Suriye’de on yıldır sürdürülen savaşın bir görünen (yasal), bir de görünmeyen finansmanı var. Binlerce TIR dolusu silah ve cephane, uluslararası piyasadan satın alınıp Suriye’deki her türden cihatçıya gönderildi. Susurluk kazasıyla, Kürt savaşının finansman sürecinde yaşanan uyuşturucu ticareti ve cinayetler ortalığa saçılmıştı. Peker kazasıyla da, Suriye savaşının finansman kaynakları ortalığa saçılıp bir “Syriagate” skandalı çıkar mı?
Sedat Peker geçen yıl ocak ayında[1] ülkeden kaçarak gittiği Karadağ’a yerleştiğinde, kontrgerilla örgütlenmesi hattında durumların karışık olduğunu ve yeni bir düzene geçişin adımlarının atılmaya çalışıldığını görmüştük. Sonra Yalıkavak Marina’daki o meşhur fotoğrafla durum (çatışma) daha da berraklaştı. Bütün bu iç çatışma, tekil bir para-rant kaynağını paylaşmaktaki anlaşmazlıktan daha fazlasını içeriyor. Saray iktidarının genel siyasi tıkanıklığının kontrgerilla içine yansımaları olarak yaşanıyor. Bu olan bitene 104 emekli amiral bildirisine iktidar cephesinden sert bir yanıt üretilememesini ve geri adım atılmasını da ekleyebiliriz.
2 Mayıs gününden itibaren gördüğümüz şeyse, Sedat Peker’in Dubai videoları ile kriz içindeki kontrgerillanın[2] iç savaşının kamuoyu önüne serilmesidir.
Şu ana kadar üçer dörder gün arayla yedi video yayınlayan Peker’in IMDb puanı çok yüksek. Netflix’in Escobar’ı anlatan Narcos dizisi ya da Meksikalı uyuşturucu karteli Sinaloa’nın lideri El Chapo’nun hayatını anlatan dizi bile Peker’in izlenme sayılarını yakalayamıyor. İlk videosunun altına “Üç ay içinde 12 tane video çekerek yaşanılanları sizlerle paylaşacağım” notunu eklemişti. Yani yapımcının verdiği söze göre tek sezon 12 bölümde Türkiye kontrgerillasının iç savaşını izlemekteyiz.
Nisan ayında Türkiye’de eşi ve çocuklarının yalnız yaşadığı evin erkek polisler tarafından basılmasının kendisine yönelik bir aşağılama olduğunu ifade edip, “Aklımı tatile çıkardım” diyerek videolarına başlamış oldu. Peki gerçekten aklını tatile mi çıkardı? Gerçekten devletine sahip çıkıp, devlet içinde onu sevmeyen birkaç kişi ile mi uğraşıyor? Pazarlık mı yapıyor, yoksa ipler kopmuş mu?
Sedat Peker’in “kızlarının gözyaşları için dünyayı yakacağı” duygusal tepkisi, El Chapo dizisinde oğlunun kendi adamları tarafından yanlışlıkla öldürülmesinden sonra adamlarını bağışlamasındaki “duygusallığı” hatırlattı. Dizide El Chapo, ceza olarak adamlarını öldürmeyip çeteler arası savaşta ön safa gönderir, bir işe yarayarak ölmelerini ister. Sonsuz bir pragmatizm o dünyanın temel kuralıdır.
El Chapo’yu izlerken en çok duyacağınız söz ise pazarlıktır. O dünya, bir pazarlıklar dünyasıdır. Herkesin herkese ihtiyacı vardır. Bugün düşman olanlar yarın en sıkı “dost” olabilirler.
Peker, zeki ve tipik bir kontracı olarak kamuoyu oluştururken rakiplerine kimisini bizim henüz anlayamadığımız, kimisini ise iyi bildiğimiz konular üzerinden mesajlar gönderiyor. Biz yazınca dikkate alınmayan meseleler, içeriden biri olarak Peker söylediğinde vakaya dönüşüyor.
Sedat Peker’in videolarında sıklıkla vurguladığı iki temel olay var. Birincisi Kolombiya’dan Türkiye’ye gönderilmek üzereyken yakalanan yaklaşık 5 ton kokain meselesi, ikincisi Mübariz Mansimov’un mallarına çökülmesi ve Mehmet Ağar’ın Bodrum Yalıkavak Marina’yı ele geçirmesi. Peker videolarında resmi (Soylu) ve gayri resmi (Ağar) içişleri bakanları ile uğraşıyor. Şimdilik, ufak göndermeler ve tehditler hariç Saray’a, damada, Bahçeli’ye, Çakıcı’ya bulaşmış değil.
Kolombiya Savunma Bakanı Carlos Holmes Trujillo, 9 Haziran 2020 tarihinde bir tweet atarak 4,9 ton kokainin Türkiye’ye gönderilmek üzereyken yakalandığını açıkladı. Birkaç hafta sonra alelacele “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük uyuşturucu operasyonu” diye sunulan “Bataklık operasyonu” (30 Haziran) başlatılıyor. Operasyona bakınca başrolde kimi görüyoruz? Nejat Daş ve arkadaşlarını. Türkiye’nin Escobar’ı diye bilinen, 1993 yılında uyuşturucu yüklü Kısmetim-1 ve Lucky-S gemilerinin faili bir kişinin ülkemizde elini kolunu sallayarak gezdiğini ve işlerine devam ettiğini öğreniyoruz. Üstelik bu “büyük” operasyondan kısa bir süre önce (5 Mayıs), pandemi yasaklarını atlatabilmek için Sultanbeyli İlçe Emniyet Müdürü’nün aracı ile (üstelik kendisi kullanarak) Edirne sınır kapısından TIR’larla gelen 300 bin sterlin uyuşturucu parasını teslim almaya gitmesi ilginç. Bu olayda gözaltına alındıktan sonra hem emniyet müdürünün hem de kendisinin denetimli serbestlikle bırakılması ise ayrı bir vaka. Anlaşılan o ki Kolombiya işi patlayınca olayı örtbas etmek ve uyuşturucu ile cansiperane mücadele edildiğini kanıtlamak için Nejat Daş satışa[3] getirilerek, “Cumhuriyet tarihinin en büyük uyuşturucu operasyonu”na malzeme yapılıyor. Bu davanın iddianamesinin bir yıldır hala hazırlanmadığını da not edelim.
Şu rakam üzerine önemle durulmalıdır. AKP iktidarı dönemi boyunca uyuşturucu operasyonlarında sadece 10 ton kokain yakalanmış.[4] Ama Kolombiya’dan sadece bir partide yaklaşık 5 ton kokain ülkemize gelmek üzereyken yakalanıyor. Üzerinden bir yıl geçtikten sonra bu konu, Peker’in kokainlerle ilgili Mehmet Ağar’ı işaret etmesiyle yoğun şekilde gündem oldu. Tabii “süper başarılı”[5] Narkotik Daire Başkanlığı’mız da hemen eleştirilere yanıt verircesine, “Güney Amerika’dan sevk edilen kokain maddesi bakımından, Türkiye üzerinden Avrupa ve Asya’ya doğru yeni bir rota oluşmuştur” diye kamuoyumuzu bilgilendirdi. Sanki bu rota yeni oluşmuş gibi…
Kolombiya Savunma Bakanı açıklama yapıyor ve bir NATO ülkesini işaret ediyorsa, bundan CIA’nın ve ABD yönetiminin haberinin ve onayının olmaması[6] imkânsıza yakın bir durum. Bu bize ABD’nin AKP’yi sıkıştırma-tehdit etme faaliyetlerinin kapsama alanını göstermesi açısından da önemli. Elbette 1,5 trilyon dolar civarında olduğu söylenen uyuşturucu ekonomisinden oluşan bu pazara dünyanın patronundan habersiz, izinsiz girilmez.
Narkotik Daire Başkanlığı (NDB), “Geçmişten bugüne uyuşturucu kaçakçılığı terör örgütlerinin temel gelir kaynaklarından biridir. Captagon ana üretici bölgelerinden olan Suriye’deki mevcut yasa dışı silahlı grup ve terör örgütlerinin captagon üretimi ve ticaretinden gelir elde ettikleri yönünde bildirimler mevcuttur. Bu yönde, 2019 BM Dünya Uyuşturucu Raporu’nda yer alan, 2011 yılında Suriye’de başlayan çatışmalar bölgedeki muhtelif grupları mali kaynak elde etmek amacıyla captagon imalatı dâhil yasa dışı uyuşturucu ticaretine yönlendirmiştir” diyor.[7]
Devletlerin yürüttüğü bütün kirli savaşlar paralel bir ekonomi gerektirir ve üretir. Çünkü kontrgerilla faaliyetlerinin önemli bir bölümü yasadışı faaliyetlerdir ve finansmanı yasal devlet maliyesi üzerinden yapılamaz. İz bırakır, uluslararası planda suçlu durumuna düşersiniz.[8] Kontrgerilla faaliyetleri başkaca yöntemlerle finanse edilir.
Mafyanın devletin içine sızdığı şeklindeki liberal bakış açısı, Susurluk’taki gibi İçişleri Bakanı istifa edip birkaç kişi yargılanıp soruşturmaya uğradığında “ülke bağırsaklarını temizliyor” gibi yanlış değerlendirmelere yol açabiliyor. Ancak bugün de görüyoruz ki, o temizlenen bağırsaktan çıkanlar yine işbaşında. Yani kontrgerillada devamlılık esasmış, kontrgerilla devletin özüymüş.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından mafyözleşen eski sivil faşist kadrolar, mafyanın kontrgerilla-devlet tarafından kontrol altına alınmasının ve kullanılmasının da başlangıcını oluşturdu. Kontrgerilla teşkilatı 70’li yıllarda mafya ile ilk özel ilişkileri geliştirdi. 1980’li ve 90’lı yıllarda isminden bolca söz edilen “ülkücü mafya” (Alaattin Çakıcı, Abdullah Çatlı, Nurullah Tevfik Ağansoy, Kürşat Yılmaz, Ali Yasak/Drej Ali, Nihat Akgün, Sedat Peker vb.) bir kısmı eski faşist hareket içinde yetişmiş, bazıları sonradan olmuş kontrgerilla ile kaynaşmış faşist karakterlerdir.[9] Yeni mafyacı sivil faşistler eliyle mafya faaliyetleri kontrgerilla teşkilatına bağlanmıştır. Bir başka deyişle kontrgerilla teşkilatı mafyalaşmıştır. Özellikle silah ve uyuşturucu kaçakçılığının önemli kısmı kontrgerillaya bağlı ekipler tarafından yapılmaktadır. Bu mafya faaliyetleri etrafında konuşlanan ve oluşan gelirler vasıtasıyla beslenen binlerce ayak takımı faşist elde hazır tutulmaktadır. Bu faşist mafyöz gruplar, ihtiyaç halinde ya yurtdışı operasyonlara gönderilmekte ya da yurtiçinde görev üstlenmektedir. Mafyanın kontrgerilla tarafından denetim altına alınma sürecinde, 90’lı yıllar boyunca makbul olmayan mafya gruplarının liderlerine yönelen cinayetlerle de yol temizliği yapılmıştır.
Sedat Peker’in açıklamalarında görüldüğü kadarıyla kendisi Çeçenistan’dan Kosova’ya, oradan Kıbrıs’a, Azerbaycan’dan Suriye’ye kadar birçok dış operasyonlarda kullanılmış. Ama Peker bu konularda bir şey anlatmıyor. Devlet görevlisi olarak işlediği suçlarını örtbas etmeye çalışırken, liberal mafya tezlerine destek olurcasına “devletimiz iyi ama içinde pis işler yapanlar var” mottosuna sadık kalıyor.
Kontrgerillanın finansmanı meselesi, sadece ya da asıl olarak ayaktakımının karnının doyurulması meselesi değil, “MİT TIR’ları”[10] meselesinde olduğu gibi Suriye savaşına gönderilen büyük miktarda silah sevkiyatı gibi işlerdir.[11] Ya da bugün Türkiye’nin işgali altındaki bölgelerde bulunan 100 bin civarında idari görevli ve savaşçının maaşları dâhil finansmanı meselesidir. Captagon üretiminin ve kaçakçılığının merkezi işgal bölgeleridir. Ülke içindeki bağlantılar ve işbitiriciler ise Suriye kökenli kişilerdir.[12] Captagon, Suriye’de üretilip Türkiye üzerinden daha çok bütün Arap yarımadasına satılan çok yaygın kullanılan uyuşturucu bir haptır.
Peker’in Suriye’deki faaliyet alanı olan Türkmendağı’ndan silahlı kişilerin Meksika’da Sinaloa Karteli’ne ve liderine selam gönderen videosunu da bu tartışmalar içinde görmek şaşırtmadı.[13] Ayrıca yine Sinaloa Karteli’ne selam gönderen 10 kadar bozkurt işareti yapan adamın neyin nesi olduğu ve gönderilen bu selamlardaki duygusal amacı sanırım herkes anlamıştır.[14]
Elbette kirli olan her şey vatan, millet sloganlarının arkasına saklanır. Ancak kontrgerilla faaliyeti için yapılan işlerde her şey de vatan için yapılmaz, biraz da dünyalık oluşturulur.
Suriye’de on yıldır sürdürülen savaşın bir görünen (yasal), bir de görünmeyen finansmanı var. Binlerce TIR dolusu silah ve cephane, uluslararası piyasadan satın alınıp Suriye’deki her türden cihatçıya gönderildi. Susurluk kazasıyla, Kürt savaşının finansman sürecinde yaşanan uyuşturucu ticareti ve cinayetler ortalığa saçılmıştı. Peker kazasıyla da, Suriye savaşının finansman kaynakları ortalığa saçılıp bir “Syriagate” skandalı çıkar mı?
Erdoğan’a oynayan Peker, pazarlıkta anlaşıp yuvasına döner mi? ABD, Peker olayının tam olarak neresinde? Kolombiya’dan gelen kokain meselesi büyür mü? Yedi videonun bize gösterdiği şu ki Peker, hala pazarlık aşamasını geçememiş.
Susurluk deneyiminden öğrendiğimiz devrimci bir süreçle taçlanmayan kontrgerillanın siyasi teşhiri, bir şekilde düzenin tamiriyle sonuçlanıyor. Ancak bu sefer öyle bir parçalı, kırılgan ve çatışma halindeler ki, üzerlerine gidecek bir güç olsa sanki sonuç farklı olacak.
“Bir tuğla çekersek duvar yıkılır”[15] Bu tuğlayı çekme zamanıdır.
Dipnotlar:
[1] Alaattin Çakıcı, 15 Nisan’da tahliye olarak cezaevinden çıktı.
[2] Ferda Koç, “Kontrgerillanın krizini krizdeki kontrgerillayla çözmenin imkansızlığı”, sendika.org, 17 Mayıs 2021.
[3] El Chapo dizisinde sıklıkla görülen şey; bazen DEA ya da Meksika İçişleri Bakanı istediğinde, bazen de kamuoyunu yatıştırmak için rakip kartel üyeleri ya da kendi karteli içinden birileri kurban ediliyor.
[4] Bu yazıdaki bütün rakamsal bilgiler ve tabloyu oluştururken kullandığım veriler, Narkotik Daire Başkanlığı’nın (NDB) yayımladığı yıllık raporlar ve açıklamalardan alınmıştır. Derlediğim tabloda yer alan 2020’de ele geçirilen uyuşturucu sayıları, sadece “Cumhuriyet tarihi rekorunun kırıldığı açıklandı” başlıklı TRT haberidir. NDB sitesinde altı ay geçmesine karşın bir bilgi bulunmamaktadır. NDB’nin Twitter hesabından yapılan bir paylaşımda miktarlar, bu haberdekinden daha azdır. Buna iyimser bir yorumla Gümrük Muhafaza’nın yakaladıklarının dâhil olmadığını düşünüyorum. Son yıllarda yakalamalardaki artış, başarı öyküsü değil trafikteki artışla ilgilidir.
[5] Türkiye’de İçişleri ya da NDB kaynaklı çok başarılı olunduğu ve Avrupa’nın iki katı uyuşturucu yakalandığı açıklamaları yapılıyor. Oysa Türkiye eroin, kokain, captagonda ana geçiş güzergâhı. Toplu olarak ülkemize getirilen uyuşturucu, perakende olarak diğer ülkelere sevk ediliyor. Türkiye ayrıca, eroinde sadece geçiş hattı değil aynı zamanda imalatçı konumunda. Bu nedenlerle ortada bir başarı öyküsü olduğunu söylemek çok zor.
[6] Dünyadaki bütün uyuşturucu faaliyeti Amerikan Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi’nin (DEA) gözetimi ve denetimi altındadır. Hele söz konusu olan arka bahçe Latin Amerika’ysa bu doğrudan işin içinde oldukları anlamına gelir.
[7] Narkotik Daire Başkanlığı’nın hazırladığı “2020 Türkiye Uyuşturucu Raporu”.
[8] CIA’nın Nikaragua Devrimi’ni yıkmak için Honduras sınırında yuvalandırıp silahlandırdığı kontraların finansmanının, İsrail aracılığıyla İran’a silah satışından elde edilen gelirle (1984-86) sağlandığı ortaya çıkmış en önemli örneklerdendir. Bkz. “İrangate”.
[9] Çeşitli uyuşturucu operasyonlarına konu olan Dilovası limanının, bu çeteler tarafından sol görüşlü kişilerin elinden zorla alındığı biliniyor.
[10] Bugünlerdeki tartışmalar içinde Cumhuriyet Gazetesi ile Süleyman Soylu arasında geçen atışmada, Cumhuriyet Gazetesi’nin MİT TIR’ları meselesine sahip çıkmayıp eski yönetimi suçlayarak “milli duruş” sergilemesini de not etmek gerekiyor.
[11] “TIR şoförlerinden Murat Kışlakçı’nın söyledikleri de tutanaklarda yer alıyor. Kışlakçı, ‘Bu yükler TIR’lara Ankara Esenboğa Havaalanı’ndan, ülkesini bilmediğim yabancı uyruklu bir uçaktan yüklendi. TIR’lar önce Reyhanlı’ya, sonra yurtdışına gidecek. Daha önce de birkaç defa bu tarz yük taşıdık’ diyor. Bir başka tutanakta ise silah kutularının üstünde Arap ve Kiril alfabeleriyle yazılar olduğu yer alıyor.” https://www.birgun.net/haber/iste-silah-tasiyan-mit-tirlariyla-ilgili-yayin-yasagi-getirilen-belgeler-73948
[12] Murat Ağırel, “Buzdağının görünen yüzü”, Yeniçağ, 22 Mayıs 2021.
[13] https://youtu.be/y4AT7tM1H5U
[14] https://twitter.com/LPueblo2/status/1268260761413042177
[15] Uğur Mumcu cinayeti soruşturmaları sırasında Mehmet Ağar’ın söylediği söz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.