Memlekette kayyum görülmemiş bir şey sayılmaz. Peki neden diğerleri değil de Boğaziçi kayyumu bardağı taşırdı? Çünkü bardak doldu, almıyor artık! Bütün kayyumlara, haksızlıklara, adaletsizliklere, zorbalıklara karşı damla damla biriken isyan, Boğaziçi’nde taştı
Siyasal ve toplumsal saflaşmanın aktüel uğrağı belli oldu: Boğaziçi direnişi!
Boğaziçi direnişi akademik ve idari özerklik, üniversite özgürlüğü, dayatmaları reddetme, kendi kaderi üzerinde söz sahibi olma talepleri üzerinden; toplumsal planda diktatörlüğe karşı yürütülen özgürlük mücadelesinin “cephe hattına” dönüştü.
Diktatörlük ise tam da kendisinden bekleneceği üzere hileli kavga yöntemlerine başvuruyor. Kâbe fotoğrafı üzerinden bekledikleri fırsatı yakaladılar ve şimdi gözlere “din, iman, sapkınlar” külü serpiyorlar. (Bu arada Boğaziçi Üniversitesinden Müslüman Öğrencilerin kırgınlık ve sitemlerini vurgulayan, fakat tereddüde yer bırakmayacak şekilde direnişin yanında saf tutan açıklamaları son derece değerlidir.) Pek sevdikleri deyimle tüm “enstrümanları” devreye soktular. Yerli Göbelslerin yalanlarını “başları ezilmelidir” fetvaları, Soylu’nun adamlarının “aşağıya bak” buyrukları, kontrgerilla aparatı “sivil gençlik” derneğinin İstanbul Üniversitesi önündeki tehditleri, trollerin “öl de ölelim reis” tweet’leri, spikerin çenesi, kadrolu yorumcunun emme basma tulumba gıcırtısı, “muhalefetin” tiksinç oportünizmi; düzenin güçleri bir sirk renkliliğinde, tekmili birden ayakta!
Özgürlük isteyenler ile “din-iman” istismarcıları karşı karşıya.
Memlekette kayyum görülmemiş bir şey sayılmaz. Peki neden diğerleri değil de Boğaziçi kayyumu bardağı taşırdı? Çünkü bardak doldu, almıyor artık! Bütün kayyumlara, haksızlıklara, adaletsizliklere, zorbalıklara karşı damla damla biriken isyan, Boğaziçi’nde taştı.
Zaten bir süredir taşacağının sinyallerini veriyordu. Farkında mıyız bilmiyorum ama bir süredir küçük mevzi kazanımlar elde ederek, moral, güç ve cesaret biriktirerek ilerliyoruz; diktatörlük cephesi ise kargaşa içinde, her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırarak, züccaciye dükkanındaki fil gibi etrafı kırıp dökerek debeleniyor.
Bir bakalım kazandığımız mücadelelere.
*Kadın hareketi sürekli enerji üreten bir dinamo gibi, neredeyse “kültürel iktidar:)” olacak kadar hegemonik bir etki alanına ulaştı. Kimse ona ve taleplerine kayıtsız kalamıyor, lehte ya da aleyhte tutum almaktan kaçınamıyor. Diğerleri bir yana popüler kültür ürünü dizilerdeki yankıları dahi kadın hareketinin etki alanının resmini çizmeye yeter. İstanbul Sözleşmesinin sanıldığından da derin bir kuyruk acısı olduğu son O. Asiltürk-Erdoğan görüşmesinde ayan beyan hale geldi.
*”Öyle mi Alay Komutanı!” diye seslenen Somalı madencilerin mücadelesi kazanımla sonuçlandı. Daha da önemlisi işçi hareketi kıpır kıpır, öfkeli, güç ve enerji biriktiriyor ve bu enerji pek geç olmayacak bir zamanda, ama mutlaka açığa çıkacak.
*Gökhan Güneş’in sıkı, atak ve birleşik mücadele ile kontrgerillanın elinden alınması, hem kayıp saldırısının boşa çıkarılarak bir sosyalistin hayatının kurtarılması hem de ardında bıraktığı moral, özgüven ve cesaretle çok önemli bir kazanımdır.
*Doğa savunucuları hiçbir lokal mücadeleden geri adım atmadılar. Meşruiyeti ve haklılığı hasımları tarafından bile tartışılamayan bir yerde duruyor hareket. Hayvan hakları hakkındaki duyarlılık da gittikçe güçleniyor.
*Kürt hareketi, diğer hiçbir hareketin kaldıramayacağı çapta saldırılara ve “rölanti” pozisyonuna rağmen siyasetteki merkezi önemini koruyor. Düzen kampındaki ittifakların kurulması-bozulması, yeni kombinasyonlar vb., hepsi Kürt Özgürlük Hareketi eksenli kavgalar üzerinden kotarılmaya çalışılıyor. Demirtaş’ın hapishaneden yaptığı her açıklama gündemi hareketlendirmeye yetiyor.
Ezcümle; bardak doldu, hava döndü, özgürlükten yana esiyor yel!
Boğaziçi direnişi bu durumun ve bu saflaşmanın “cephe hattıdır”.
Eğer direnişi şiddet yoluyla ezebilselerdi bir dakika beklemezlerdi. Kapı ziline basmak yerine duvar delerek, Bahçeli’nin dilinden “Başları ezilmelidir!” fetvaları vererek denediler olmadı, ters tepti. Bu “enstrümanı” asla devreden çıkarmayacaklar ve “din-iman” istismarı fırsatlarını yeni şiddet dalgalarına dayanak yapmaya çalışacaklar. “Aşağıya bak!” komutuna karşı göğe dikilen başlar yeni şiddet denemelerinin yangını söndürmeyip harlayacağını bir kez daha gösterdi. Hareketin meşruiyeti muazzam. Deva Partisi Gn. Bşk. Yardımcısını Kayyum yamaklığını reddetmeye, Davutoğlu’nu “gençlerin yanındayız” açıklamasına, CHP’yi oportünist bir kıvraklıkla bir gün önceki tavrını hasıraltı etmeye zorlayacak kadar etkili bir harekettir gelişen. Boğaziçili akademisyenler üniversite gençlik hareketlerinde örneği az bulunur cinsten bir tutumla öğrencilerin yanındalar ya da öğrencileriyle birlikte mücadele ediyorlar. Hareket bütün önemli kent merkezlerine, tüm üniversitelere yayılma eğiliminde. Öğrenci semti Rumeli Hisarüstü mahallesi gençlerine sahip çıkıyor, akşamları tencere-tava çalmaya başladı. Avrupa ve Amerika’daki göçmen emekçi ve öğrenciler Boğaziçi ile dayanışma eylemleri düzenliyor. Öğrenci aileleri, mezunlar cemiyeti, aydınlar, sanatçılar, sendikalar, tüm bileşenleriyle sosyalist hareket Boğaziçi direnişinin arkasında. Daha doğru bir ifadeyle Boğaziçi’nden yükselen özgürlük bayrağı toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinin ellerinde yükseliyor.
Özgürlük cephesi her geçen gün güçleniyor, saflarına yeni katılımlar oluyor; düzen cephesinde ise kargaşa hüküm sürüyor, tarafsızlar çoğalıyor, hatta o cepheden de direnişe destekler artıyor. Diktatörlük her geçen gün daha fazla tecrit oluyor. Davranışları ahenksiz, akortsuz, çaresizce çırpınıyor, çırpındıkça batıyorlar. Ellerinde pek fazla “enstrüman” kalmadı. Eğer kayyum Melih, “küstüm oynamıyorum” danışıklı jestiyle, Reislerine, “kendi takdirleridir” çıkış yolunu açmazsa, bilin ki ağır bir şiddet dalgası gelecek. Hem de günler değil saatler içinde belli olacak hangi yola girecekleri. (2 Şubat 2021 itibariyle pek çok merkezde düzenlenen dayanışma eylemleri bu gidişatın rengini açığa çıkaracak.)
Özgürlük güçleri bir ivme, az bulunur bir momentum yakalamıştır. İyi değerlendirilirse Boğaziçi direnişi kazanımla sonuçlanacak, dahası özgürlük güçlerinin birleşik eylemi diktatörlüğün burçlarında esaslı bir gedik açacaktır.
Mücadelenin özneleri gidişat hakkında en etkili konumdan tutum alacaklar. Şu ana kadar kararlılık, moral, cesaret ve yaratıcılıkla götürdükleri süreci tamamına erdirmemeleri için sebep yoktur. Yine de tartışma ve katılımın kolektif akla karınca kararınca katkı sağlayabileceği göz ardı edilemez.
Meşruiyet, kalabalıklar ve “file hücum eden arı sürüsü” metaforu mücadeleyi ilerletmenin kaldıraçları olamaz mı?
Sendikalar, dernekler, meslek odaları, öğrenci velileri inisiyatifleri, memleketin bütün üniversitelerinde, kayyum ve diktatörlük derdinden muzdarip tüm beldelerde komiteler, inisiyatifler, halk meclisleri, forumlar neden hemen şimdi mümkün olmasın. Varoşlara serpilmiş atıl vaziyetteki yüzlerce yöre derneği, kültür merkezleri için gün bugün değilse hangi gündür? Öyle yüksek plan program, ilke tartışmalarına hiç gerek yok; ya da gerek var diyenler zaten kendilerini baştan felç etmiş demektir, onları “ilkeleriyle” baş başa bırakıp yola devam edilmelidir. “Kayyuma hayır! Özgürlük istiyoruz! Başlar yukarı!”; hareket zaten kendi şiarlarını ve siyasi hedeflerini yarattı: Bunların bir örgütlenme ve eylem parolasına dönüşmesinin önünde ne engel var?
Filin baş edemeyeceği tek şey kalabalık arı sürüleridir; “düzensizliğin düzeniyle” dört bir yandan saldıran ve gittikçe kalabalıklaşan arı sürüleri fili yoracak, geri adım atmaya zorlayacaktır ve zaten gidişat o yöndedir.
Sosyalist hareketimiz biçimi bir adım geriye çekip içeriği iki adım öne çıkarabilirse sürecin devrimci mayası olmayı da başaracaktır. Ortada yükseltilen bir özgürlük bayrağı ve önümüzde iki seçenek var: Ya geleneksel ve ölümcül “bayrağın sapını kim önce tuttu, kim daha yükseğe kaldırdı” kavgasına tutuşup bir kez daha kaybedeceğiz ya da “kimliğimiz bayrakta yazılı taleplerdir, bayrağı elbirliğiyle yükselttikçe, onu kavrayan her bir bilek de güçlenecektir; benim/bizim güçlenmemiz özgürlük mücadelesinin güçlenmesine bağlıdır, tersi değil” anlayışıyla kazanacağız. Hem sadece Boğaziçi direnişini değil, yeni bir mücadele dili, üslubu, tarzı yaratma; “devrimde devrim yapma” çetin sınavını da kazanacağız.
Diktatörlük Boğaziçi direnişi ile yıkılmayacak. Fakat bu direnişten geriye salt Boğaziçi’nin kazanımları değil, toplumsal muhalefetin yeni yollar açması, yeni bir dil inşa etme yönünde mesafe alması, emekçilere kalan moral, cesaret, özgüven, belki bu direniş vesilesiyle kurulan ya da kurulacak olan taban inisiyatiflerinin, komitelerin, meclislerin, doğal ittifakların kalıcılaşması ve örneğin bir sonraki çarpışmada git gide ezilenlerin temsil organları olarak belirginleşmeye başlaması neden hesap dışı tutulsun? Başka bir ifadeyle bu ve benzeri mücadeleler içinde işçi, emekçi ve ezilenlerin mücadele organlarını yaratmayı hedeflemeyen bir devrimciliğin, toplumsal muhalefeti “CHP’nin saçmalıkları tartışıp durma” acizliğinden öteye taşıması mümkün müdür?
O halde gün bugündür!
Elbirliğiyle kavranan özgürlük bayrağı daha daha yükseltilmelidir; öyle ki uzaktan bakıldığında görünen tek şey o bayrak olmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.