İktidar boğazına kadar pisliğe batmışken ve her geçen gün karşısında yeni bir toplumsal direniş odağı bulurken, dayatılan yasakların sınırları içinde kalmanın kabullenilemeyeceğini söyleyen Halkevleri İstanbul Bölge Temsilcisi Zeynep Çelik, “Boğaziçi direnişinin, kadın direnişinin, birbiri ardına parlayan işçi direnişi ocaklarının zincirine 1 Mayıs direnişi halkasını eklemek için çalışmalıyız” diyor
1 Mayıs 2021’e işçi sınıfı açısından ağırlaşan yaşam ve çalışma koşulları, toplumsal muhalefetin geneli açısından da pandemi gerekçesiyle tırmanan baskılar eşliğinde yaklaşıyoruz. Ancak emek hareketi sermaye saldırıları karşısında güçlü bir direniş sergileyemiyor, toplumsal muhalefet parçalı ve dağınık.
Sosyalist hareketin temsilcileriyle 1 Mayıs 2021’e giderken genel manzara hakkındaki değerlendirmelerini ve ne yapılması gerektiğine dair önerilerini konuştuk. Ayrı ayrı yayımlayacağımız bu söyleşileri “1 Mayıs 2021” dosyasında bir araya getireceğiz.
“İlerici emek örgütleri ve sol hareketin genişçe bir kesimi, iktidarın salgın yönetimi tedbirleri olarak pazarladığı muhalefeti hizaya geçirme taktikleri karşısında kararsızlığını aşabilmiş değil” diyen Halkevleri İstanbul Bölge Temsilcisi Zeynep Çelik, iktidar boğazına kadar pisliğe batmışken ve her geçen gün karşısında yeni bir toplumsal direniş odağı bulurken, dayatılan yasakların sınırları içinde kalmanın kabullenilemeyeceğini söylüyor.
Çelik “Günün parolası direniştir. Boğaziçi direnişinin, kadın direnişinin, birbiri ardına parlayan işçi direnişi ocaklarının zincirine 1 Mayıs direnişi halkasını eklemek için çalışmalıyız” diyor.
Sendika.Org: 1 Mayıs 2021’e giderken karşı karşıya olduğumuz manzaraya ilişkin değerlendirmeniz nedir? 1 Mayıs’ta ne yapacaksınız?
Zeynep Çelik: Türkiye tarihinin en ciddi ekonomik krizlerinden birine girdiğimiz sırada, insanlık tarihinin en büyük salgın hastalık kriziyle karşı karşıya geldik. Ekonomik ve politik olarak bitmiş bu iktidara, milyonlarca insan için ölüm demek olan COVID 19 salgını “Allah’ın yeni bir lütfu” olarak göründü. İktidar, insanlığın yaşadığı en büyük salgın hastalık krizini, çürümüş bir diktatörlüğü ayakta tutmanın aracı haline getirdi.
İktidarın salgın yönetimi siyaseti iki şeyi temel alıyor. Birincisi, toplumsal tabanının her geçen gün daraldığı bir süreçte karşısında büyüyen çoğunluğu etkisizleştirmek, iradesizleştirmek. İkincisi ise her koşul altında kurduğu talan düzenini ayakta tutmak ve sürdürmek. Halkın tek kaygısının hayatta kalmak ve sadece basit biyolojik ihtiyaçları karşılayabilmek haline gelmesi salgın yönetiminin bu biçimde yürütülebilmesinin yolunu açıyor. Salgını etkisizleştirmek için neredeyse tek kuruş harcamayan iktidar, betona dayalı talan ekonomisini sürdürebilmek için 128 milyar doları heder etti ve neoliberal politikaların 2019’da girdiği derin krizi bir mutlak yıkıma dönüştürdü.
Bütün bunların sonucu %50’yi bulan enflasyon, %30’u bulan işsizlik, yarı yarıya azalan alım gücü oldu. Halen bir işi olan işçiler, ellerindeki işi kaybetmemek için ölümü göze alarak çalışıyorlar. Geri kalan tüm nüfusun geçinme olanakları açlık sınırının çok altına düşmüş durumda. Kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin desteği gibi “sadakaya bağlama” yöntemleri bile kullanılamıyor. Sözde “işten çıkarma yasağı”, Kod-29 uygulamasıyla ortadan kaldırıldı. İşçiler hem işlerinden ediliyor hem de “ahlaksızlıkla” damgalanıyor.
Bu yıkımın altından toplumu çıkarmanın tek yolu işçi sınıfı demokrasisi ve sosyalizmdir.
Bu koşullar altında, işçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ta emekçilerin ve halkın birleşik gücünü, salgını durdurmayı değil, vurgunu ve diktatörlüğü sürdürmeyi amaçlayan iktidar politikalarına karşı mücadeleye yöneltmeyi hedefleyen ve sosyalizmi vurgulayan bir çizgiyi öne çıkardık.
Salgının muhalefetin sesini kısma bahanesi haline getirilmesine karşı koyacağımızı daha önce açıklamıştık. 1 Mayıs’ta tüm emekçileri ve ezilenleri bu ikiyüzlü salgın politikasına karşı, bulaş tehlikesi yaratmadığı artık kanıtlanmış olan, açık havaya, sokaklara, meydanlara çıkmaya çağırıyoruz.
Biliyoruz ki toplumun derinliklerinde bu ikiyüzlülüğe, bu salgın ve kriz fırsatçılığına yönelik bir tepki ve öfke büyüyor. Biz, bu tepki ve öfkeyi açığa çıkarmayı amaçlayan bir mücadele çizgisinin bu yılın 1 Mayıs mücadelelerine damgasını vurması için çaba göstereceğiz. İktidarın salgın yönetimi adına ölüme ve açlığa sürüklediği emekçi ve ezilen kesimlerinin çığlığını temsil ve ifade etmeye çalışacağız.
1 Mayıs’ta sokaklarda, meydanlarda ve Taksim’de olacağız.
2021 1 Mayıs süreci pandemi ve yasakların gölgesinde geçiyor. Bu durumu ve sosyalistlerin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durumu değerlendirme biçimimizi yukarda ifade ettim. İlerici emek örgütleri ve sol hareketin genişçe bir kesimi, iktidarın salgın yönetimi tedbirleri olarak pazarladığı muhalefeti hizaya geçirme taktikleri karşısında kararsızlığını aşabilmiş değil; iktidarın salgın tedbirleri perdesini örttüğü şeriatçı ve faşist siyasi ve toplumsal yasakları hala salgın yönetimi kapsamında değerlendiriyor.
İlerici emek örgütleri, salgını durdurma perdesi altında, muhalefeti durdurmayı amaçlayan ve salgının yıkıcılığını her geçen gün artıran gerici-faşist baskı politikalarını adlı adınca tanımlamaktan, faşist baskı politikaları olarak damgalamaktan ve salgını durdurmanın bilimsel ve halkçı politikalarına geçilmesi için güçlü bir toplumsal ve politik muhalefet hareketi yaratmaya katkı sunmaktan neredeyse kaçıyor. Gerçekte halk sağlığı politikasıyla ilgisi olmayan bu faşist baskı politikalarına karşı mücadele, zaten verdikleri hizmet gereği çok ağır bir yük altında olan sağlık emekçilerinin ilerici örgütlerinin sırtına bırakılmış görünüyor. Sağlık emekçilerinin örgütleri, yürürlüğe konulan düzenlemelerin sınıfsal ve siyasal karakterini ortaya koyuyorlar; salgını durdurmak için hayatı değil, çarkları durdurmayı esas alan bir tam kapatmanın, yaygın aşılamanın ve tüm emekçilerin ve küçük esnafın bu süreçte kamu kaynaklarıyla ayakta tutulmasının gerekli olduğunu gösteriyorlar. Ama bunlar emek hareketinin bütününde de sosyalistlerin genişçe bir kesiminin mücadele programında da ilk sıralarda yer almıyorlar. Bunda, “tek adam diktatörlüğü”nün önlenememesinin, KHK’lerle ve Saray yargısı ile süreklileştirilen Olağanüstü Hal uygulamalarının, HDP belediyeleri, milletvekilleri ve parti örgütlerinin kriminalize edilmesinde, rehin ve esir muamelelerinde somutlaşan “düşman hukuku” uygulamalarının ve bu “hukuk” ile hareket eden polis zorbalığının yarattığı “yenilgi iklimi”nin rolü büyük.
Bu durumun bir sonucu olarak ilerici emek örgütleri içerisinde, çalışmalarını, etkinliklerini iktidarın yasakçı düzenlemelerine göre düzenleme eğilimi görülmeye başladı.
Biz, suyun aşağısında duran kuzuya “suyumu bulandırıyorsun” diyen kurdun, su içmeyi bırakarak saldırmaktan vazgeçirilemeyeceğini biliyoruz. Mücadelenin bir evresinde uğranılan yenilginin olumsuz sonuçları, bir sonrasındaki evrenin mücadelelerine galiplerin dayattığı sınırlamalara boyun eğilerek giderilemez. Hele ki “galipler” boğazlarına kadar pisliğe batmışlarken ve her geçen gün karşısında yeni ve baş edemediği bir toplumsal direniş odağı bulurken, yapılması gereken dayatılan “yasakların” sınırları içinde kalmayı kabullenmek olmamalıdır.
Bu nedenle günün parolası direniştir. Boğaziçi direnişinin, kadın direnişinin, birbiri ardına parlayan işçi direnişi ocaklarının zincirine 1 Mayıs direnişi halkasını eklemek için çalışmalıyız. COVID 19’u her geçen gün daha tehlikeli hale getiren kapitalist uygarlığın, patriyarkanın, sermaye egemenliğinin, ırkçı-faşist gericiliğin karşısına, Türkiye’yi iflasa sürükleyen dinbaz-ırkçı neoliberal cinnetin karşısında gelişen bu direnişler sosyalist muhalefetin geleceğini de belirleyecektir. Bu direnişler, halkın bu iktidara duyduğu nefreti “düzenin onarımı” programlarıyla sınırlamaya çalışan düzen içi muhalefetin aşılmasında belirleyici bir rol oynayabilir. Doğru değerlendirebilirsek, bu direniş zemininden yararlanarak, toplumun bütün ilerici güçlerini sosyalist bir “kurtuluş programı” çerçevesinde bir araya getiren yeni bir halk hareketi dalgası üretebiliriz.
Yenilgi sonrasının kararsızlığı hala sosyalist hareketin genel ortamında etkili ama bu 1 Mayıs’ta da göreceğiz ki, halkın gerici-faşist iktidara karşı direnme eğilimlerini temsil eden, geliştiren inatçı, yürekli çıkışlar yine sosyalist hareketin içinden çıkacak. Bizim görevimiz, bu mücadeleci eğilimi, sosyalist hareketin bütününe yayacak bir dil ve dayanışmayı geliştirmek.