Yapılıp yapılmayacağı hala tartışma konusu olan ve birçok kesimin karşı çıktığı Kanal İstanbul Projesi’ne devlet garantisi verilmesi ne anlama geliyor? Resmi Gazete’de yayımlanan geçici madde Kanal İstanbul Projesi’nin gidişatını ne yönde etkileyecek? AKP projeyi başlatabilir mi? Başlatırsa ne olur? Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu’undan Fatoş Osmanağaoğlu’yla konuştuk
Yapılıp yapılmayacağı hâlâ tartışma konusu olan ve birçok kesimin karşı çıktığı Kanal İstanbul Projesi’ne devlet garantisi verilmesinin ne anlama geldiğini, Resmi Gazete’de yayımlanan “Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanuna” eklenen geçici maddenin Kanal İstanbul Projesi’nin gidişatını ne yönde etkileyeceğini ve projeyle ilgili kafalardaki soru işaretlerini, Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu’undan Fatoş Osmanağaoğlu’yla konuştuk.
Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu kurulduğundan bu yana grubun içerisinde kolaylaştırıcı olarak aktif yer alan doğa savunucusu, aynı zamanda sahada da ekoloji mücadelesinin içerisinde kendisini hem sosyalist hem feminist hem de “ekoloji mücadelesi içerisinde işçi” olarak tanımlıyor. Fatoş Osmanağaoğlu, ortalama 15 yıldır ekoloji çalışmaları yaptığını, “O zamanlar çalışıyordum yeri geliyordu eylemlere yetişmek için takım elbiseyle, topuklu ayakkabılarla katılıyordum” diyerek mücadeleyi her koşulda sürdürdüğünü söylüyor.
Mücadelenin uzun soluklu olduğunu ve birlikte verilmesi gerektiğini vurgulayan Osmanağaoğlu, sadece ekoloji mücadelesi verenlerin ve halkın bir bölümünün değil, odaların, sendikaların, muhalefet partilerinin tümünün mücadeleye el vermesi gerektiğini, başka türlü bunun altından kalkmanın zor olduğunu belirterek, “Bütünlüklü bir mücadele vermek zorundayız ve bunu yapabilecek durumdayız, bu enerjiyi ileriye taşıyabilirsek bu projenin yapılmasına engel olabiliriz” diyor ve 27 Mart saat 17.00’da Kadıköy Beşiktaş İskelesi önünde yapacakları buluşmaya çağrı yapıyor.
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Cevahir Efe Çelik Resmi Gazetede yayımlanan bir maddeyi sosyal medya hesabından duyurmuştu. Buna göre, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanuna geçici madde eklenerek Kanal İstanbul’a devlet garantisi verilmiş olduğunu söyledi. Bunun anlamı nedir? Bu madde proje gidişatını nasıl etkileyecek?
Devlet garantisine vermek şu demek, Türkiye’nin parası yok ve kasası ekside bunu artık herkes biliyor. 128 milyar dolar dövizin kayıp olduğu konuşuluyor. Bunun nerede olduğu siyasetçiler tarafından soruluyor ama yanıt alamıyor kimse. Dolayısıyla Devletin bütçesi yeterli olmadığı için dışarıdan finansman, kredi bulmaları lazım, tabii çok büyük bir finansman. Ama şu anda Türkiye devleti dışarıdan kredi bulmakta zorlanıyor. Hele ki yurt dışından derecelendirme kuruluşlarının son günlerde yayımlanan açıklamalarına baktığımızda daha da zor olduğu gözüküyor. Biz halk olarak bu tür mega projeler yapıldıktan sonra köprüden geçsek de geçmesek de zaten bunlar bizim vergilerimizle bizim paralarımızla yapılıyor. Hazine dediğiniz şey bizim vergilerimizle oluşturulmuş bir bakanlık, orada bizim vergilerimiz var. Şimdi şunu demek istiyorlar anladığım kadarıyla; Kredi bulamıyoruz, bulduktan sonra da bir sıkıntı olduğunda devlet bunun arkasında, yani diyelim ki bu işi yapacak olan ihalenin verileceği firma kaçtı gitti. Krediyi parça parça da olsa aldı ve işin gereğini yapmadan ortadan yok oldu ve bunu devlet ödeyecek. Bu da şu demek; yapıldığında zaten bizim paramızla yapıyorlar ama olası bir aksi durum da onunda parasını bize ödetecekler bu net. Benim için devlet garantisi demek böyle bir şey çünkü garantör oluyor. Finansman bulamadılar. Finansman bulmak için ve bunu garanti altına almak için böyle bir şey yaptılar. Halkın parasını çarçur etmekten başka bir şey değil bu. Sermayeye para kazandırmak için bizim paramızı orada burada savuruyorlar. Borçluyuz zaten daha da borçlandırıyorlar. Şu an hazinede para falan yok üstüne bir de açık veriyor. Sonuç olarak projede olası olumsuz bir durumda bizim paramızla bunu ödeyecekler devlet garantisi bu anlama geliyor bana göre.
Cumhurbaşkanı ilk olarak 2011 yılında “Çılgın proje” olarak duyurmuştu Kanal İstanbul Projesi’ni ve bunun en büyük hayali olduğunu İstanbul’un su yollarının da rahatlayacağını söylüyor o bunları söylerken birçok kesim ve uzman görüş ise projenin “İstanbul’a ihanet” olduğu görüşünde. Sizce işin aslı nedir?
Bu bir rant ve talan projesi. Yandaş sermayeyi buradan nemalanacakları bir proje. Ayrıca da finans piyasasında inşaat sektörünün büyük işleviyle oradan birilerinin para kazanmasını sağlayacaklar. Bu öylesi büyük boyuttaki Yeni Şehir projesi ile birlikte İstanbul yeni bir kentle daha bir araya gelmiş olacak. Ama bunu İstanbul’un ne doğal alanları, ne suları ne ormanları hiçbir şeyinin kaldırması mümkün değil. Kent olarak da ilave insan, şu anda tartışılıyor 7 milyon diyen var 2 milyon diyen var. Ama bunu hesapladığımızda biteceği süre ile birlikte baktığımızda ortalama ilave 7 milyon insanın daha gelmesi demek. İstanbul’un bunu zaten kaldıracak gücü yok. Bir diğer yanı da bu kanalın yapılması hem uluslararası sözleşmelere aykırı hem de bir şeyi kolaylaştırmayacak. Çünkü şu anda boğazdan geçen büyük tonajlı gemilerin oradan gitmesi mümkün değil. Mesela diyorlar ki ‘’İstanbul Boğazı kapasiteyi kaldırmadığı için geçen gemi sayısı azaldı’’ halbuki bu doğru değil, bu bir yalandan ibaret. Gemi tonajları yıllar içerisinde büyüdü, evet daha az gemi geçiyor ama oradan geçen geminin ticaret hacmi çok daha fazla büyüdü ve ödenen paralar da arttı, bir şeyin azaldığı falan yok. Bu boğazın kapasitesiyle alakalı değil. Bilim insanları da söylüyor, bunun hesaplamaları da var. O kanal eğer gerçekten yapılırsa oradan çıkacak hafriyatın da zararı büyük olacak. Üstelik de iklimden bahsediyoruz, hava kirliliğinden, suların yok olmasından, ormanların yok olmasından bahsediyoruz doğanın dengesi tümden kaybolmuş durumda. Düşününki İstanbul’un acaba yaza kadar yağacak yağmurlarla gelecek senenin kışına girebilecek miyiz tartışmaları sürüyor. İstanbul’daki barajların doluluk oranlarını herkes artık biliyor. Halk biliyor çünkü takip etmek zorunda hissediyor kendini. İstanbul’un doğal dengesi bozulmuş durumda, şimdi Terkos’undan Küçükçekmece’sine siz bütün göllerini de yok etmeye başladığınızda, sulak alanlara el koymaya başladığınızda sonuç İstanbul için ağır bir hasardır. Aslın da şu anda da biz bu hasarı yaşıyoruz zaten, ama devamı çok daha ağır olacak buda “Benden sonrası yansın” demektir. Bunu tabii akıl almıyor. Ama bunu yapmak için inatlaşıyorlar.
Ortada bir ÇED raporu var. Ama gerek İBB’nin gerekse uzman görüşlerin verileriyle ÇED’deki veriler pek eşleşmiyor örneğin ÇED’e göre proje alanının yüzde 52’si tarım alanı. Ancak İBB’nin rakamlarına göre ise proje ile 23 milyon metrekare orman alanı, 45 kilometre uzunluğunda ve ortalama 150 metre genişliğinde 136 milyon metrekarelik verimli tarım ve orman alanı ortadan kaldırılmış olacak. Bu ne demek ÇED verilerinin doğruluk payı nedir?
Oradaki verilerin hiç biri doğru değil. Ayrıca şöyle bir durum var; İstanbul’da biraz gezdiğinizde kalan tarım alanlarını görüyorsunuz, şu an 3’üncü Havalimanının yan tarafında bizim köyler dediğimiz, Dursunköy, Yeniköy bölgeleri ve oradan aşağıya kentte doğru inen bölgede İstanbul’un son tarım arazileri var. Orada tarım ve hayvancılık yapılıyor. Kısa bir süre önce ise orada tarım ve hayvancılık yapan insanlara evlerinizi ve arazilerinizi terk edin dediler. Biz buralara el koyduk demektir bu. Zaten Terkos Gölü’nün etrafını konferans alanı turizm alanı olarak belirlediler oraya büyük kompleksler yapmak istiyorlar. Bu bölge tarım alanlarının bulunduğu yerler. Oraları yok edecekler. Aşağıya doğru da devam ediyor bu Küçükçekmece bölgesi, el koymalar oralarda da başladı. Bir kısmını da kentsel dönüşüm adı altında talan edecekler. Çünkü orayı başka şekilde projelendirecekler. Halk da kendi geçimlik tarım yaptığı küçük arazilerine sahip çıkamaz olacak. Bu şekliyle “Yenişehir” denilen projeyi de yapacaklar. Mümkün değil bunların doğruluğu, yani orada verilen verilerle gerçek arasında uçurum bir fark var. Biliyoruz gözümüzle de görüyoruz, bunun için bilimsel metre kare dönüm hesabı yapmaya gerek yok. Kanalın geçeceği bölge ve Yenişehir’in konuşlanacağı alan İstanbul’un kalan tarım arazilerini komple yok edecek. Sadece bunlar da değil İstanbul’un kalan yegane ormanlarını Kuzey Ormanları’nı da talan edecekler zaten bir kısmını yok ettiler.
MAK danışmanlık 2020 yılında İstanbul geneli bir anket yaptı ve ankete katılan yüzde 80.4’lük bir kesim Kanal İstanbul Projesi’ni istemediklerini söyledi. Anket sonuçlarına bakıldığında aslında İstanbulluların büyük çoğunluğu projeye karşı ama proje bunlara rağmen yapılmak isteniyor. İstanbulluların proje üzerinde söz yetkisi yok mudur ya da İstanbullular istemedikleri bu proje için ne yapabilirler?
Bunun gösterdiği bir şey var ona dikkatinizi çekmek isterim. Şu anda partilerin oy oranlarıyla AKP’nin düşen oy oranlarıyla ya da Cumhur ittifakının oy oranları ile bütün olarak baktığımızda gördüğümüz tablo, iktidar ve onun destekçileri olan ona oy veren halkın da epey bir bölümünün bu projeyi istemediğidir. Bu da şu anlama geliyor; herkes farkında. Kemik bir kesim partisi yapıyor diye destekleyebilir ama halkın ezici bir çoğunluğu bu projenin bir talan ve doğayı yok etme projesi olduğunu biliyor. Bunun için yapılacak nedir diye baktığımızda mesele hukukla çözülemiyor. Örneğin şu anda halkın açtığı davalar var, kurumların var, bireylerin var, itirazlar yapıldı ve arkasından da davalar açıldı. Sonra bir şekilde İstanbul’da tek bir mahkemeye topladılar onları ve keşif kararı da çıktı, fakat aylardır bilirkişi listesi var ve bir kısmı kabul etmedi fakat keşif yapılmıyor. Şunu yapmaya çalışıyorlar, bir yandan ihaleleri duyuruyorlar diğer yandan bu davalara dönüp bakmıyorlar bile mahkemeler. Yani bununla biz ilk defa karşılaşmıyoruz “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyecekler.
Cumhurbaşkanı yapılan bütün itirazlara ve başvurulara rağmen projeyi “İnadına yapacağız” diyor. Sizce dediğini yapacak mı ve bu projeyi hayata geçirecek mi?
İnatlaşacağını söylüyor ama sonuçta bu projeyi yapmaya çalışmak demek doğayla ve İstanbul halkıyla inatlaşmak demek çünkü doğaya vereceği zarar İstanbul’a kentin belleğine vereceği zarar çok açık. Böyle bakıldığında Cumhurbaşkanı doğayla, kentle ve halkla inatlaşmış oluyor bence. Kanal İstanbul Projesi sadece kanal meselesi değil. Yenişehir Projesi zaten şu anda uygulamaya konmuş durumda, ayakları oluşturuldu ve başlamış durumda. Kanal ise umarım yapılamaz, bu bizim hem mücadelemize bağlı hem halkın katılımı önemli. Ya kanal ya İstanbul Koordinasyonu da bu projenin için ciddi biçimde emek veriyor. İstanbul Belediye Başkanı da bununla ilgili çalışıyor ve açıklamalar yapıyor ama tabii ki daha güçlü ses verebiliyor olmamız lazım. Çünkü bu proje uzun soluklu bir proje ve eğer hayata geçirilirse, büyük zararları olacak.
Cumartesi günü biz büyük bir buluşma planlıyoruz İstanbul halkıyla. İstanbul’un son kalan kültür varlıklarını, kentin dokusunu, belleğini yok etmek istiyorlar ve hem doğasına hem insanlarına zarar vermek istiyorlar, 3. Bölge’de çok yerde insanları evlerinden, yerlerinden edecekler. Bunlara karşı olan bizler de bu buluşmayla biraz kentin ve o bölgenin önemini anlatacağız. Bazı arkadaşlarımız bisikletleri ile gelecek Kadıköy’e, bir grup arkadaşımız orada boyalarıyla resim yapacak, bir sergimiz olacak, performans sanatçılarımız olacak güzel bir buluşma planladık. Halkımızda umarım katılım gösterir ve birlikte ses veririz Kadıköy’den.
Son olarak şunu söylemek isterim bu uzun soluklu bir mücadele ve birlikte verilmeli, yani sadece ekoloji mücadelesi verenler değil, sadece halkın bir bölümü değil. Odalar, sendikalar siyasi partiler Cumhur İttifakı’nın dışında kalanları kast ediyorum, tümünün bu mücadeleye el vermesi gerekiyor, başka türlü bunun altından kalkmak gerçekten zor. Bütünlüklü bir mücadele vermek zorundayız ve bunu yapabilecek durumdayız bu enerjiyi ileriye taşıyabilirsek bu projenin yapılmasına engel olabiliriz diye düşünüyorum.
Söyleşi: Ceylan Bulut