitsizliğin, adaletsizliğin, kimsesizliğin biriktirdiği öfkenin nedenlerinin “kader” olmadığını öğreneli yıllar olmuştu.
68’lerden itibaren Hüseyinlerin, Mahirlerin, Ulaşların ve diğer devrimcilerle birlikte örgütledikleri Dev-Genç’in bildirilerini o zamanlar bizler de lisede iken, Elazığ’da yeni açılan EDMM Akademisi’nde okuyan abilerimizden alarak okumaya ve dağıtmaya başlamıştık.1970’li yıllardan itibaren de süreç bizleri İstanbul’da üniversite yıllarımızdan itibaren içine almaya başladı.
Bir de onu daha kapsamlı incelemiş ve yazmış diğer dost yazarlardan aldığım anlamlı alıntıyla kapatmak istiyorum.
Erdal Boyoğlu, Artı Gerçek sitesindeki yazısında şöyle yazıyor:
“Cevahir’in amacı bilimsel sosyalizm pratiğini sadece entelektüel birikime hapsetmek değildi. Tam tersine özellikle mücadelenin örgütlenmesi için emekçilerle sıkı sıkıya bağlar kurulması için bu fikri geliştirmek istiyordu. İşçiler, köylüler ve öğrenciler arasında okuduklarını ve öğrendiklerini siyaset sosyolojisi ışığında bilimsel bir temel kazandırmanın derdindeydi.”
Hüseyin Solgun da “Cevahir” kitabında şöyle diyor:
“Hüseyin Cevahir, yaşamının yedi yılını geçirdiği İstanbul, Ankara, Ege, Karadeniz ve Diyarbakır’da dönemin mücadelesi içinde olmakla kalmamıştır; dönemin kültürel ortamını da içselleştirebilmiş ve örnek bir karakter olabilmiştir. Dönemin havasını sonuna kadar, ciğerleri yettiği kadar solumuştur. Ölümü, bütün arkadaşlarını üzmüştür; sadece örgütsel arkadaşlarını değil, üniversiteden veya herhangi bir nedenle tanıdığı bütün arkadaşlarını da. Çünkü Hüseyin Cevahir, tanıdığı herkesin hafızasında hep güzel bir yerde konumlanmıştı; onu hatırlayan sadece güzel şeyler hatırlıyordu. Bir insan için, keşke onun gibi olabilseydik denebiliyorsa, o insan ‘unutulmaz’ olmayı da hak ediyor demektir.”
Bu bilinçtir ki Cevahir gibilerini, katledilenleri hiçbir baskı ve zorlama olmadan halkımız ve devrimciler 50 yıl sonrada olsa Dersim’de ve bütün ülkede anmaya devam ediyor ve etmeye devam edecek. Ta ki ülkemizde emperyalizmin ve kapitalizmin sömürüsü, zorbalığı sona erinceye ve Adnan Yücel’in şiirindeki gibi “yer yüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” bu dava böyle devam edecek. Benim gördüğüm ve etkilendiğim Cevahir’in bendeki izleri bu şekilde.
Son olarak Hüseyin Cevahir’in cenazesi İstanbul’dan bin bir güçlükle köyüne kadar getirilip toprağa verildiğinde yakın zamanda kaybettiğimiz eniştesi değerli yazar öğretmen Fevzi Özkan, 26 yaşında olan Cevahir’le vedalaşmanın olmazsa olmaz bir ritüeli olarak Cahit Sıtkı Tarancı’dan aldığı;
“Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim”
dizelerini fotoğrafına iliştiriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.