Ekoloji Birliği, Dünya Su Günü için açıklama yaptı. Yapılan yazılı açıklamada “Kapitalizmin doymak bilmez kar hırsına karşı ekosistemi oluşturan tüm canlı ve cansız varlıkların, yaşamın hakkını savunan bizler için bu mücadele asla tek bir günle ya da bir haftayla sınırlı kalamaz” ifadeleri kullanıldı
Ekoloji Birliği, 1993 yılında BM tarafından kabul edilen ve Dünya Su Günü olarak kutlanan 22 Mart dolayısıyla, suyun önemine ve ve iklim krizine dikkat çekmek için yazılı bir açıklama yaptı.
Kapitalist düzenin doğayı metalaştırma konusunda yoğun çabaları olduğunu ve bu nedenle sürekli birçok çevre sorununun ortaya çıktığını belirten Ekoloji Birliği açıklamasında, “Dünya sağlık örgütünün raporlarında da vurgulandığı gibi salgınlarla ekolojik yıkımlar arasında ciddi ilişki bulunmakta” diyerek COVID-19 pandemisi ve iklim krizi’ne değindi.
Yeterli ve temiz suya erişimin en temel insan haklarından biri olduğunu belirten Ekoloji Birliği’nin açıklaması şöyle:
Kapitalist düzenin doğayı metalaştırma konusundaki yoğun çabaları nedeniyle sürekli tartıştığımız birçok çevre sorunu olmakla beraber, içlerinden birbiriyle çok sıkı ilişkili olan ikisi açık ara öne çıkmaktadır. Birincisi Covid-19 pandemisi diğeri ise iklim krizi. Dünya sağlık örgütünün raporlarında da vurgulandığı gibi salgınlarla ekolojik yıkımlar arasında ciddi ilişki bulunmakta ve 1900’lü yılların ikinci yarısından bu yana yaşanan salgınların neredeyse tamamında bu ilişki rahatlıkla görülebilmektedir. Son dönem araştırmalarında iklim krizi ile de salgınlar arasında ilişki bulunduğu rapor edilmektedir. Hem ekolojik yıkımların hem de iklim krizinin kapitalist düzenin sonucu (insan kaynaklı) olduğu göz önünde bulundurulduğunda geleceğe dair umutlarımız iklim krizi eylemlerinde haykırdığımız bir sloganda somutlaşmaktadır “iklimi değil düzeni değiştir.
Suyun yaşamsal bir molekül olduğunu ve hiçbir canlının onsuz hayatta kalabilmesinin olası olmadığını vurgulayan Ekoloji Birliği, “Su yoksa yaşam da yok”
Evet, bugün Dünya Su Günü. Kapitalizmin doymak bilmez kar hırsına karşı ekosistemi oluşturan tüm canlı ve cansız varlıkların, yaşamın hakkını savunan bizler için bu mücadele asla tek bir günle ya da bir haftayla sınırlı kalamaz. Gündelik yaşamın akışında da böyle olmakta, her ne kadar 22 Mart günü konuya yönelik açıklamalar yapsak da, bugünün dışında da suyun, havanın, toprağın ne denli önemli olduğunun ayırdında olarak mücadelemizi sürdürüyoruz.
Bir insanın susuz hayatta kalabileceği süre 5-7 gün, dahası ölüm. Suyun yaşam için bu denli önemli olduğu bilindiği halde, onu korumak için gereken önlemlerin alınmaması anlaşılabilir değil.
Dünyadaki tüm canlıların suya erişim hakkı vardır. Yeterli miktarda ve temiz suya erişim bir insan hakkıdır. Ancak kapitalist düzen, dünyadaki suyun giderek azaldığını, bunun meta olarak çok kar getireceğini gördüğünden Dünya Su Konseyini ve Dünya Su Forumunu kurdu. İşbirlikçi hükümetleri de yanına alarak birçok ülkede suyun özelleştirilmesini sağladı. Böylece suyun bir insan hakkı olması gerçeği bir cümleye dönüştürülmüş oldu.
Ne yazık ki ülkemizde de su varlıklarımız havza bazında sermayeye peşkeş çekilmektedir. Bunun anlamının her ne amaçla olursa olsun suya erişimin artık sermayenin denetimine bağlı olması ve ücreti ödenmeden suya erişilemeyecek olmasıdır.
Küresel iklim krizi nedeniyle suya erişim bağlamında dünya giderek bir kısırdöngüye girmektedir. İklim krizi nedeniyle gezegenimizin bilinen su döngüleri giderek bozulmakta ve su sıkıntısı çeken insan sayısı giderek artmaktadır.
Günümüzde suya erişim anlamında sıkıntı çeken insan sayısı neredeyse 2 milyara ulaşmış durumda. Bu sayının iklim krizini durdurmak için gerekli önlemler acilen alınmadığı koşullarda hızla artacağını söylemek hiç zor olmasa gerek. World Resources Institude raporuna göre 2040 yılında en çok su sıkıntısı çekecek 33 ülke arasında Türkiye de bulunmaktadır.
Tüm bu sıkıntılı tabloya karşın ülkemizde, yetkililerin gerekli önlemleri aldığına dair somut veriler ne yazık ki bulunmamaktadır. Tam tersine büyük bir titizlikle korumamız gereken sulak alanlarımız, akarsularımız, göllerimiz, tarım alanlarımız, ormanlarımız, özgün ekosistem alanlarımız hızla yok edilmektedir. En temel su kaynağı konumundaki Kazdağları’nın %79’unun maden şirketlerine ruhsatlanmış olması durumun ne denli vahim olduğunu gösteren bir örnektir ve ülkemizin diğer bölgelerinde de benzer çok sayıda örnek bulunmaktadır. Zaten kıt olan su kaynaklarımız bir yandan da Katar gibi ülkelere peşkeş çekilmektedir.
Sonuç olarak suya erişim doğadaki tüm varlıklar için bir haktır.
SU YAŞAMDIR, SATILAMAZ!
Sendika.Org