Kırılma noktasına geliyoruz, nereye gidiyoruz?

AKP, uzun bir iktidar dönemi sonunda ülkeyi kurumsallaşma anlamında büyük ölçüde istediği kıvama getirmiş durumda ancak, siyaseten zayıfladığı bir dönemi yaşıyor. Bu zafiyeti karşı tarafa saldırmakla çözmeye çalışması akılda tutulmalı

Kırılma noktasına geliyoruz, nereye gidiyoruz?

Kırılma noktasına yaklaşıyoruz. Sosyalistlerin pek de siyasete konu etmediği alanlarda iktidarın müdahaleleri bundan sonraki hayatı belirleyecek nitelikte. Biz ise hala iktidarı gündelik uygulamaları üzerinden değerlendirip, eleştiriyoruz. Sosyalistlik tarihsel bir var oluştur. Tarihsellik zaman-mekân diyalektiği üzerine kurulmuş bir perspektiftir. Gündelik tartışmalar, eleştiriler elbette önemlidir. Ancak bugün artan bir biçimde işaret edildiği gibi kırılma sürecinin gündeme alınması gerekiyor.

AKP iktidarı 12 Eylül’ü mantıki sonuçlarına ulaştıran bir niteliğe sahiptir. Ancak 12 Eylül darbesinden bağımsız bir ajandaları olduğu da aslında çok önce Erbakan tarafından iktidarlarına geçişe dair, “kanlı mı olacak kansız mı” biçiminde ifade edilmişti. Ancak yaşanan sürecin politik düzeyde asli sorumlusu 12 Eylül Darbesinin ortaklarından Turgut Özal’dır. ANAP iktidarı bu ülkede neoliberal tahribatın başlatıldığı bir dönemdir. Bu elbette daha önceki dönemleri temize çıkaracak bir içeriğe sahip değildir.

İktidar dinsel muhafazakârlığı kullanıyor!

Bir kırılmadan bahsediyorsak bunun sadece Türkiye ile ilgili olmadığını da belirtmek lazım. Dünya’da kapitalizmin krize girdiği bu süreç genel olarak benzer muhafazakar ideolojilerin üzerinden yürütüldü. Bu durum elbette toplumsal yapı farklılıklarına göre farklı biçimler aldı. Çünkü muhafazakarlık genel olarak verili toplumsal yapıyı kullanır. Bu süreçte geleneksel muhafazakarlık dini muhafazakarlığın güdümüne alındı ve yeni bir süreç başladı. Geleneksel muhafazakarlığın var olma biçimi esas olarak kendi tarzlarını korumak üzerine kurulmuştur. Ancak bugün karşı karşıya kaldığımız durum dinsel muhafazakarlığın siyasal iktidar tarafından kullanıldığı, yönlendirildiği bir aşamaya tekabül etmektedir.

Geleneksel muhafazakarlığın siyasi çizgisi o yada bu şekilde mevcut yasa ve kurumsal yapı çerçevesinde kendini ifade etti. AKP ile başlayan dönemin ilk başlarında  AKP’nin söylemine bir biçimde güvenen sol liberal olarak tanımlanan bir kesim AKP’nin meşruiyet arayışına hizmet ederken aynı zamanda zaten güçsüzleşen sol’un daha da güçsüzleşmesine de hizmet ettiler, AKP’nin vitrini oldular. Bu tavır AKP’nin meşruiyetine hizmet etti elbette ama zaman içinde kendilerine, bir kısmı dışında, vicdani ve toplumsal bir fatura çıkardı. Sol’a dair böyle bir parantezin nedeni bugün ne düşündüklerini anlamaya dairdir.

Potansiyeli en yüksek muhalefeti desteklemek zorunluluk!

Sosyalist muhalefetin gücü gelinen noktada tarihsel alt sınırındadır, siyasi denklemin dışındadır. Tarihsel bir perspektiften bakıldığında mevcut iktidara karşı potansiyeli en yüksek muhalefeti desteklemek politik bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu elbette tercih edilecek bir durum değildir ancak kendi zafiyetinin sosyalistlere çizdiği sınır bu tarihsellikte böyle görünmektedir.

Kendi tanıklığım üzerinden düşündüğümde, 12 Eylül faşist darbesini izleyen süreçte genel olarak sosyalistlerin karşı karşıya geldiği ve baş edemediği zulüm ciddi bir yenilgi olarak yaşandı. Sosyalist ideallere “güçsüzlük” refakat edince bütün sosyalist hareketler kendi içine döndü ve görünürlükleri kayboldu. Sesi duyuramamak, haksız olmak anlamına gelmiyor elbette. Ancak bugüne dair sesimiz potansiyel olduğu düşünülen kitlelere ulaşamıyor. Böyle bir zamanda ulaştırılamıyorsa ne zaman ulaşacak?

Tarihsel perspektif, bugünü de içerir!

Başa dönersek, yaklaşılan kırılma noktasına dair emarelere her gün artan bir sıklıkla bir yenisi ekleniyor. AKP, kitlesel zafiyetini elindeki iktidar olanaklarını sonuna kadar kullanarak tahkim etmeye başladı. AKP aklının 2023 ile sınırlı olmadığı açık bir şekilde görünüyor. Bu elbette yeni bir şey değil. Ancak mevcut ana muhalefetin nasıl bir tavır alacağı kritik bir öneme sahip. AKP’nin bir şekilde seçimi manipüle edeceği bir gerçek. Bu durumda nasıl bir tavır alınacağını ise şimdilik müphem.

Sosyalistler devrimle uğraşacağına seçimle uğraşır hale geldi maalesef. Maalesef ama gerçek. Gerçek, çünkü daha önce de vurgulandığı gibi, tarihsel perspektiften bakmak bugüne dair söz söylemeyi de içerir. Elbette karşılığı olmak üzere. Söz söylenmiyor demiyorum, söyleniyor elbette ama muhataplarına ulaşamıyor maalesef. Sorun nerede? İktidar salgın koşullarını kullanarak istediği her şeyi hayata geçiriyor Kurumsal değişim ve denetim büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Kırılma noktasına yaklaşıyoruz.

Bir de merak sorusu: Türkiyede yaşanan muhalefetin alt sınırı ne?

Görüldüğü kadarıyla bugün genel olarak muhalefetin toplum nezdinde kendini var etme biçimi seçime endeksli görünüyor. Burada muhalefetten kasıt Millet İttifakı olarak tanımlanan cephe. AKP iktidarının yukarıda vurgulanan tasarrufları düşünüldüğünde muhalefetin bu tarzının naif bir yanının olabileceğini ileri sürmek süreci farklı bir okumayla mümkün görünüyor. AKP içinde bulunduğu bu koşullarda bir seçime gitmeyi ister mi? İstemezse ne yapabilir? Örneğin OHAL ilan edecek bir ortam yaratılıp seçimler iptal edilebilir. Çünkü bir taraftan iktidar olmanın bütün olanaklarını kullanırken diğer taraftan siyasi bir çözülme yaşıyor. Söz konusu çözülmeyi telafi etmek ancak iktidar olanaklarını kullanmakla mümkün görünüyor. Böyle bir durum olursa, muhalefetin tavrı ne olacak? Bu bağlamda daha önce yaşananlar malum. Eğer böyle bir durumla karşılaşılırsa muhalefet, sine-i millete dönmek üzere Meclis’ten çekilir mi? Ya da muhalefet, bu tür olağanüstü durumları beklemeden Meclis’ten çekilse nasıl bir tablo ortaya çıkar? Eğer gerçekleşirse, ilk durumda OHAL gerekçeleri zaten yaratılacağı için muhalefet nasıl tavır alır? Örneğin Meclis’ten çekilip muhalefeti anayasal bir hak çerçevesinde sokağa taşır mı? Bunlar saf sorular da olabilir ama cevabı merak uyandıran sorular.

HDP’nin maruz kaldığı: Siyasi ikiyüzlülük!

Bir diğer mesele HDP’nin bu tablodaki yeri. HDP, Millet İttifakı’nın dışında kalacağını açıkladı. Ancak buradaki siyasi ikiyüzlülük de vurgulanmalı. Her durumda HDP oylarına muhtaç olan Millet İttifakı, HDP ile aynı resimde yer alma cesaretini gösteremiyor. Gösterebilselerdi barışın olanaklarını güçlendirirlerdi, sürüncemede bırakmayı tercih ediyorlar. Yerel seçimlerde olduğu gibi, herkesin bildiği gizli bir ittifak olarak görülüyor HDP. Dolayısıyla Millet İttifakı’nın sınırları da burada çiziliyor. Bu, siyasi ikiyüzlülüktür. Ancak, HDP siyasi sorumluluğunu yerel seçimlerdeki tavrı üzerinden götürecekmiş gibi görünüyor. Umalım ki böyle olsun. Çünkü AKP, uzun bir iktidar dönemi sonunda ülkeyi kurumsallaşma anlamında büyük ölçüde istediği kıvama getirmiş durumda ancak, siyaseten zayıfladığı bir dönemi yaşıyor. Bu zafiyeti karşı tarafa saldırmakla çözmeye çalışması akılda tutulmalı.

Gelinen noktada AKP’nin tüm iktidar olanaklarına rağmen muhalefetin tavrı belirleyici olacaktır. OHAL ilan edilirse sokakta muhalefeti örgütleyecek mi? Meclisten çekilip meşruiyet sorununu gündeme getirebilecek mi? Tersi durum bu toplumu yalnız bırakmak anlamına gelecektir. Kırılma noktasına geliyoruz. Muhalefetin alt sınırı ne?


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur