Yasakları kabul etmeyerek polis terörüyle yüz yüze gelme pahasına sokaklara çıkan ve “Milyonlarca işçi ölümüne çalıştırılıyorken 1 Mayıs'ı yasaklayamazsınız” diyenler sayesinde, sermayenin ve iktidarın çıkarlarını güvence altına alan faşist baskılar üzerindeki “pandemi önlemleri” maskesi indirildi. Direnişin mümkün, direnip direnmemenin de bir tercih meselesi olduğu görüldü. 1 Mayıs 2021, eksiği ve fazlasıyla “direniş”in aynasında değerlendirilecektir
Ağır sermaye saldırıları karşısında sendikal hareket en âtıl dönemlerinden birini yaşarken, işçi sınıfının bütün hoşnutsuzluk ve öfkesine rağmen kendi çıkarlarını savunmak için seferber edilemediği bir dönemde gerçekleşen 2021 1 Mayıs’ı, karanlık bir tablo olarak değil karanlığın içinde beliren ışıkla anılacak. O ışık, sosyalist hareketin yasaklara ve polis terörüne rağmen sokağa çıkarak sergilediği yaygın ve militan direniştir. Katılımcıların sosyalist hareketin militan kadrolarından oluşması yanıltmasın. O militanlık, özgüvenini ve enerjisini işçi sınıfının giderek kabaran öfkesinden ve iktidarın bir yıldır tüm baskı ve terörüne rağmen bastıramadığı direniş dinamiklerinden alan bir kolektif militanlıktır.
Gönül rahatlığıyla denebilir ki 1 Mayıs 2021, Gezi Direnişi sonrası 1 Mayıs’lar içinde politik gerileme sürecinin dibinin göründüğü ve bu dipten çıkışın biricik güvencesi olan faşizme karşı direniş iradesinin de sokakta kendini gösterdiği gündür.
“İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü”nün ruhuna uygun düşmeyen bir parçalılık içinde ve biraz da bu parçalılık sayesinde birer birer ve hep beraber bilançolar açığa çıkmış, iktidarın demagojisi ile gerçekliği, muhalefetin olanakları ile tercihleri arasındaki farklar görünür hale gelmiştir.
Bugün ucube bir “tam kapanma” uygulaması olarak karşımızda duran “pandemi yönetimi” faşizmin güncel kılıfından başka bir şey değildir. Bunun karşısında da direniş bir tercihtir ve mümkündür.
1 Mayıs’ta işçi sınıfı
DİSK’in verilerine göre, tam 1 Mayıs arifesinde ilan edilen bu sözüm ona “tam kapanma” sürecinde Türkiye işçi sınıfının yüzde 61’i doğrudan, yüzde 22’si kısmen pandemi tedbirleri dışında tutulmakta, 16 milyon emekçi işten eve, evden işe gidip gelmeye devam etmektedir. Yani Türkiye işçi sınıfı “tam kapanma” ilan edilen süreçte de kitlesel olarak çalıştırılmakta, sokağa çıkmakta, sıkış tıkış toplu taşıma araçlarında ve işyerlerinde yan yana durmakta, daha sonra da evde ailesiyle temas etmektedir.
COVID-19’dan en çok işçiler ölmekte, hayat pahalılığındaki artışı karşılamayan düşük ücret zamlarıyla geçim sıkıntıları büyümekte, 200 bine yakın işçiyi ahlaksızlıkla itham edip işinden ve geleceğinden eden Kod-29 uygulaması ve türevleri tepelerinde kılıç gibi sallanmakta, şimdi de “tam kapanma” süreciyle birlikte Çalışma Bakanlığı tarafından yayımlanan yeni bir genelge ile sendikal faaliyetleri de yasaklanmaktadır. İşin aslı işçi sınıfının sınıfsal, sendikal, demokratik, insani bütün hakları yadsınmakta, işçinin ancak “çıplak emek” olarak yaşamasına izin verilmektedir.
Türkiye işçi sınıfında yalnızca hoşnutsuzluk ve öfke değil, mücadele eğilimi de kabarmaktadır. Geleneksel sendikal hareketin ataleti karşısında, irili ufaklı sosyalist grupların özel çabası ile harekete geçen atipik, militan ama küçük ölçekli direnişlerin de ötesinde gerçek bir mücadele eğilimi gelişmektedir. Sınıf karşıtı değerlendirmelerle önemi yadsınan CHP’li belediyelerdeki işçi direnişleri, geniş işçi kesimlerindeki büyük öfkenin, mücadelenin doğası gereği ilk olarak daha kolay hareket edilebilecek zeminleri yoklamasıdır. Devamında kimi AKP’li belediyelerde gelişen direnişler bunun işaretidir. TİS süreçlerinde sefalet zammı dayatması karşısında sağlık ve enerji işçileri iktidar, patron ve sarı sendika üçlüsünün tamamına karşı bir tepkiyle harekete geçmektedir. Pandeminin kontrolden çıkması karşısında sağlık emekçilerinin, aşılama yapılmadan okulların açılması karşısında eğitim emekçilerinin gösterdiği hareketlenmeler kabaran öfkenin yansımalarıdır. Tam kapanmanın ilk günü olan 30 Nisan’da İstanbul BEDAŞ’ta çalışan iki bine yakın enerji işçisinin AKP’li patron Cengiz-Kolin ile sarı sendika TES-İŞ arasındaki sözleşmeye isyan edip iş bırakması ve tekel esnafının alkollü içki satışı yasağına karşı sergilediği direniş de “gerçekçilik” üzerine yapılan tartışmalarda hatırlatılmak üzere bir kenara kaydedilmelidir.
Toplumsal muhalefetin kadın hareketi, üniversiteli gençlik hareketi, ekoloji hareketi, Kürt hareketi gibi diğer dinamiklerinin özellikle Şubat-Mart-Nisan döneminde yaşadığı kabarma da işçi sınıfının sermayeye ve sermaye çıkarlarını güvence altına alan faşist düzene karşı mücadelesinden ayrı bir tartışmanın konusu değildir. Üstelik işçi sınıfı bu “kimliklerin” ya da “sektörelliklerin” yanında bir başka kimlik ya da sektör değil bu mücadeleleri kapsaması gereken temel mücadelenin asli öznesidir. Şayet işçi sınıfının iktidar mücadelesi temelinde birleştirilemezlerse, mevcut halleriyle ne kimlik hareketleri/sektörel hareketler ne de emek hareketi geliştirilip ileri bir biçim kazanabilir.
Sendikal hareket
1 Mayıs işçi sınıfı hareketinin ve sosyalist hareketin geride bıraktığı mücadele döneminin bilançosunu çıkardığı ve gelecek mücadele dönemine dair politik mesajını verdiği gündür. Pekâlâ yukarıda tasvir edilen manzara içinde geldiğimiz 1 Mayıs 2021’de yaşanan nedir?
Kitlesel ve merkezi 1 Mayıs mitingleri yoktu. “Dörtlü” (DİSK, KESK, TMMOB, TTB) olarak da anılan emek-meslek örgütlerinin ve sosyalist hareketin temsilcileri değil miting düzenlemek miting düzenlemeyi konuşmak için dahi yan yana gelmemiş, gelememişti. Emek ve meslek örgütleri daha hükümet “yasak” ilan etmeden, kendi otokontrol mekanizmalarıyla 1 Mayıs etkinliklerini 30 Nisan’a çekti. Devlet 30 Nisan’ı da yasaklayınca bu kez 29 Nisan’a çekti ve cılız basın açıklamaları ile anma törenleri düzenledi. İşyeri buluşmaları dışında işçileri seferber edecek herhangi bir girişimde bulunmadı. 1 Mayıs’ta da Taksim’de temsili bir çelenk bırakma töreni ile yetindi.
Uzun yıllar toplumsal muhalefetin birleştirici çağrı merkezi olarak inisiyatif alan dörtlünün bugünkü inisiyatifsizliği, sosyalist hareketin suçlamayla değil özeleştirel olarak ele alması gereken bir konu. Dörtlü dediğimiz emek ve meslek örgütleri, sosyalist hareketin doğrudan ve dolaylı ilişkileri ile etkin ve belirleyici olduğu yapılar. Sosyalist hareketin, sermaye ve politik iktidar stratejisini teşhir edip bunu aşmaya yönelik ciddi sistemli bir devrimci strateji geliştiremediği durumda, dörtlü daha ileri bir inisiyatif al(a)mamış; devletin baskı ve kontrol mekanizmalarına karşı gelmesini güçleştiren yapısal sorunları ile baş başa kalmıştır.
Sosyalist hareket
Etkili bir politik-pratik mücadele programı oluşturmayı “olağanüstü durum” sonrasına erteleyen ve giderek pasifizme sürüklenip temsil alanındaki siyasete odaklanan bir eğilim, sosyalist hareketin pek çok unsuru üzerindeki etkisini derece derece sürdürüyor. Oysa dün OHAL bugün “pandemi yönetimi” olarak karşımıza çıkan olağanüstü durum, bir “mola süresi” değil çatışmanın tam da kendisidir ve işçi sınıfı da bu çatışmanın odağında durmaktadır. Sosyalist hareket içerisinde, bu somut gerçekliği esas alan eğilim açısından ise mücadele için gün bugündür, mücadele sınıf mücadelesidir, mücadele faşizme karşı mücadeledir ve işçi sınıfının faşizme karşı direnişini örgütlemekten başka yol yoktur.
Pandemi süreci bu iki eğilimin daha da kristalize olmasına yol açtı. Nihayet 2021 1 Mayıs’ında yasakları kabul etmeyerek polis terörüyle yüz yüze gelme pahasına sokaklara çıkan ve “Milyonlarca işçi ölümüne çalıştırılıyorken işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma gününü yasaklayamazsınız” diyenler sayesinde, sermayenin ve iktidarın çıkarlarını güvence altına alan faşist baskılar üzerindeki “pandemi önlemleri” maskesi indirildi. Sadece Taksim çevresinde düzenlenen onlarca militan eylemde 300’e yakın eylemci gözaltına alındı. İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in, Trabzon’un, Hopa’nın, Antalya’nın, Eskişehir’in, Kocaeli’nin, Bursa’nın, Samsun’un meydan ve mahallelerinde yürüyüşler düzenlendi. Kimisinde polisler atlatıldı, kimisinde sert saldırılar ve gözaltılar yaşandı. Eylemlerde sadece 1 Mayıs öncesinde sokağa çıkacağını ilan eden örgütlerden değil yer yer daha kararsız duran örgütlerden de katılım vardı. İşin aslı, mümkün olduğu gösterildiğinde “direniş”in belirleyici eğilim haline gelmesi kaçınılmazdı. 1 Mayıs 2021’e ilişkin tutumlar eksikleri ve fazlalarıyla “direniş”in aynasında değerlendirilecektir.
1 Mayıs 2021, Taksim Meydanı’ndaki temsili törenden o gün Taksim Camii inşaatında çalışmaya devam eden işçiler de dahil milyonlarca işçinin “çıplak emek”e indirgenmişliğine, sokaklardaki militan direnişlerden sessiz kalan sokaklara kadar bütün bir tablo olarak bize nelerin eksik olduğunu, nelerin yapılabileceğini ve nelerin yapılması gerektiğini göstermiştir.
En büyük boşluk, bugün sınıf hareketini ve genel olarak tüm toplumsal muhalefeti sermayenin ve faşizmin saldırıları karşısında seferber edecek bir inisiyatif merkezinin bulunmayışıyla kendini göstermektedir.
1 Mayıs’ta direniş iradesini gösterenler bu inisiyatif merkezinin oluşturulmasının sorumluluğunu da taşımaktadır. Ancak kendilerini bir “inisiyatif merkezi” ilan ederek değil, bir yandan direniş çizgisini mücadelenin tüm alanlarında ilerletirken bir yandan da toplumsal muhalefetin geleneksel ve yeni ortak zeminlerine ilerletici müdahalelerde bulunarak.