İyi tanıyın kendisini. Duvar filminin müziğini yaptı o, yalnızlık koydu adını. ‘Dağ Dumandır’dan tanıyorsunuz…
Duvar filminin müziği için önce Zülfü Livaneli’yi düşünür Yılmaz Güney. Sürü filmindeki müziğinin tınısı kulaklardadır hala. Ancak olumlu cevap alamaz 12 Eylül’ün o “zor yıllar”ında. Şoförü ve koruması olan Ahmet Tunç yetişir imdadına. “Ne düşünüyorsun abi bizim Garip Şahin var ya” diye başlar sözlerine.
Kostüm sorumlusuymuş Garip Şahin sette. Her rol için uygun kıyafetleri o dağıtırmış; gardiyan gardiyan elbisesini, asker asker elbisesini, her sabah ondan alırmış. Filmde de bir mahkûmu canlandırırmış. “Engin ol gönül” derken görürüz onu filmin başlarında, elinde sazıyla ranzasında. “Gafil gezme şaşkın” der sonra hüzünlü sesiyle. Hele o isyan sahnesinde söylediği Zazaca Hayderê parçası var ya, filmi uçurur sanki; sözlerinden hiçbir şey anlamasanız bile içinizden bir şeyler canlanır, müziğin ritmine uyup sığmaz olur kabına. Tam nefesinizin kesildiğini, kalp atışlarınızın durduğunu sandığınız anda görürsünüz yüreğinizin atıldığını canhıraş bir direnişin ta ortasına. Farkında bile olmadan eşlik edersiniz siz de Garip Şahin’in “Hayderê, Hayderê” çığlıklarına herkes kendi dilinde:
dewiz û moravaenê/ karker û emegdarenê/çini û cuamêrdenê /hayderê, hayderê/ olvözenê hayderê / biraenê hayderê
Haydiyin kardeşler haydiyin /Gelin artık harekete geçelim /Katlediyorlar emekçileri/ Haydiyin kardeşler haydiyin..
“Görmüyormusun nasıl da konuşturuyor sazını, set bittikten sonra da ne konserler veriyor bize” diyerek devam etmiş Ahmet Tunç, “Gör bak demiş, gör bak, Ermeni Setrak Bakırel’in gitarı ile birleşince bizim zaza Garip Şahin’in sazı, ne muhteşem müzikler çıkar ortaya.”
Dediği gibi de olmuş.
Duvar filminin unutulmaz müziğiyle duyurmuş 12 Eylül öncesinin militan ozanı Garip Şahin bütün dünyaya adını. Bu müzikle tanıdım ben de kendisini.
Ardından geldi, “Nasıl Anlatayım Hasretim Seni”:
Ateş oldun düştün şu yüreğime
Nasıl anlatayım hasretim seni
Pir Sultan’ın şahı Ferhat’ın aşkı
Nasıl anlatayım hasretim seniGüneş mi diyeyim düş mü diyeyim
İsyan mı diyeyim öç mu diyeyim
Yeni bir dünyaya göç mu diyeyim
Nasıl anlatayım hasretim seni
Sonra Paris’in zor günlerinde kesişti kısa süreliğine yollarımız. Avrupa’nın kuzey ülkelerine yolculuğunun arifesinde. Her birimiz ayakta kalabilme derdinde.
Yıllar sonra bomba gibi düştü haberi. Amansız bir hastalığa kaptırmıştı yakasını. Dünyayı kasıp kavuran salgının orta yerinde hem de. Gitsen gidilmez, gel desen gelemez…
Nefesimizi tutmuş, güzel bir haberdeydi kulaklarımız. Ne bir ses ne bir nefes. Kitabını okuyunca öğrendik, meğerse ‘Homeros’a mihmanmış’ o günlerde.
Ayın bulutu dağıttığı, yıldızların lambasını yaktığı, bir ışık cümbüşü içinde, çıkınına doldurup umudu düşmüş yollara. DERSİM demiş adına, DERSİM (Bir Dünya Vatan)
Sancı yayınlarında çıktı geçtiğimiz hafta. Soluk soluğa okunacak bir destan. İlmik ilmik işlemiş kitabında kırıma uğramış bir halkın acılarını, ahlarını, sevinçlerini, öfkesini… Daha ilk satırlarda zaman ve mekân kavramlarından alıp, klamların, stranların, cemlerin, semahların büyülü ortamına sokuyor sizi. Kulağınıza efsunlu bir müzik üfleniyor; çok uzaktan, çok derinlerden gelen bir uğultu gibi başlıyor önce, gittikçe yaklaşıyor. Yaklaştıkça ayırdına varıyorsunuz seslerin, daha tanıdık, daha yakın geliyor, ne zaman geçtiğiniz fark etmiyorsunuz bile düşler alemine. Kâh Kırklar Dağı’nda semaha duruyorsunuz İnsanı Kamillerle birlikte, kâh Kaf Dağı’nın zirvesinde dem tutuyorsunuz yıldızlarla canlar aşkına:
Delisi irfanlı Dervişi asi damgalıdır Dersim’in… Tarihin eksik sayfası üç gözlü bir jar-u diyardır Dersim… Bir gözüyle masal okur, bir gözüyle gerçeği. Gönül gözüyle görür iki gözün göremediğini…
Öyle bir sevda taşırmış ki yüreğinde anlatmalara doyamazmış. Binlerce yıl öncesinden gelen ak sakallı bir çocuk olan Koca Ozanmış. Bir solukta her şeyi anlatmakmış meramı mazlum insanlara, dostlarına ve yoldaşlarına, ne olur ne olmaz son sözlerini söyleme babında. Çünkü çok ciddiymiş hastalığı doğal olarak da endişeli.
Madem ki öyle demiş, madem ki doyamıyorsun anlatmalara, kardelenlerinizin inadı, meşe ormanlarınızın bereketi sonsuz umutlar toprağınızı… Madem ki onca anlatıdan sonra hala denizde damla bile değildir benim anlattıklarım insana dair diyorsun, gel o zaman benimle, gel birlikte inelim denizin derinliklerine, çıkalım denizler hakimi ‘mavi yeleli’ Poseidon’un karşısına. Sen anlat o dinlesin. Maviliği karışsın maviliğine, hece hece dokuduğun cümlelerinin rengini aldığı masmavi kubbenin. O maviliğin sarhoşluğuyla öyle bir vursun ki üç başlı mızrağını denizlerin dibine, iksire dönüşsün cümle sular, iç kana kana, ilaç olsun sana. Balıklara koşalım sonra, onlara anlatalım. Dahası yosunlara, yunuslara, deniz kızlarına, binbir çeşit canlıya, su perilerine hatta.
Onlar da bilsin ak köpüklü sularında yaşayan ala balıklarını, kıyısını süsleyen çakıl taşlarını Munzur’un. Onlar da bilsinler Seyit Rıza’yı, Alişer’i, Dicle kıyısında kesik başıyla gülümseyen Hallaç-ı Mansur’u, derisi yüzülen Nesimi’yi, Pir Sultanlar’ı, Şeyh Bedrettinler’i… diyerek dalmış büyük maviliğin derinliklerine, amfibi soyundan gelen yüzergezer Feridun Berkin, yüreğinde can dostu Garip Şahin.
Dört bir yanı dolaştırmış, tanıştırmış tüm canlılarla, “Arkadaşımı getirdim sizlere” demiş, “İyi tanıyın kendisini. Duvar filminin müziğini yaptı o, yalnızlık koydu adını. ‘Dağ Dumandır’dan tanıyorsunuz kendisini. Hani Orhan (Armenak) Bakır’ı getirdiğimde size, dinleyip hüzün toplarına dönüşmüştünüz: Kırmızı gül buz içinde.”
“Müziği de kendisi de yalnızdır şimdilerde. Amansız bir hastalık karşısında uzak diyarlarda. Güç verin dostuma.”
Önce turna balıkları başlamış klama. Sonra anemonlar durmuş semaha yosunların karşısında. Binbir çeşit balık eşlik etmiş yol boyunca kendilerine. Vakit dolup da yeryüzüne çıkma vakti gelince, eğilip can dostunun kulağına, “Bilirim Dersim gibisindir sen de” demiş Feridun, “Tam da yazdığın gibi. Heybesinin bir gözünde acılar, diğerinde sevinçler. Aşkın uzun ve çetin yollarında sabırla yürüyen inatçı bir derviş olarak betimlediğin Dersim gibisin. Haydi göreyim seni. Kuşan inadını, yen şu hastalığı. ‘Hoş Geldin’ çığlıklarımız karışsın birbirine. Bir elinde ‘DERSİM (Bir Dünya Vatan)’ kitabın, bir elinde gül ağacından sazınla. Dost avazlı turnalar getirsin seni bize.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.