O gün için bizlerden yaşlı bir Çinli geldi yanımıza. “Kaldırın” dedi Fransızca, “kaldırın o Mao posterini, kimse görmeden.” Hiçbir şey anlamamıştık, niye kaldıracaktık ki? Mao olsaydı böyle bir katliama izin vermezdi bize göre, katliamı lanetliyorduk biz, onlara ne? Dilim döndüğunca anlatmaya çalıştım, nafile. Bizimkilere söyledim, “Olmaz öyle şey” dediler, “Pankart namustur, kaldırılır mı hiç?” Önce bir gencin dikkatini çektik, sonra diğerlerinin. Kendi aralarında konuştular bir süre, sonra merdivenlere yöneldiler
Tam 32 yıl önce bugünlerdi. Bütün dünya gözlerini Çin’e çevirmiş, nefesini tutarak izliyordu olanları. Öğrenciler ayaklanmış, iktidarı sallıyorlardı. İnsan hakları, demokrasi ve özgürlüktü talepleri.
Paris’teki Fransa Türkiyeli İşçiler Derneği’nin girişinde karşılaştım bir grup arkadaşımla.
Ellerinde pankartlar ve Mao Zedung’un camlı bir posteriyle çıkıyorlardı dernekten.
“Tiananmen olaylarını protesto için, bir miting var Opera Meydanı’nda, oraya gidiyoruz” dediler.
Doğrusu yürüyüşten haberim yoktu. Zaten her şey birbirine karışmıştı. Çoğunluğun demokrasi havarisi kesildiği bir ortamda kim neyi savunuyor belli değildi. Ama bizimkiler protesto eylemini duydukları için herkesten önce düşmüşlerdi yola.
“Sorup soruşturdunuz mu” dedim, “kim düzenliyormuş yürüyüşü?” “Kim olacak, Çinli komünistler” dediler.
Öyle heyecanlı, öyle öfke doluydular ki… Herkesten önce gidip en güzel yeri kapmalı, herkesten çok katliamı lanetlemeliydiler. Biraz tahrik ettikleri için beni “pasifistler gelmesin” diyerek, biraz da meraktan “kim düzenlemiş acaba” diyerek düştüm peşlerine.
***
Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) reformcu olarak tanınan Genel Sekreteri Hü Yaobang ölmüş, yerini büyük bir belirsizliğe bırakmıştı daha birkaç ay önce. Reformcu güçler için azımsanmayacak bir kayıptı bu durum. Hele de demokrasi ve özgürlük sloganları atan öğrenciler için.
Ellerinde çelenklerle Tiananmen Meydanı’nı doldurmuşlardı daha o günlerde.
Amaçları hem Hu Yaobang’ı anmak hem de yöneticilere “Demokrasi yolunda reformlara devam edin” çağrıları yapmaktı.
Polis silah kullanmadı ama orantısız bir güç kullanarak dağıttı onları.
İktidar da kulaklarını tıkadı taleplerine, ÇKP’nin resmi yayın organı Halkın Günlüğü’nün yorumları da çok tanıdıktı: “Dış mihrakların manipüle ettiği bir avuç karıştırıcının marifetiymiş” meğerse Tiananmen Meydanı’nı dolduran onbinlerce öğrencinin eylemi.
Ordu alarma geçirildi, Pekin’in bütün kenar mahalleleri tutuldu.
Belli ki yanlış anlamışlardı Komünist Parti yöneticileri, gençlerin birazcık özgürlük, birazcık demokrasi istemesini.
Onlar da haklıydı. Daha acısını unutmamışlardı ki 1966 yılında gençlerin öfkesini, “Gerici karargahları bombalayın” sloganıyla, kendisinin de olduğu Merkez Komistesi’ne yönlendiren
Mao’nun Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni.
Hele de Deng Siaoping, hele de o Cüce Deng, hiç unutamıyordu 1969 yılında partiden kovulmasını. Bir tek arkasına teneke bağlanmadığı kalmıştı. Öylesine teşhir edilmiş, öylesine tecritteydi. ÇKP’nin 3. adamıydı halbuki. Mao Zedung ve Liu Shaoqi’den sonra gelirdi yeri.
Ama arkadaşı ve koruyucusu Çu-En-Lay’dan öndeydi. Çu-En-Lay ki 1973’te, ülke kaostayken başbakan yardımcısı ve genelkurmay başkanlığına oturmuştu, güzeni kurmak için
Mao’nun imzasıyla. Onun döneminde başladı Deng’in ringlere dönüş serüveni. 1976 yılında, Mao’nun ölümünden sonra, Mao’nun eşi Jiang Quing’in de içinde olduğu partinin sol kanadını “Dörtlü Çete” ilan edip iktidarı aldı. O günden sonra hep “Dümenci Cüce” olarak anıldı.
1987 yılında Merkez Komitesinden ayrılmıştı ama ÇKP’nin askeri kanadının sorumluluğunu hiç bırakmadı. İşte bu Deng Siaoping sürüyordu 38. Ordu’yu öğrencilerin üstüne. Onlara düşmanlığı hiç geçmemişti ki; Ta Kültür Devrimi’nden beri…
***
15 Mayıs günü gitmişti Gorbaçov resmi bir ziyaret için Pekin’e, aralarındaki buz dağını eritmek için iki ülkenin. Koskoca Sovyetler Birliği’nin lideri, Glasnost’un temsilcisi, Gorbaçov… Ziyaretlerine bile gidememişti Tiananmen’de haftalardır demokrasi ve özgürlük çığlığı atan ve bu uğurda gövdelerini açlığa yatıran öğrencilerin, sırf Cüce Deng izin vermediği için.
***
17 Mayıs’ta, işçi ve aydınların desteğiyle 1 milyondan fazla kişi doldurdu Tiananmen Meydanı’nı öğrencilerin yanında. Gösteriler bütün ülkeye yayılmıştı.
ÇKP hala aynı “yabancı müdahalesi” nakaratını tekrarlamaktaydı. 4 Haziran günü görevlendirdi 200 binden fazla askeri, gittikçe artan kalabalığı dağıtması için.
O güne kadar uyulan sivillere ateş etmeme emri kaldırıldı. Açılan çapraz ateşler sonunda binlerce gösterici öldürüldü. Tiananmen Meydanı kana bulandı.
Bütün dünyadan protestolar başladı. İşte bizim arkadaşların gittiği protesto eylemi de böyle bir eylemdi. Herkesten önce gittik tarihi Opera Meydanı’na. Merdivenlerin en tepesine çıktık, pankartımızı açtık. Mao’nun camlı fotoğrafı elimizde, bildirilerimizi dağıtmaya başladık. En tepeden görüyorduk herkesi, Çinlilerin çoğu alınlarına siyah bantlar çekmişlerdi yas niyetine.
Acıyla koşuşturuyorlardı sağa sola.
Birkaç dakika, o gün için bizlerden yaşlı bir Çinli geldi yanımıza. “Kaldırın” dedi Fransızca, “kaldırın o Mao posterini, kimse görmeden.” Hiçbir şey anlamamıştık, niye kaldıracaktık ki? Mao olsaydı böyle bir katliama izin vermezdi bize göre, katliamı lanetliyorduk biz, onlara ne?
Dilim döndüğunca anlatmaya çalıştım, nafile. Bizimkilere söyledim, “Olmaz öyle şey” dediler, “Pankart namustur, kaldırılır mı hiç?”
Önce bir gencin dikkatini çektik, sonra diğerlerinin. Kendi aralarında konuştular bir süre, sonra merdivenlere yöneldiler.
Önce biri geldi üstümüze doğrum Çince bir şeyler söyleyerek, sonra bir diğeri geldi alnında bandıyla, birkaç merdiven altta durdu. Bir süre süzdü, süzdü, sonra aniden sıçrayıp öyle bir tekme savurdu ki havaya, o tekme gelip bizim Mao’nun camını yerle bir etti anında. Çerçeve bir tarafta, camlar bir tarafta, tekmenin gücüyle tabloyu tutan arkadaş yerlerde. Biz bunun şokuyla donup kalırken bir de baktık ki start almış yarışçılar gibi Çinli gençlerin çoğu üstümüze akmaya başladı. Merdivenin her yanından geliyorlardı. Kimisi pankartı kaptı elimizden, kimisi bildirilerimizi. Tuttuklarını atıyorlardı. Ana baba gününe dönmüştü ortalık. Ellerinden kurtulup alandan çıkmaya çalıştık. Onlar peşimizde biz önde kaçıyoruz artık.
Bir ara koşmaktan tıkandım, yolun iki tarafında “Amok koşucusu” izler gibi nefeslerini kesip bizleri izleyenlerin arasına katıldım. Yokluğumu fark etmedi bile Çinliler. Kenardan durup bakıyorum, ağlamaklı… Önümden nasıl geçiyorlar ama, önde bizimkiler arkada çinliler.
Zar zor attım kendimi eve.
Akşam televizyonda ilk haber: “Bir grup Türkiyeli Maocu, Tiananmen olaylarını protesto eden Cinlilerin mitingini provoke etti.”
Ekranda sevgili Nubar, yüzü gözü yaralı. Ertesi gün bırakıldı. Polisler, öfkeli Çinlilerin elinden zor almıştı kendisini.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.