Halk ya da sokak tiyatrosu olarak adlandırılan tarz birçok sanatçı için eşsiz bir deneyim olur. İdealizm, romantizm, doğallık, topluma ve ülkeye dair bir aidiyet hissi oluşturmak, öte yandan ilgi çekmek ve izleyenlerde farkındalık yaratmak, iz bırakmak istenir
“Sanat ‘bir gaz sandığını yere yıkarak’, en güzel sokaklarda en güzel insanlarla türkü olup akmalı. Öyle bir tiyatro yapmalı ki; oyuncusu, yazarı sokaktaki insan, fabrikadaki işçi olsun. Öyle bir tiyatro olmalı ki; sokakta başı derde girenin yanında bitsin, bizden olsun!”
“Bahar geldi. Şimdi evinizin sokağında ya da herhangi bir yerde bize rastlarsanız seyredin, sakın ihbar etmeyin. Ederseniz biz kendimize yeni bir sokak buluruz nasılsa, ama sizin evin sokağına bir daha gelmeyiz.”
“Ulusal meclis bir burjuva tiyatrosuna döndüğü zaman, bütün burjuva tiyatroları ulusal meclislere dönmelidir.” (Mayıs 1968’den bir duvar yazısı, Fransa)
Bu çalışmada bugün epey gerilerde kalmış bir dönemin ürünü olan ve Türkiye’nin devrim ve sosyalizm mücadelesinin öğelerinden birine dönüşen bir tiyatro grubunu, Devrim için Hareket Tiyatrosu’nu (DİHT) ele alacağız. Bu tarihsel hatırlatma umarım bugünün tiyatrosu ile yerinde ve değerli bir karşılaştırmanın da zemini olur. Ülkemizin yakın geçmişinin bazı sanat kurumlarının simgesel değeri yüksek ancak üzerinde yeterince çalışma bulunmuyor. Her alanda biraz böyle. Sinematek Derneği’nden Genç Sinema’ya, Yeni Dergi çevresinden Görsel Sanatçılar Derneği’ne 1960’lı ve 1970’li yılların politik atmosferinde biçimlenmiş, politik olanla düşünsel olanı birlikte ele alan ve sanatı toplumsal fayda açısından anlamlandıran ve de sanatsal üretimi dönüşüm süreçlerinin parçası olarak gören bu dönemin tiyatro alanında da simgesel değeri yüksek, ancak hakkında pek az şey yazılmış Hareket Tiyatrosu üzerinde düşünülmeyi hakediyor. 1960 ve 1970’li yıllar Türkiye’sinin kamu yaşamında, sanat dünyasında iz bırakan bu kurumlar aydınların ve sanatçıların çokça siyasileştiği bir dönemin de izlerini taşıyor. Bu kurumlar kimileri için geçmişe dair biraz kutsal, biraz efsane bir değer taşırken, bu tür bir konuma oturtulurken, kimileri için de sanatın siyasi idealler uğruna feda edildiğine dair bazen çekingen, bazen açık bir eleştirinin konusu oluyorlar.
Kolektif bir kimliğe yaslanan, bir dönemin tiyatrocularının kimi müşterek değerler etrafında bir araya geldikleri bu tiyatro hareketinin kısa ama yoğun tarihi, dönemin kimi önemli toplumsal mücadele başlıklarındaki dahli, etkisi ve bu grubun tiyatroya kendine has yaklaşımı ve dönemin tiyatro trendleri bu çalışmada değerlendirilecektir.
O dönemin Adalet Partisi karşısında harekete geçen ve içinde yaşadığı topluma dair önemli hoşnutsuzluklar duyan gençlik hareketi hükümetin icraatlarına tepki duyuyor, giderek militanlaşıyordu. 68’in havasını, ruhunu mükemmel şekilde yansıtan bu solcu tiyatro grubunun faaliyetleri üzerinden dönemi izlemek, hissetmek mümkündü. Militan, eylemci ile sanatçı, aydın arasındaki ayrımların silikleştiği, bu iki kimliğin, duruşun, üretimin iç içe geçtiği, bunun en azından toplumum bir kesimi ve entelektüeller tarafından meşru bulunduğu gibi, özendirildiği ve de hatta siyasetin dışında durmanın ayıplandığı bir dönemin koşullarından bahsediyoruz.
1960’ların sonlarında Boğaziçi Köprüsü inşaatına başlanmıştı. Bu köprünün inşaatı dönemin devrimci gençleri tarafından “Boğaz’a değil, Zap suyuna köprü” sloganı eşliğinde eleştiri konusu olmuştu. Zap suyu Hakkari’de bulunuyor ve köprü olmadığı için bölgenin genel az gelişmişliğinde insanların bu azgın suyu geçerken canlarına mal oluyordu. Zap suyu üzerinden ülkenin az gelişmiş Doğu’suna dair de toplumun genelinde ve büyük şehirlerde yaşayan eğitimli kesimde bir farkındalık yaratmaya çalışılıyordu. Gençler köprüye karşı çıkıyor, bunun karşısında köprünün dış güçlerle bağımlılık ilişkilerini artıracağı ve ülkenin kalkınmasında başka öncelikler benimsenmesi gerektiği üzerinden anti-emperyalist ve sosyalist söylemler benimseniyordu.
Hareket Tiyatrosu da bu konuda hem eleştirel oyunlar hazırlıyor hem de bu oyunları sokaklarda, gecekondu mahallelerinde oynuyordu. “Köprü” isimli oyunu grup üyeleri Beylerbeyi ve Ortaköy’de köprünün ayağının ve bağlantı yollarının geçeceği semtlerde oynuyorlar, halka sesleniyorlardı. Gençler köprü için yıkılacak gecekondu mahallesi sakinlerine de destek oluyor ve onların da kendi mücadelelerine desteklerini kazanmayı amaçlıyorlardı. İlerde de aktaracağımız gibi bu oyunları oynadıkları mahallelerde polis tarafından gözaltına alınmaları da basında yankı uyandırıyordu. Zap suyuna yapılan köprü projesine karşı yürütülen kampanya hakkında çekilen değerli belgeseli, “Devrimci Gençlik Köprüsü’nü de hatırlatalım. DİHT oyuncularının bu kampanyada aktif rol oynadıklarını, oyunlarından elde edilen geliri bu kampanya için seferber ettikleri söylenebilir. Grubun 1969 yılında Dormen Tiyatrosu’nda oynadığı bir oyunun tüm gelirinin Zap suyu köprüsüne aktarıldığını görüyoruz.
Aynı dönemde bugün yeniden yapılan AKM, o zamanki ismiyle Opera binası ya da Kültür Sarayı ise daha yeni açılmaktaydı. 12 Nisan 1969’da yapılan açılış DİHT’nin bir kez daha basında geniş yer bulmasını sağlar. Bu binanın açılışı da Hareket tiyatrosu oyuncularının bir eylemle eleştirisine sahne olmuş, bu açılışa karşı yapılan eylemde o günün söylemiyle “halk için sanat” talebi dillendirilmişti. Bu talep gençlerin seçkinci, aşırı Batıcı, taklitçi buldukları devletin yüksek kültürüne mesafe aldıklarını gösterir. 68 hareketlerinin yarattığı karşı kültür hareketleri Batı dünyasında da benzer reaksiyonların ortaya çıkmasına yol açmış, Latin Amerika’da ise sömürgeci Batı kültürünün yerine halkçı, yeni bir kültürel tutum biçimlenmiştir. Opera’nin açılışında salonun içerisinde Aida Operası ve Çeşmebaşı balesi sahnelenirken, Hareket Tiyatrosu oyuncuları salonun dışarısında, 14 Nisan 1969 günü yapılan açılışa katılan Demirel’i ve AP’yi hedef alan “Çoban Sülü” isimli bir oyun oynarlar, bir kez daha gözaltına alınırlar.
Bu grup ayrıca dönemin iki önemli gerçeği olan, anti emperyalist mücadeleye bir “Vietnam oyunu – Amerika” ile ve işçi mücadelesine ise “Grev” isimli bir oyun ile destek oluyordu. Üniversite öğrencilerinin sorunlarını ele alan piyeslerin hazırlandığını da biliyoruz. Kanlı Pazarların, Altıncı Filo eylemlerinin, 15 ve 16 Haziranların yaşandığı bir dönemde solcu, devrimci tiyatrocular da bu sürecin parçası oldular. Kanlı Pazar’ın yaşandığı gün bir Vietnam piyesi sergilerken grup, sonrasında önem taşıyan Kanlı Pazar olaylarının filmini de çeken yine grubun içinden ve çevresinden kişilerdir. Genç sinemacılar, heykeltraş Kuzgun Acar gibi isimler bu filmi çekerken, dönemin devrimci sanatçıları arasında yakın bağlar mevut idi. Bir heykeltraş, bir sinemacı ve bir tiyatrocu aynı hedefte buluşuyorlardı, sanatı devrimci mücadelenin bir parçası kılmak ve toplumsal çelişkileri gündeme getirerek bu konuda farkındalık uyandırmak amaçlanıyordu. Özetlemek gerekirse, 68 hareketinin de bir parçası ve ürünü olan başta DİHT gibi tiyatro grupları devrimci ve halka ulaşan bir sanat üretmenin yollarını aradılar.
Grubun üyelerinin gençlik hareketleriyle bağlantıları mevcuttur. Kendileri de Teknik Üniversite, Güzel Sanatlar Akademisi, İstanbul Edebiyat Fakültesi, Tıp Fakültesi gibi farklı alanlardan öğrencilerdir. Oyuncuların dönemin öğrenci liderleri, Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar ile de yakınlıkları mevcuttur. Önemli öğrenci olaylarından biri olan ODTÜ kampüsünde 6 öğrencinin polise teslimi öncesi örgütlenen gösteride de grup bir oyununu sergiler. Oyunda Vietnam savaşı üzerine bir propoganda metni ABD karşıtı bir eksende ve uluslararası dayanışma duyguları ile bir oyun olarak oynanır.
Akşam, Milliyet ve Cumhuriyet gazetesi grubu ilgiyle karşılıyor ve ülkemize de “sokak tiyatrosu” geldi söylemi eşliğinde genellikle destekliyor. Tabii grubun üyelerinin karakolluk olması da bu gazetelerde haberleştiriliyor. Öte yandan dönemin milliyetçi, muhafazakâr sağ gazetelerinde ileride de örnekleri görüleceği gibi grupa karşı anti komünist bir propoganda yapılıyor. Dönemin Ant, İşçinin Sesi, Türk Solu gibi sol siyasi dergilerinde ve Maya, Yeni Dergi, Varlık gibi kültür dergilerinde de grupla yapılan röportajlar, gruba verilen açık destek gözlemleniyor. Grubun ayrıca başka gruplarla tartışmalara girdiği, örneğin SBF tarafından yayımlanan sahne tiyatrosu bildirisine karşı sokak tiyatrosunu savunan bir yaklaşımın benimsendiğini söyleyebiliriz.
Milliyet gazetesinin 10 Kasım 1968 tarihli haberiyle başlayabiliriz. Gazete küpüründe “Hareket Tiyatrosu ilk temsilini verdi. Boğaz köprüsü üzerine hazırlanan bu kısa sokak oyunu köprünün geçeceği gecekondu semtlerinde ilgiyle izlenmiştir. Grev ve Üniversite öğrenci sorunlarını işleyen iki yeni sokak oyununu da genç oyuncular para verip tiyatroya gidemeyen halk kitlelerine sunacaklar,” diyerek grup haberleştirilmiş. Bu haberde yeralan oyuncularla yapılan konuşmada şu ifadeler mevcut: “Sahne tiyatromuzun bir gişesi olacaktır. Fakat seyirciden alınacak ekonomik değer piyasa tiyatrolarının ölçüsünde olmayacaktır,” açıklaması da ayrıca değerli. Grubun dönemin hâkim tiyatro anlayışına alternatif olma çabası ve bunun için maddi bir gündeme sahip olması da önem taşıyor. Parası olmayanlara da sanatı götürmek, sanatı toplumsal yaşamın vazgeçilmez öğelerinden biri olarak tanımlamaktır. Aynı haberde grup üyeleri aynı görüşte oldukları örgütlerle, aydın ve sanatçılar ile ilişki kuracaklarını söylüyorlar.
Aynı gazetede ertesi gün 11 Kasım 1968 tarihinde ise şöyle yazıyor: “Köprü ve toplum polisine karşı temsil veren dört genç nezarete alındı.” Beylerbeyi’nde o günlerde bir gecekondu mahallesinde oyunlarını oynayan Doğan Soyumer, Hamdi Ulusan, Sadık Karamustafa ve Ali Özgentürk polis tarafından göz altına alınıyorlar. Habere göre genç oyuncular emniyette istiklal marşı söylüyorlar, Atatürk büstü önünde saygı duruşunda bulunmalarına ise izin verilmiyor ve “emniyet amirleri bizlerin ifadesini alırken yanlarında bazı AP’li şahıslar vardı.” beyanı da bulunuyor gençlerin. Bunun gibi engellemeler, “AP’li şahısların” polisi çağırması durumları ilerleyen günlerde de tiyatro grubunun sıkça karşılacağı hadiselerden olur.
Dönemin birçok yayın organında bu temsil ve gözaltı meselesi geniş yer buluyor. Bu olay epey ses getiriyor. Bu olayın basında yankı uyandırdığı ve yayımlayanın siyasi görüşüne göre farklı açılardan verildiği görülüyor. 11 Kasım tarihli Yeni Gazete’de ise gençlerin “bu düzeni yıkacağız, hakkımızı alacağız” ve “İlk köprü Kırat, son köprü Sırat” diyerek bağırdıkları iddia ediliyor.
Gençlerin mücadelesinde AP ve Süleyman Demirel karşıtlığı Emin Alper 1968 hareketleri üzerine yazdığı doktora tezinin de temel argümanlarından birini oluşturuyor.[1] Gençler çeşitli toplum kesimlerinin desteği ve hatta yönlendirmesi ile iktidar karşıtı bir eylemlilik sürecine girmişlerdir. Demirel ise ülkedeki sağ, halk düşmanı direnci simgeler onların gözünde. Alper’in çalışmasında Türkiye’de elitler arası mücadelein de etkisiyle gençlerin AP karşısında çeşitli toplumsal kesimlerle bir ittifaka girdiği anlatılıyor.
Sonrasındaki günlerde kimi gazete haberlerini de paylaşalım: “Boğaz köprüsü aleyhine sokakta temsil verildi.” “Parkta temsil verenler yargılanacak. Gecekonduların yıklışını tasvir eden gençler…” ”Beylerbeyi’nde temsil veren gençlere hükümete karşı tahrik suçlaması yöneltiliyor.” Oyuna gecekondu halkı geceliklerinin üzerine bir palto geçirip evlerinden koşup helip katılıyor. Evlerini kaybedecek halk oyundan etkileniyor. Oyunda bu köprünün yapılmasından kimlerin çıkarı olduğu anlatılıyor ve zenginler için siz evlerinizden olacaksınız deniyor. Oyun metinlerinin spontane bir şekilde gelişmesi, her oyunda değişmesi de grubun ve sokaka tiyatrosunun bir özelliği olarak gözlemlenebiliyor.
Boğaz köprüsüne karşı olmanın hükümet ve ona yakın sağ basındaki algısı ise bozgunculuk oluyor. Bugün isimli bir sağcı gazetede örneğin büyükçe bir yer buluyor olay: “Anarşistler kol geziyor,” manşetiyle. Gazetede “polisi tahkir eden solcuları halk polise teslim etti,” denirken gençlerin ise “Bu düzeni yıkacağız hakkımızı alacağız” diye bağırarak halkı hükümet aleyhine kışkırttıkları iddia ediliyor. Mahalle aralarında gecekondu sefaletini anlatan konuları işledikleri için halkı kışkırttıkları işleniyor. Yine basından gözaltına alınanların serbest kaldıklarını öğreniyoruz. Gazete gençlere karşı düşmanca bir tavır takınıyor, “Zavallılar”, “Anarşistler” diyerek nefretini kusuyor. Demek ki bazı şeyler hiç değişmiyor… Ayrıca solculara ve sanata karşı düşmanca, kışkırtıcı, halkın değerlerine yabancı olduğu söyleminin eşlik ettiği bir neşriyatın küçük bir parçası olarak görebiliriz bu yayınları.
Bir diğer dergi haberinde, İşçinin Sesi isimli sol yayında, tiyatro grubunun oyuncularının Magirus’un grevci işçilerine temsiller verdiklerini okuyoruz. “İşçiye giden tiyatro” olarak Ant dergisinde bu etkinlik haberleştiriliyor. Fotolarda gençler ve işçiler arasında bir dayanışmanın oluştuğu görülüyor. Magirus grevinin yanısıra Maden İş’e bağlı Singer, Emayetaş, Türk Demir Döküm işçileri, Lastik İş’in, Gıda İş’in emekçilerine de oyunlar oynarlar.
Dönemin sol, sosyalist öğrenci hareketinin anti emperyalist, yoksulun yanında, eşitisizliklere karşı söyleminde işçilerin mücadelesinin de giderek önem kazandığını görmekteyiz. Tiyatro’nun faal olduğu dönemde Türkiye’de işçilerin Türkiye’deki gelmiş geçmiş en kitlesel gösteri ve direnişlerinden biri olan 15 ve 16 Haziran 1970 tarihli direniş yaşanmıştır. Ant dergisindeki haberde işçilerin çalışma koşullarını zorluğu anlaılıyor, oynanan “Asma Köprü” isimli oyunun ise halkın sorunlarından kopuk, halkın sorunları fasit bir çember içinde belirli bir sınıfın beğenisi açısından ele alan gişe tiyatrosuna karşın oyunun halka ulaştığı vurgulanıyor. Tiyatro’nun örneğin Yılmaz Güney’in önemli filmi Düşman’da anlatıldığı gibi dönemin önemli bir gerçeği olana amele pazarlarında temsiller verdiği ve bu temsiller sırasında işçilerde doğru söylüyorlar, amma velakin nasıl hakkımızı arayacağımız konuşmalarının yapıldığı söyleniyor.
İşçilerin yanısıra tiyatro köylüleri de unutmaz. Türk Solu dergisinin 15 Nisan 1969 tarihli sayısında grubun Ege’nin Hortuna köyünde Nisan ayı başında oyunlar oynadığı haberi bulunuyor. Habere göre köyün tiyatrosunda 3 bin kişi tarafından izlenen oyun büyük ilgi görüyor. Oyundan Kurtuluş Savaşı ve emperyalizm konuları işlenirken oyun bittikten sonra köylüler ile konuşan gençler montaj sanayiinin sorunlarını, NATO’nun, emperyalizmin Türkiye üzerindeki olumsuz etkilerini anlatırlar. Son olarak da sembolik olarak bir Sam amca şapkası yakarlar.
26 Kasım 1968 tarihli Türk Solu dergisinde ise San Fransisco merkezli bir sokak tiyatrosu yapan grubun, kendilerine “Hareket Tiyatrosu” ismi vererek oyun oynadıklarını öğreniyoruz. Bu gruptan R.G. Davis’in sokak tiyatrosunun esaslarına dair bir makale yayımlanmış dergide. Davis sokak tiyatrosunun kimi püf noktalarının altını çiziyor, temsil sonrası oyunculara kazanılan paranın nasıl ödeneceği ve bu konuda şeffaf olunması gerektiği de altı çizilen noktalardan biri. Yazarın birçok önerisinden bir tanesi de diğer sanat kollarından insanlarla iletişime geçilmesi oluyor, örneğin bir heykeltraştan, bir ressamdan oyun için gerekli malzemelerin istenmesi salık veriliyor.
11 Aralık 1968 tarihli Forum dergisinde grubun kuruluş bildirisi yayımlanmış. Bildiride öne çıkan yer bana kalırsa, “Ülkemiz sömürülen halkların yaşadığı bir ülkedir. İç ve dış düşmanları vardır. Halk her yandan, her biçimde sömürülmektedir. Fakat bütün bunlar değiştirilebilir. Ülkemizde halktan yana her olay, her kurum, her soluk bu değiştirme olayının aracıdır. İşte tiyatro da bir değiştirme, karşı koyma olayıdır.” Bu iki öğe değiştirme, karşı koyma, çelişkileri de vurgulamayı gerektiriyor.
Memet Fuat’ın 7 Ocak 1969 tarihli Milliyet gazetesinde 1968 yılının kültür ve sanat olaylarına dair değerlendirmesinde yılın en ilginç olayı olarak “Devrim için Hareket Tiyatrosu adıyla kurulan bir tiyatronun sokaklarda oyunlar oynaması ve bu yüzden de adliyeye düşmesi” olarak değerlendiriliyor. Fuat’ın dönemin en önemli sanat eleştirmenlerinden biri olduğunu, Memet Fuat’ın Seçtikleri Türk Edebiyatı adlı yıllığında o yılın önemli sanat olaylarını değerlendirirken, Milliyet gazetesinde de daha özet olarak bir köşede yıllık değerlendirmesini paylaştığını ve her yıl Alman Kültür merkezinde bir sunumla o yılı değerlendirdiğini de hatırlatalım. Fuat DİHT ve grubun hayata geçirmeyi hedeflediği sokak tiyatrosunu ciddiye alıp, özel bir ilgi göstermiş 1969 senesinde.
DİHT bir süre sonra sokaklarda verdiği temsillere devam etmekle beraber, bu oyunları Aksaray’daki TÖS (Tüm Öğretmenler Sendikası) salonlarında sahnelemeye başlıyor. Bu salonda grup “Köprü,” “Grev” ve “Amerika” isimli politik içeriği belirgin ve dönemin ruhunu yansıtan oyunlar oynuyor. Bu oyunlarda atılan sloganlarda, ifadelerde dönemin sol siyasetinin simgesel açıdan temsil edildiğini söyleyebiliriz. Eşitsizlik ve bağımlılık sorununa dikkat çeken bu oyunlarda dönemin “Tam Bağımsız Türkiye” arayışnın izleri sürülebilir. Nedir Tam Bağımsız Türkiye, Yön dergisi ve Sosyalist Kültür derneği çevresinde şekillenen dönemin “Üçüncü yolcu”, ABD ve SSCB’li iki kutuplu dünyada, ikincisine daha yakın, ama hem ideolojik hem de ülkenin gerçekliğine daha uygun bir strateji arayışıyla ona da mesafesini koruyan, bir kalkınmacı, gelişmeci model arayışıdır. Ülkenin az gelişmişliği gündeme getirilmekte, bunun ise ancak ülkenin bağımsızlığıyla elde edileceği savlanmaktadır.
“Makinalar çalıştıranların, topraklar ekenlerindir,” grubun oyunlarının sloganlarından birine dönüşüyor. Bu işçici ve köylücü söylemin 1970’lerde Bülent Ecevit’in Ortanın Solu söylemine de sirayet ettiğini söylemek doğru olur. Dönemin sol, devrimci söylemi bugünden bakıldığında pejoratif bir şekilde popülist olarak görülmekte ve değişen siyasi ve sanatsal atmosferde belki de son günlere kadar çok gerilerde kalmaktadır.
Grubun da içinde yeraldığı birçok çevre tarafından 1969 yılında Boğaz köprüsüne hayır haftası düzenleniyor. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi grubun Köprü isimli oyunu ve bu konudaki muhalif tutumu grubun tarihinde önemli bir yer tutuyor. Bu etkinliğin de muhalif sanat geleneğinde bir yeri bulunuyor. Aynı şekilde Robert Kolej’de düzenlenen Devrimci Amatör tiyatro şenliklerinde de birçok farklı grupla beraber sahne alınıyor. Üniversite gençlerinin eylemlerine destek olunuyor. Halk Tiyatrosu ya da Sokak Tiyatrosu hedefleniyor. Sanatın devrimci gücüne inanan bu gençler sanatı geniş kesimlere ulaştırmayı hedefliyor ve ülkemizde politik sanatın en sembolik örneklerinden birini hayata geçiriyorlar.
Halk ya da sokak tiyatrosu olarak adlandırılan tarz birçok sanatçı için eşsiz bir deneyim oluyor. İdealizm, romantizm, doğallık, topluma ve ülkeye dair bir aidiyet hissi oluşturmak, öte yandan ilgi çekmek ve izleyenlerde farkındalık yaratmak, iz bırakmak isteniyor. Grubun afişlerini asan 11 kişinin Mayıs 1969’da tutuklandıklarını öğreniyoruz. Bir gecekondu mahallesinde, Kasımpaşa’da ise tiyatro seyrederken pislik çukuruna düşen bir çocuğun tiyatro oyuncuları tarafından kurtarıldığını öğreniyoruz. Bu tür hadiseler doğal olarak gazetelerin de ilgisini çekiyor.
Yeni Dergi’de 1 Mart 1969’da DİHT oyuncuları ile yapılan röportajda önemli ayrıntılar bulunuyor. Örneğin oyuncular grubun bir lideri olmadığı ve herkesin aynı oranda söz sahibi olduğunu söylüyorlar. Oyunlarda kahraman yaratmak istemediklerini, her yapılandan herkesin aynı ölçüde sorumlu olduklarını belirtiyorlar. Bu demokratik ve oyuncular arasındaki hiyerarşiyi reddeden yaklaşım dönemin dünya genelinde de hâkim olan sanat ve gençlik hareketlerindeki yaklaşımla ortaktır. DİHT oyuncuları dört faklı şekilde oyunlar sahnelediklerini söylüyorlar. Sokak tiyatrosu, miting tiyatrosu, salon tiyatrosu olarak dört farklı oyun şeklini benimsediklerini öğreniyoruz. Oyunları hep beraber hazırladıklarını, metne bağlı kalmadıklarını ve halkın sanatı ve beğenisine yaslandıklarını da ekliyorlar.
Grup 12 Mart darbesine kadar olan süreçte bu politik oyunları 400 kez sahneye koyar. Tabii TÖS’ün salonunun yanı sıra kahvehanelerde, greve giden fabrikalarda, tarlalarda bu oyunlar bir gaz sandığı devrilerek, son derece kısıtlı ve fedakârlık gerektiren koşullarda sahnelenir. Can Yücel’in de grubun bazı oyunlarında sahne aldığını söyleyelim. Mehmet Ulusoy, Ali Özgentürk, Işıl Özgentürk, Sabahattin Şenyüz, Veli Gürcan, Sadık Karamustafa, Doğan Soyumer, Namık Doymuş gibi isimlerle anılan grup 100’lerce kişinin oyun oynadığı bir okul ve politik amaç birliği olmuştur 68 hareketlerinin bir parçası olarak. 12 Mart darbesinde oyuncularından bir ksımı tutuklanan ve sol sanatçılar üzerinde kurulan baskıdan etkilenen grup giderek sönümlenir. Bu gruptan çıkan tiyatrocular, sinemacılar ise başka mecralarda faal bir şekilde sanatsal üretimlerine devam ederler.
Türkiye tiyatrosunun efsane isimlerinden Mehmet Ulusoy’un da bu tiyatroya çok emek verdiğini özellikle vurgulayalım. Ulusoy bu grupta edindiği deneyimlerle Türkiye tiyatrosunu ulusal ve uluslararası planda birçok değerli oyunu sahneye koyarak yetkin bir şekilde temsil etmiştir. Amatör bir grubun Türkiye’nin en saygın tiyatro ve sinema insanlarının yetişmesinde bir ocak rolü islendiğini kabul etmemiz gerekir.
Grup oynadığı oyunlarla hem sol bir tiyatronun örneklerini hayata geçirirken, bu süre boyunca grup oyuncuları da yaşamlarını idame ettirir. 12 Mart darbesi sonrası grup dağılır, tutuklamalar olur, sonrasında da bir daha toparlanamaz. Grup dönemin sol kültürünün bir parçası olurken, grubun üyeleri de dönemin devrimcileri, Deniz Gezmişler, Sinan Cemgiller ile aynı havayı solur, yoldaşlık eder. Devrimci örgütler dönemin ruhuna uyarak sanata devrimci roller biçer ve sanatçıları kapsamayı hedeflerler, öte yandan sanatçılar da devrimci örgütlere ve onların sempatizanlarından oluşan izleyici kitlesine kendini ifade etme şansı bulur.
Dönemin bir diğer politik tiyatro grubu ise “Halk Oyuncuları” oluyor. Bu grubun da sanat aracılığıyla etkili bir politik muhalefet örgütlediğini, “Devr-i Süleyman” oyunu ile doğrudan hükümeti hedef aldığını görüyoruz. Dönemin diğer tiyatro gruplarını da hatırlatmak gerekecektir. Ankara Sanat Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu ve onlarca solcu, devrimci, siyasi konularda tavır alan, sanatı siyasallaştıran tiyatro grubu ile tiyatromuz hem politikleşiyor hem de Metin And başta olmak üzere birçok tiyatro tarihçisine göre altın çağını yaşıyordu.
DİHT grubuna dair söylenmesi gereken önemli olgulardan biri grubun bir amatör tiyatro grubu olmasıdır. Hem Türkiye’nin hem dünyanın o döneminde sokak tiyatrosunun önem kazandığını, profesyonel olana karşı herkesin sanatçı olabileceğini ve sanat yapabileceğini savunan bir yaklaşımın önem kazandığını söyleyebiliriz. Grubun söyleminde hâkim tüketim ideolojisine, sanatın metalaşmasına karşı konulduğunu görüyoruz ve sanatın belli bir sınıfın çıkarlarına değil de yoksul halkın taleplerine göre işlev görmesi savunuluyor.
Selmi Andak’ın 1960’ların sonlarında Yaşar Nabi Nayır tarafından hazırlanan bir sanat almanağı olan Varlık Yıllıklarına yazdığı tiyatro üzerine makaleler de bu gruba ve dönemin pıtrak gibi ortaya çıkan tiyatro gruplarına dair önemli bilgiler içermektedir. Kimi örnekler verelim. Devekuşu Kabere, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Şehir Tiyatroları, Ayfer Feray, Bulvar, Kenterler, Kent, Bizim Tiyatro, Dormen, Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü, Bizim Tiyatro, İstanbul Tiyatrosu, İstanbul Sanat Tiyatrosu, Nejat Uygur, Nisa Serezli tiyatroları İstanbul’da, Ankara Sanat Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu ise Ankara’da çok verimli bir dönemden geçmektedir. Bu gruplara birçok başkaları da eklenebilir. Tiyatroya yaklaşım, sokak tiyatrosundan, Brechtçi politik sanata ve tabii kabare tiyatrosuna doğru bir genişlik arz etmektedir.
1960’lar Türkiye tiyatrosu için son derece parlak bir dönemdir. Metin And tartışmasız bir şekilde bu on yılı Türkiye tiyatrosunun altın çağı olarak gösterir.”[2] Nadire Mater de aynı şekilde bu dönemde tiyatroya olan ilginin çok arttığını ve İstanbul’da aynı anda 43 tiyatro grubunun oyun sahnelediğini söylemektedir.[3] Tiyatro dergilerinin eşlik ettiği, tiyatronun popüler ve etkin bir kimlik edindiği bu yıllar ülkemizin sanat dünyasında genel bir canlanma sürecinin bir parçası olarak görülmelidir. Politik tutum alışlar sanatsal süreci bazen haddinden fazla belirlemiş, ancak her şeye rağmen sanatı ve sanatçıyı etkin birer özne olarak kamusal alana taşımıştır.
Bu canlı ortamda sokak tiyatrosunun ve özel olarak da devrimci bir sanat yaratmak için yola çıkan DİHT oyuncularının emekleri anımsanmayı hakediyor. Hareket Tiyatrosu oyuncuları dönemin birçok tiyatro grubu arasında önemli bir yer tutar, emekçilerin sorunlarına eğilmesi, kent ve kültür meselelerinde tavır koyması ve sanatçı ile politik militan kimliklerinin iç içe geçmesi açısından müstesna bir konum kazanmıştır.
Tiyatro oyuncuları tiyatro yaparak toplumun ezilen kesimlerinde bir mücadele isteği uyandırmak ister ve kentin kültür, sanat etkinlikleri gibi en temel insan hakkından yoksun çevrelerine sanatı ulaştırmak hedeflenir. İki temel değerlendirme mümkündür. İlk olarak Dünya’da ve Türkiye’de hakim sanat kültüründe ve 68 hareketlerinin de bir sonucu olarak sanata verilen büyük değer bu grupun faaliyetlerinde de görülebilir. Sanatın ekmek kadar, su kadar vazgeçilmez bir şey olduğu ve sanatın öğretici, eğlendirici işlevi vurgulanır. İnsanı insan yapan öğelerden biridir. İkinci olarak ise dönemin sanatçısının bohem, militan, muhalif bir kimlikle eş anlamlı bir şekilde anılması da önemlidir. Ayrıca sokak tiyatrosunun, amatör tiyatrosunun yaygın özellikleri olan spontanlık, sanatın herkes tarafından yapılabileceği ve herkese ulaşması gerektiğine dair de bir yaklaşımın benimsendiğini gözlemlemek bu grubun etkinliklerinde de mevcuttur.
Bu yazıda ele aldığımız Tiyatro grubu ve çevresinde gelişen olaylar 1960’ların sanat ortamını anlamak, sinema ve edebiyatın yanı sıra önemli bir kültür alanı olan tiyatronun muhalif potansiyelini ortaya sermesi açısından büyük önem arz etmektedir.
Dipnotlar:
[1] Emin Alper, Jakobenlerden Devrimcilere: Türkiye’de Öğrenci Hareketinin Dinamikleri, 1960-1971. Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul: 2018.
[2] Metin And, Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi (Istanbul: İletişim, 2004), p. 160.
[3] Nadire Mater, Sokak Güzeldir: 68’te ne oldu? (Istanbul: Metis, 2009), p. 306.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.