Biliyoruz ki, sendikalar farklı siyasi eğilimdeki işçileri bünyelerinde barındıran sınıfsal örgütlerdir. Kendi kitlesinin ekonomik, demokratik mücadelesini ideolojik ve siyasi mücadelenin bütünlüğü içinde vermek zorundadırlar. İstanbul belediye grevleri bazı gerçeklerin unutulduğunu gösterdi
Yakın zamanda bazı CHP’li ilçe belediyelerinde yaşanan ve bir kısmı da yaşanmak üzere olan grevler kamuoyunda sendikaların işlevinin ne olması konusunda tartışmalar başlattı fakat tartışmalar anlamlı bir sonuca bağlanamadı. Grevlerden kimin ne anladığı da belli olmadı. Sadece akıllarda sendikanın suçlanması, sendika üst yönetimin işçilerin ve şubenin onayı olmadan, onları devre dışı bırakacak şekilde sözleşmeyi bitirmesi kaldı. Oysa belediye yönetimleri çalışanlarıyla diyalog içinde süreci yönetebilirlerdi.
İşveren olmaktan gelen gücünün yanına siyasi gücünü de katarak medyaya, halka ve kamuoyuna; “Belediyeler işveren değildir”, “Çalışanlarımızla birlikte bir sosyal işlev yerine getiriyoruz”, “İşçilerimiz bizim paydaşımızdır”, “Belediyelerde işçi işveren ayırımımız yoktur”, “Belediyelerde grev yapılması halka zarar veriyor”, “Tam da Millet İttifakı yükselişe geçmişken bu grevler de nereden çıktı”, “AKP bizi yıpratır” vb. içerikteki açıklamalar ve yorumlar yapıldı.
Velev ki söylendiği gibi olsun, SODEMSEN (Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası) nedir? Beldiyeler neden işçilerle yapılacak TİS görüşmelerini doğrudan yürütmeyip, “paydaşlar gelin birlikte konuşalım” demediler de, işçilere karşı birleşerek yetkilerini neden SODEMSEN’e teslim ettiler? İşveren sendikası kurmanın başka ne anlamı olabilirdi? İşerine gelince sosyal belediyecilik, işlerine gelmez ise sendika ve doğal olarak grev karşıtlığı…
Gözardı edilen bir gerçek şu ki bu işçiler 696 sayılı KHK nedeniyle son beş yılın mağdurlarıdır. Hemen hepsi asgari ücretle geçinmeye zorlanmış, bütün hakları ellerinden alınmış ve kayıplarının telafisi için demokratik bir fırsatı heyecanla kullanan, ayrıca önceki taşeronları döneminde önemli bir kesimi sağlık işkolunda Devrimci Sağlık-İş üyesi olup, dikkat çekici kitlesel bir örgütlenme sağlanınca RTE’nin gadrine uğramış çalışanlardır. Statüleri Haziran 2020 tarihinde değiştirilince bu kez yine DİSK’i tercih edip, işkolunda Genel-İş’e üye olmuşlardır. Yoksulluk sınırının 8.643 TL olduğu ülkemizde örgütlenerek var olmaya, son beş yılın kayıplarını gidermeye çalışmaları yeterince anlaşılacak bir durum değil midir?
Bir anlamsız suçlama da şudur: “Neden AKP’li belediyelerde değil de CHP’li belediyelerde grev yapıyorsunuz?” Saçmalık! Genel-İş’in bildiğimiz kadarıyla her örgütlendiği işyerinde grevi, direnişi hep olmuştur. Böyle bir ayırım yapmak sendikanın görevi değildir. Örgütlenebilme bakımından belediyenin CHP’li olması belki daha demokratik bir ortam yaratmıştır. Ancak biliyoruz ki AKP’li belediyeler zaten işçilere sendika tercihi bırakmadan kendileri işçilerin önüne tercih ettikleri sendikaları koymaktadırlar. Burada AKP’li belediyelerde örgütlenmiş yandaş sendikaları sorgulayıp, AKP’nin işçi haklarını nasıl gasp ettiğini söylemek ve işçilere hak vermek yerine faturayı grev hakkını kullanan işçiye çıkarmak anlaşılır bir şey değildir. Bu itham Genel-İş üyesi olup, grev aşamasına kadar getirilmiş işçilere yapılamaz. İşçi doğal olarak sendikal hakkını kullanmıştır ve tercihi siyasi dengelere kurban edilemeyecek kadar yaşamsaldır. Bereket DİSK bu demagojik çıkışa karşı gereken anlamlı cevabı grevler sürecinde verdi.
Sorunlara bu mantıkla yaklaşılmaya devam edilirse daha çok şey göreceğiz. Diyelim ki, önümüzdeki dönemde Millet İttifakı’nın büyük ortağı olan CHP’nin de hükümette olması halinde işçilerin karşısına geçilip, “Şimdi yeni iktidar olduk, Cumhur İttifakı’nın ülkeyi soktuğu felaketi gidermeye çalışıyoruz, ayrıca Türkiye’nin 445 milyar dolar borcu vardır, bunun ödenmesi lazım, ayrıca sizin istediğiniz hakları vermemizi ittifakımızdaki sağ partiler de istemiyor, bu yüzden sizlerden fedakarlık bekliyoruz, biliyorsunuz zaten dışarda da milyonlarca işsiz var, şimdilik zam falan da istemeyin” denilmeyeceğinin bir garantisi var mıdır?
Belediye yönetimleri bu grevlere giden süreci uzatmayıp, yetkili sendika olan Genel-İş’i muhatap alıp sözleşmeyi başarılı şekilde sonladırabilirlerdi. Ancak, araya işveren sendikasını koyarak süreci yönetmenin de sıkıntıları artırdığı bilinmektedir. Bu süreçte inisiyatif işverenin elindeydi. İşçiler ise doğal haklarını kullanarak, kendilerini muhatap almayan işverene karşı yasal prosedürleri işletip, grev kararını kitlesel olarak belediye binalarına astılar. Üstelik idari maddelerin tümünde anlaşılmış, sadece parasal hükümler kalmış iken. Muhatapsızlığı sürdüren söz konusu belediyeler anti-demokratik tutumlarını sürdürdürdükleri gibi, grev karşısında kamuoyunda yanlış algılara, halkı grevcilere karşı kışkırtmaya çalıştı, dahası fiilen grev kırıcılığı yaptılar. CHP kitlesinde sendikalara, özellikle DİSK’e bağlı olanlara karşı önyargılar oluşturuldu. Oysa sendikalar ve işçiler nispi demokratik ortamın kadrini hep bilmişlerdir. Hele Türkiye şartlarında.
Sonuç, masada vermedikleri ücret farklarını grevle tanımak durumunda kaldılar. Bu grevler bir turnusol etkisi yaptı. CHP’li hiçbir belediye başkanı, ilçe başkanı, işçileri ziyaret etmedi, adeta düşman muamelesi yaptılar. Belediyeler beyanlarının aksine işveren olduklarını bu noktadan sonra hatırlayarak ve bilerek işçilerin ziyaretine gitmediler. Kanımca bu süreçte yapılan önemli bir yanlıştı. Kendine “sosyal demokrat”, “solcu” yaftasını uygun gören çok sayıdaki işyerlerinde hep karşılaşılan bu ikili tutumlar olmuştur: “Biz solcuyuz, bizim işyerlerimizde sendika, grev, direniş yapmayın!” Ne olur, sizler de lütfen ikiyüzlülük yaparak, topluma karşı demokratlıktan, haktan ve hukuktan bahsetmeyin.
Genel-İş genel merkezinin ve şubelerinin süreci ne kadar birlikte yönettiklerini bilmiyoruz. Grev ilanıyla atılan adımlar, buna karşın işverenden gelen atak tutumlar, ardından devam eden siyasi baskılar aşamasından sonra, sanki genel merkezin ondan sonra devreye girdiği ve sözleşmeyi bitirdiği gibi bir durum kamuoyuna yansıdı. Eğer olaylar bu şekilde yaşandı ise bu da ikinci bir yanlıştır. Ve bu yanlış sendika cephesine yazıldı. Gerçekten baştan itibaren şubesiyle uyumlu, nihayetinde işçilerin doğrudan onayını alacak şekilde hatta bir şenlik havasında sözleşmeyi bitirebilirdi. Şube yönetimlerindeki bazı etkin kişilerin belediye yönetiminin ve genel merkez yönetiminin politik tercihleri dışında özel bir tutumla sözleşme sürecini zorlayarak işçileri greve zorlamış olmaları, hatta isim verilerek bir sol partinin etkinliği ile sürecin bu hale getirildiğinin dillendirilmesi ise yapılan yanlışı ortadan kaldırmaz. Kısacası sendika genel merkezi şubesiyle birlikte hareket ederek ve işçilerin rızası ve demokratik iradesiyle sonuç almayı tercih etmeliydi. Doğru olanı budur.
Açıkçası böyle bir soruyu sormayı anlamlı bulmadığımı söylemeliyim. Çünkü, kuruluşundan bu yana 54 yıl geçmiş olan DİSK gibi bir konfederasyonda bu ve benzeri soruların cevabının çoktan verildiğini ve kayıtlarında yazılı olduğunu da biliyorum. Hatta isteyenlere bu konularda alınmış genel kurul kararlarını iletebilirim. Ama yine de kısaca hatırlatmayı gerekli görüyorum. Sendikalar doğası gereği siyasi partilere karşı bağımsız örgütler olmak zorundadır. Hiçbir siyasi gücün doğrudan arka bahçesi olamazlar. Bağımlı, yarı bağımlı olan sendikalar hep olmuştur, olmaya da devam edeceklerdir. Biliyoruz ki, sendikalar farklı siyasi eğilimdeki işçileri bünyelerinde barındıran sınıfsal örgütlerdir. Kendi kitlesinin ekonomik, demokratik mücadelesini ideolojik ve siyasi mücadelenin bütünlüğü içinde vermek zorundadırlar. Ayrıca, geçmiş tarihsel dönemlerde “partiler üstü politikayı savunuyoruz” diyenlerin bile doğrudan siyasal süreçlerin bir parçası olduklarını biliyoruz. Türk-İş’in tarihi bu konuda örneklerle doludur.
DİSK tarihinde de sendika-siyaset ilişkisi çokça tartışılmış ve bu konuda yaşanmışlıklarımız vardır. CHP’de yaşanmışlıkların olduğu bu partilerden birisidir. Kendi tercihleri doğrultusunda DİSK’in çok sayıda üye ve yöneticisinin CHP ile ilişki içinde olduğu hatta milletvekili, parti üyesi, belediye başkanı, belediye meclisi üyesi vb. olduğu da biliniyor. Kanımca sorun burada değil, kendi siyasal tercihleri doğrultusunda CHP’de olmaları hiç değil ama yine de ortada bir gerçek var ona kısaca değinelim. CHP ile DİSK üyesi bazı sendikaların iç içe fazlaca geçişken bir süreç yaşadıkları gerçeği mevcuttur. Özellikle genel hizmetler işkolunda. Her CHP’li belediyede zahmetsizce örgütlenelim mantığı sendikaları yanlışa götürür. Kolay yolu seçmenin de bir faturası vardır. 12 Eylül öncesini bir yana bırakıp, SHP ile başlayan süreç, miras olarak CHP’de devam etmiştir. CHP’nin sendikalara rol biçmeye cesaret etmesinin kaynağı kanımca bu nedendir ve sorgulanmayı gerektirir.
Sendika yöneticileri siyasal tercihlerini yaparken, sendikaların örgütsel işleyişini korumaları gerekir. Geçmişte bu işleyişin korunduğunun canlı örnekleri çoktur. Sadece birinden bahsetmek yararlı olabilir. DİSK 2-4 Ağustos 1978 tarihleri arasında Ören’de Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’nu yaptı. Bülent Ecevit de dönemin başbakanıydı. IMF ve Dünya Bankası’nın baskısıyla işçilere sunulan “toplumsal uzlaşma” teklifi haliyle DİSK’i de hedef alıyordu. Bu teklif toplantıda gündeme gelmiş, başta eski CHP milletvekili ve aynı zamanda çok yeni DİSK Başkanı olan rahmetli Abdullah Baştürk tarafından bizzat reddedilmişti. Tabii ki ret kararı alınmasında Baştürk’ün tutumu kadar bir diğer etken de DİSK’in o zaman eriştiği örgütsel seviye idi. Baştürk de DİSK’te neyin kabul edilip edilmeyeceğini çok iyi biliyordu.
Şimdi ise, sınırlar belirsizleşmiş durumdadır. Bu duruma gelişte sendikaların yaşadığı sorunlar, uğradıkları saldırılar karşısında bir sığınak olarak görülse de bu tutum devam ettirilemeyeceğinden bir yerde patlayacaktı. Grevler bunu açığa çıkardı. Sonuç olarak, sendikal bağımsızlık korunur ve siyasal dostluklarla desteklenirse daha iyi olur ama kendi sınırlarını aşarlar ise yaşanacak grevlerde olduğu gibi siyasal krizler anında CHP gibi gelgitleri çok olan siyasal yapılar tarafından acımasızca hedefe konurlar. Tayyip Erdoğan, Türk-İş kongrelerinde yüzlerine karşı sendikacılara olmadık sözler söyledi, Hak-İş zaten buna teşne, ama biz DİSK’in bu haksız eleştirilere alışık olduğunu bilmiyoruz. Bu nedenle “Şimdi grevin zamanı mıydı?” sorusu DİSK’e sorulmamalıydı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.