AKP-MHP koalisyonunun yarattığı krizlerin günden güne şirketleri kapanmaya sürüklemesiyle konkordato ve iflaslar sayı olarak arttı ve dolasıyla etkilenen işçi sayıları yükseldi. Yeni düzenlemeyle de işçinin iflas eden şirket açısından birinci sırada alacaklı olması hakkı kâğıt üzerinde kaldı, fiilen kullanılamaz hale getirildi
TBMM’nin 9 Haziran 2021 tarihinde yapılan 89. Birleşiminde 266 sıra sayılı bir yasa teklifinin önemli bir bölümü hızla inen kalkan parmakla kabul edildi.
“Çorum Milletvekili Oğuzhan Kaya ve 49 Milletvekilinin İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3592)” işçiler açısından önemli bir konuyu da kapsamaktaydı.
Gerek Adalet Komisyonu’nda ve gerekse TBMM 89. Birleşiminde yapılan tartışmalarda muhalefetin hukuk temelindeki hiçbir uyarısı, eleştirisi dikkate alınmadı.
Oysa yapılmak istenen değişiklik birçok yönden hukukun eğilip bükülmesini kolaylaştıran, suiistimallere kapı aralayan düzenlemeleri içermekteydi.
Esas komisyon olan TBMM Adalet Komisyonu’nun raporunda yasa teklifini veren ve muhalefet eden milletvekillerinin görüşlerini şu linkten görebilirsiniz: https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem27/yil01/ss266.pdf
Bakıldığında birkaç konu öne çıkıyor, bir konkordato komiserlerine verilen yetkinin (suiistimale de açık bir şekilde) genişletilmesi, icra iflas kurulunda yer alanların niteliklerinde aranan koşulların değiştirilmesi, konkordatodaki şirket varlıklarının satışına olanak sağlanması, konkordatodaki şirketin yeniden borçlanması durumunda alacağının öncelik kazanması ve bu dönemdeki borçlardan dolayı icra işlemine izin verilmesi.
İşçiler açısından bu yasanın ne anlamı var diye düşünebilir birçok kişi. Ama ancak çalıştığı şirket iflas ettiğinde eğer geç kalmamışsa alacağını arayan işçi önemini bilir. Özellikle içinde bulunduğumuz koşullar düşünüldüğünde, olası yeni krizler karşısında ortaya çıkacak yeni şirket iflasları dalgası bu sorununun önemini daha da artırmaya aday görünmektedir.
İş bulmakta zorlanan, hatta umudunu bile tüketen, hayat pahalılığı altında ezilen, uğradığı haksızlıkları, işverenlerin açık yasa ihlallerini sineye çekmek zorunda bırakılan işçiler için belki bu yazılanlar ufak tefek bir ayrıntı olabilir. Yine de bir hak küçük bir umut dahi verse savunulmaya değerdir.
Şimdi işçiler olarak neyi kaybettik onu anlamaya çalışalım.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu 1932 yılında yürürlüğe girmiş, dolayısıyla dil bakımından uzmanların dışında okunduğunda tam olarak anlaşılması zor bir metin.
Yasanın 206. maddesinin başlığı “Adi ve rehinli alacakların sırası” buna göre bir şirket iflas ederse, bu şirkette çalışan ve iflas nedeniyle iş sözleşmesi sona eren işçilerin alacaklarının sırasını belirliyor.
Maddenin dördüncü fıkrası şu şekilde:
“Teminatlı olup da rehinle karşılanmamış olan veya teminatsız bulunan alacaklar masa mallarının satış tutarından, aşağıdaki sıra ile verilmek üzere kaydolunur:
Birinci sıra:
A) İşçilerin, iş ilişkisine dayanan ve iflâsın açılmasından önceki bir yıl içinde tahakkuk etmiş ihbar ve kıdem tazminatları dahil alacakları ile iflâs nedeniyle iş ilişkisinin sona ermesi üzerine hak etmiş oldukları ihbar ve kıdem tazminatları,
B) İşverenlerin, işçiler için yardım sandıkları veya sair yardım teşkilatı kurulması veya bunların yaşatılması maksadıyla meydana gelmiş ve tüzel kişilik kazanmış bulunan tesislere veya derneklere olan borçları, C) İflâsın açılmasından önceki son bir yıl içinde tahakkuk etmiş olan ve nakden ifası gereken aile hukukundan doğan her türlü nafaka alacakları”
Özetle bu maddeye göre iflas eden şirkette işçiler, rehinli alacağı bulunanlar ve devletten sonra kalan (eğer kaldıysa) varlıklarından yapılacak ödemelerde ilk sırada yer almaktadır. Çünkü çoğunlukla iflas eden şirketin içi boşaltılmış, kalan varlıkları öncelikli alacaklılara ödenmiş olur ve geriye işçi ilk sırada olsa bile bir şey kalmaz.
2004 sayılı yasada yapılan son değişiklik bu maddede bir düzenleme getirmiyor. Kâğıt üzerinde işçi öncelikli alacaklılardan sonra hala birinci sırada görünüyor. Ancak bir hileye başvurularak 308. maddede değişiklik yapılıyor. İflas etmeden önce konkordato döneminde bir bakıma şirketin içinin boşaltılmasının yolu açılıyor.
Yapılan değişiklikle konkordatodaki şirket iflas ederse konkordato komiserinin onayıyla yapılan borçlar rehinli alacaklılardan hemen sonra ve diğer bütün alacaklılardan önce ödenecektir. Haliyle 206. maddede alacaklılar listesinde birinci sırada bulunan iflas eden şirket işçileri, daha da geriye itilmektedir.
Adalet Komisyonu’nda İcra ve İflas Kanunu’nda yapılan değişiklik teklifine ilişkin yazılan muhalefet şerhlerinde bu konu şu şekilde ele alınmaktadır:
… asıl amacın konkordato sürecinde borçlunun bazı mallarının satışına imkan verilmesi ve bundan elde edilen gelirlerin rehinli alacaklı konumunda bulunan finans kuruluşlarına aktarılmasıdır. Konkordato süreciyle zaten mağdur duruma düşen işçilerin alacakları ise geri sıralara kaymaktadır.
Kanun teklifinin 7. Maddesi ile getirilmek istenen hüküm işçi alacaklarının ödenmesini engelleyecek nitelikte bir hükümdür. Ayrıca sadece işçi alacakları değil konkordato mühletince edinen diğer bütün borçlarının da ödenmesine olanak sağlamaktadır. … Bu hükümle rehinli alacaklardan hemen sonra ve diğer bütün alacaklardan önce ödeme yapılır hükmü, işçi ve emekçinin aleyhine olabilecek ve sermayeyi korumaya yönelik bir tekliftir.
İşçiler açısından konkordato, iflas durumu işleyiş bakımından karmaşık olan bir sistem. AKP-MHP koalisyonunun yarattığı krizlerin günden güne şirketleri kapanmaya sürüklemesiyle konkordato ve iflaslar sayı olarak arttı ve dolasıyla etkilenen işçi sayıları yükseldi. Haliyle işçiler açısından zaman zaman öne çıkan bir konu haline geldi.
Eski haliyle bile alacaklarına erişmekte zorluk çeken iflas eden şirket işçilerinin küçük de olsa var olan umudu bu düzenlemeyle ortadan kaldırılmış oldu. Daha doğru bir ifade ile işçinin iflas eden şirket açısından birinci sırada alacaklı olması hakkı kâğıt üzerinde kaldı, fiilen kullanılamaz hale getirildi.
Bu düzenlemenin kazananı; krizde bile karlarını hızla artıran ve alacaklarına garanti sağlayan bankalar oldu. İşçiye ise var olanla yetinmek, haline şükretmek, bugünlerde moda olan deyimle “nankör”lük etmemek düştü.
Peki bu açık hak kaybı yaratan yasa teklifine karşı sendikal yapılar ne tepki verdiler. Başta Birleşik Metal-İş olmak üzere yalnızca birkaç sendikadan ses çıktı. Büyük çoğunluk, üyelerinin hakkını korumak için yaygın deyimle “parmaklarını bile oynatmadılar”.
Birçok kişi açısından ne bekliyorsun, hangi dünyada yaşıyorsun gibi tepkilerin geleceğini biliyorum. Haklılar. Ama ben de kendime göre haklıyım, en azından yağmasalar da gürleyebilirlerdi.
Bu sessizlik ortamında en kısık sesin bile önemi büyüktür. Tek tek de olsa haklarımızı korumak için her olanağı kullanmak zorundayız. İşçi sınıfı olarak hakkımızı savunmak öncelikli görevimiz ve çocuklarımıza karşı sorumluluğumuz.
Yapılacak belli, itiraz edebilmeyi, örgütlü itiraz edebilmeyi öğrenmek, alışkanlık haline getirmek ve kararlılıkla hayata geçirmek!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.