Modern futbol… Devasa bir endüstri haline gelmiş ve sadece galibiyetin öne çıktığı bir spor. Futbolda başarı ise yalnızca bireysel performansların zirve yapması ve daha çok kupa, daha çok ödül üzerinden tanımlanan bir durumda. Peki, futbola dair söylenecekler sadece bundan mı ibaret? Bu haftaki Sendika.Org Podcast'in konuğu İhsan Gülhan’la günümüz futbolunu Sócrates’i ve onun felsefesini konuştuk
Sendika.Org Yazar Sohbetleri’nin bu haftaki konuğu İhsan Gülhan. Gülhan’la “Futbolun filozofu Sócrates” başlıklı yazısı üzerine kitlelerin en büyük oyunu olan futbolu ve Sócrates’i futbola olan yaklaşımını değerlendirdik.
İhsan Gülhan, Andrew Downie’nin yazdığı “Doktor Sócrates: Futbolcu, Filozof, Efsane” isimli kitaptan hareketle bizi Sócrates’i ve felsefesini daha iyi anlamaya davet ediyor. Gülhan’a göre Sócrates, “Top tekniğiyle ve oyunu orkestra şefi gibi okuyan zekâsıyla çok iyi bir futbolcuydu. Ancak bunun da ötesinde yaratıcılığı öldürerek futbolu standartlaştıran totaliter anlayışa karşı danstan, capoeri’dan esinlenen neşeli bir oyunun peşindeydi. Futbolu bir meslek olarak değil Marx gibi düşünüp, Mandela gibi kendini adayacağı bir dava olarak ele alıyordu.”
Tarihler 5 Temmuz 1982’yi gösterdiğinde ise o gün için “Futbolun öldüğü gün” diyor Gülhan. 82 Dünya Kupası ikinci tur maçında Brezilya – İtalya maçı oynanır. Bir tarafta Şikeci Rossi, Kasap Gentille gibi adlarla anılan oyunculardan kurulu İtalya, kazanmak için her yolu mubah gören bir mantalite ile oynar. Diğer tarafta ise futbolu bir sanat olarak icra eden, ona estetik ve etik değerler kazandıran, seyir zevki yüksek bir oyun ortaya koymaya çalışan Brezilya… Brezilya’ya turu geçmek için beraberlik yetecektir ama buna rağmen oyun anlayışında bir şey değiştirmez Sócrates önderliğindeki Sambacılar. O günü şöyle aktarıyor Gülhan: “Brezilya kazanmış olsaydı futbol yeşil sahalarda bir şiir olarak oynanmaya devam edecekti ama olmadı. Kazanmak için her yola başvuran anlayış o tarihten sonra futbolu ele geçirdi. Futbolun 3 kurşunla öldürüldüğü o maçı izlediğimde 9 yaşımdaydım. Cinayete ben de tanık oldum. O gün bugündür huzurum yok.”
Hayatın her alanına sirayet eden ve metalaştıran kapitalizmin, futbola olan etkisine de değinen Gülhan, “Endüstriyelleşme süreci içinde futbol pazarlanan ve satılan bir ürün haline gelirken, taraftarlar da müşteriye dönüştü. Sonuç olarak işçi sınıfı statlardan uzaklaştırılmış oldu. Futbolun tekrar halka ait bir etkinlik olmasının nostalji mi yoksa ütopya mı olduğunu sorusunu cevabı, futbolu kapitalizme karşı bir direniş alanı olarak görüp görmediğimize bağlı. Sócrates’in öyküsü işte bu yüzden çok önemli.” dedi.
Söyleşi: Ahmet Buğra Kalender