Gerek Ermeni Soykırımı gerekse de Kürt sorunundaki tarihsel hakikat sorunlarının demokrasiyle ilişkisi, hukukta usul ile esas arasındaki ilişkiye benzer. Usul esastan önce gelir ve usulün evrensel normlarını yok sayarak esasa ulaşmanız mümkün değildir
Tarihsel hakikat ile demokrasi arasında ne tür bir ilişki mevcuttur? Yine aynı soru, sanatta hakikat ile güzellik ve bilimde hakikat ile bilimsel buluş ya da keşifler için de sorulabilir. Hakikat ile ters düşen bir disiplinin, olumlu bir şekilde gelişemeyeceği ve bundan dolayı da çürüyeceğini anlamak için ne bilim insanı olmaya ne de sosyolog olmaya gerek vardır.
Ne yazık ki bugünün Türkiye’sinde hakikat ile çatışma hem siyasi hem sanatsal hem de bilimsel düzeyde yaşanmakta ve zaten bu alanlardaki nitelik kaybı da bunun göstergesidir. Ama biz bu makalede daha çok tarihsel hakikat ile demokrasi arasındaki ilişkiye Türkiye özgülünde farklı sorunlar etrafında kısaca bakmaya çalışacağız.
Bir ülkenin demokratikleşme çabası hiç kuşkusuz uzun bir tarihsel yoldur ve kapitalizmin tarihselliğinden de ayrılmaz. Kapitalizmin tarihsel derinliği ve niceliğinin demokratik gelişme üzerinde önemli etkilerinin olduğu su götürmez bir gerçektir ama yine de ekonomik gelişmişlik ile demokratikleşme arasında mutlak bir ilişki olduğunu ileri sürmeyi de kapitalizmin deneyim ve tecrübesi terslemektedir. Sorun sanıldığından da karmaşık ve kapitalizmin ana merkezindeki temel hareket mekanizmalarıyla yakından ilişkilidir. Ama ne olursa olsun yine de bir gerçeklik vardır ki, o da tarihsel hakikat ile hareket etmeyen toplumların demokratikleşme çabalarının ve yapılarının zayıf ve her an raydan çıkmaya meyilli oluşudur.
Demokratik bir toplumun gelişimi ve oturmasıyla, bireyin özgürlüğü arasında kopmaz bir ilişki mevcuttur. Birey (ki soyut değildir ve ekonomik, politik, kimlik, inanç ve cinsiyet olarak çok boyutludur) her yönüyle özgür olmadan demokratik bir toplum da ortaya çıkmaz. Ama bazı toplumlar çok farklı tarihsel motivasyonlardan (milliyetçilik, dincilik, bürokratiklik vs.) dolayı, bireyleri belirli ideolojik, politik ve kültürel kalıplar içerisine koymaya çalışarak, toplumda belirli bireyler için bir ayrıcalıklı durum oluşturmaya ve bu ayrıcalıklı durum üzerine tarihi, ideolojiyi, politikayı ve kültürü inşa etmeye çalışırlar. Hiç kuşkusuz bu ayrıcalıklı yapı, belirli bir ekonomik sınıf ya da sınıfların gelişimiyle karakterizedir ve bu iç gericilik dış gericilikle de sıkı ittifak halindedir.
Her ne kadar belirli bir dönem hakikatin bastırılması üzerine dayanan ve belirli kesimlere ayrıcalık sağlayan bir toplumsal yapı kurulsa da bu durum yine de insanlığın evrensel gelişimi ve hakikatiyle çelişki halindedir ve dünya ekonomisi ile siyasetindeki altüst oluşlar bu dengeyi er ya da geç bozacak ve de hakikatin evrensel gücü ve enerjisini o topluma dayatacaktır.
Kapitalist toplumda rekabet dışında ekonomik ayrıcalıklar oluşturmak nasıl zamanla o toplumun geri kalmasına neden olarak, diğer toplumlarla arasında gelişmişlik farkına yol açarsa, aynı şekilde bir toplumda belirli bir toplum kesimine politik, ideolojik ve kültürel olarak ayrıcalık tanımak, başta egemen sınıf olarak örgütlenen kesimler olmak üzere genel olarak toplumun ezici çoğunluğunu çürütecek ve onları yozlaştıracaktır.
Bugünün Türkiye’sinde yaşadıklarımız aslında kısaca budur. Modern Türkiye’nin kuruluşunda yapılan birçok yanlışlıklar ile eksiklikler, özellikle Türklük ve daha sonra buna eklenen Sünnilik aracılığıyla ayrıcalıklı bir toplumsal katmanın oluşumuna neden olmuş ve bu durum, Türkiye toplumundaki birçok hakikatin üstünün örtülmesine ya da bastırılmasına neden olmuştur. Bunların başında Ermeni Soykırımı ile Kürt meselesi gelmektedir. Toplumda su yüzüne çıkmaya başlayan ve bu temelde çözüm bekleyen birçok meselenin bastırılması, demokrasinin yeşermesi ve gelişmesinin önünde engel teşkil etmiştir ve etmektedir. Türkiye toplumundaki tarihsel hakikatlerin bastırılmasının sonucu, bugünkü Tek Adam Diktatörlüğü’nün ortaya çıkması olmuştur.
Özellikle Kürt meselesinin inkâr siyaseti temelinde ve Ermeni meselesinin bir farklı versiyonu olarak çözülmek istenmesi, Türkiye’nin bütün demokratikleşme çabalarının önündeki en büyük engel olmuştur. Devlet ve toplum içinde Kürt sorunu kaynaklı milliyetçilik yarışı, Kürt sorununu istismar ederek gelişmek isteyen anti-demokratik ve gerici hareketlere rampa olmuştur. Bu gerici hareketler, devletin kuruluşunda oluşturulmuş olan ayrıcalıklı kesimin içerisine de girerek ve birçok maske kullanarak kendi özel ayrıcalıklarını bu genel ayrıcalığın içerisinde geliştirmeye çalışmışlar ve de sonunda gelinen noktada bütün dünya gericiliğinin “imrendiği” bir çürüme düzeyi yakalamışlardır.
Şu anki sistem ne kadar acımasız ve ne kadar burnundan kıl aldırmaz bir şekilde hareket ederse etsin, onun çürümesinin altında bizzat kendi değerler sisteminin çürümesi yatmaktadır, ki tarihsel hakikatin bastırılmasının sonucudur. Şu anki sistem ağır çekimde kendisini toplumun geniş kesimlerinden tecrit etmektedir.
***
Rejimin şu anki gerici durumu, otomatik olarak devrimci ve demokratik harekete haklılık payı vermez. Devrimci ve demokratik hareket de affedilmez hatalar yapmıştır ve toplumun genel dönüşümünde motor rol oynayabilmesi için kendisinin de ideolojik ve politik olarak dönüşmesi zorunludur.
Devrimci ve demokratik hareketin güçlü ve dönüştürücü bir politik hareket yaratabilmesi ancak aşırılıklarını doğru tırpanlaması ve Demokratik Cumhuriyet tarihsel kavşağına kendisini çivilemesiyle mümkündür. Devrimci ve demokratik hareketin de tarihsel hakikat problemi bulunmaktadır. Belki bu hakikat problemi Ermeni Soykırımı ve Kürt meselesinde (kaldı ki bu noktada da ciddi sorunları bulunmaktadır) değildir ancak kapitalizmin tarihselliği ve farklı sınıflar arasındaki ilişkiler meselesinden kaynaklanmaktadır. Farklı ülkelerde devrimci hareketler yanlış ideolojik saplantılardan dolayı bugünkü Türkiye’ye benzer Tek Adam Diktatörlükleri kurdular ve tarihsel hakikatler ile çelişkiye düştüler. Tarihsel hakikat problemi tek devrimci ve demokratik hareketin hasımlarının problemi değildir ama onların da problemidir.
Bugünün Türkiye’sinde gerek Ermeni Soykırım’ının tanınması gerekse de Kürt sorununun hak eşitliği temelinde demokratik çözümüne gösterilen milliyetçi ve gerici güçlü reflekslerin altında, toplumdaki politik gericiliğin yükselmesi ve gücü yatmaktadır. Faşizmin gücü ve direnci kırıldıkça hele de birgün Türkiye’de demokratik bir düzen kurulduğunda, toplumun genelinin geçmişe bakışı ve fikri de değişikliğe uğrayacak ve de gerici reflekslerden ziyade daha empatili bir yaklaşıma sahip olacaktır. Bugün toplumun geçmişe bakışının yanlışlığının altında egemen siyasetin gerici gücü ve hegemonyası bulunmaktadır.
***
Bugüne kadar Türkiye’de gerek Ermeni Soykırımı’nın gerekse de Kürt meselesinin doğru ve sağlıklı bir zeminde tartışılması mümkün olmamıştır. Ahmet Kaya’nın daha 1999 yılında Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül töreninde, Kürtçe bir şarkı yapacağını ve buna klip çekeceğini ve de bunu yayınlayacak kanal aradığını söylemesinden sonra başına gelenler nasıl bir Türkiye’de yaşadığımızı (ki bugün durum daha da kötüdür) açıkça göstermektedir.
Gerek Ermeni Soykırımı gerekse de Kürt sorunundaki tarihsel hakikat sorunlarının demokrasiyle ilişkisi, hukukta usul ile esas arasındaki ilişkiye benzer. Usul esastan önce gelir ve usulün evrensel normlarını yok sayarak esasa ulaşmanız mümkün değildir. Tarihsel hakikat ile demokrasi arasındaki ilişkide de demokrasi usul fonksiyonunu oynar ve demokratik bir ortamda eşit koşullar içinde sorun tartışılmadan daha baştan Ermeni Soykırımı yoktur demek ya da Kürt sorunu yoktur sadece “Kürtçülük” vardır demek, sadece belirli bir ideolojik bakış açısından baştan hüküm vermek demektir. Ermeni Soykırımı ve Kürt sorununda, savunmanın bütün olanaklarını elinden alıp ve sadece resmî ideolojinin bakışının toplumda egemen olacak şekilde genel bir algı yaratımı (bugünkü “emir-komuta yargısı”na benzer şekilde), bu sorunların çözümüne milim katkı yapmayacaktır. Ama en acı olanı ise, daha baştan Ermeni Soykırımı’nın olmadığı hükmünü verenlerin hukuk profesörleri olmasıdır. Usul ve esas arasındaki ilişkiyi çok iyi bilen bu kimselerin, aynı mantığı farklı sorunlarda niçin uygulamadığını ya da uygulayamadıklarını insan gerçekten merak ediyor. Örnek vermek gerekirse, hukuk profesörü Ersan Şen!
Türkiye’de Kürt sorunun demokratik çözümü için mücadele etmek nasıl demokratik mücadelenin bir parçası ise, Ermeni Soykırımı’nın tanınması için mücadele etmek de demokratik mücadelenin bir parçasıdır. Ermeni Soykırımı’nın inkâr ya da gözardı edilmesiyle demokratik bir düzeninin ortaya çıkmayacağı ya da çıkamayacağı bilinmelidir. Türkiye demokratikleştikçe ve demokratik bilinç toplumun geniş kesimlerini kazandıkça toplumun bu tarihsel soruna bakışı da farklılık arzedecek ve tanınması yönünde bir anlayış ortaya çıkacaktır.
Bu makaleyi esir alınan Alman askerlerinin başına gelenleri hatırlatarak bitirelim. Savaşı kazanan müttefik kuvvetler, esir Alman askerlerine toplama kamplarında öldürülen Yahudilerin çekilen filmlerini gösterdiklerinde, bazı esir Alman askerleri bu görüntülere bakamayarak utancından elleriyle yüzlerini kapatıyorlardı. Birgün Türkiye demokratikleştiği zaman, özgür ve baskısız bir politik ortamda bütün sorunlar tartışıldığı, Ermeni Soykırımı’nın da tarihsel hakikati ortaya çıktığı zaman, bazı Türkler de utancından soykırım belgelerine bakamayarak elleriyle yüzlerini kapatacaklardır!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.