Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi “Türkiye’nin COVID-19 Pandemisinin Gölgesinde Kalan Sağlığı – 2020” başlıklı geniş bir rapor yayımladı. Raporda hekim göçü, bulaşıcı hastalıklardaki artış, COVID-19 pandemisi gibi başlıklar yer alıyor
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi “Türkiye’nin COVID-19 Pandemisinin Gölgesinde Kalan Sağlığı – 2020” başlıklı geniş bir rapor yayımladı.
TTB’nin raporuna göre, 2013 yılında 12 bin 480 dolar olan kişi başına gayrisafi yurtiçi gelir, 2019 yılında 3 bin 357 dolar azalıp, 9 bin 123 dolara düştü. Diğer bir ifadeyle, kişi başına ortalama gelir 2013 yılına göre %27 azaldı. Türkiye’de en zengin kentle en yoksul kent arasındaki kişi başına gelir farkı son 10 yılın en üst düzeyine çıkarak, fark %550’ye yaklaştı.
Türkiye’de 2019 yılında 10 bin 770 bebek, 13 bin 259 beş yaş altındaki çocuk yaşamını kaybetti. Başka bir ifadeyle, 2019 yılında her bin canlı doğuma karşılık 9,1 bebek birinci doğum gününü göremeden, 11,2 çocuk da beşinci doğum gününü göremeden öldü.
Bebek ölüm hızı en düşük (iyi) olduğu il binde 3,0; en yüksek (kötü) olduğu il ise binde 16,2 orana sahip. Bebek ölüm hızının en iyi ve en kötü olduğu iller arasındaki fark 5 katından daha fazla (Hız Oranı: 5,4). Beş yaş altı ölüm hızı ise, en düşük (iyi) olduğu il binde 3,0; en yüksek (kötü) olduğu il ise binde 19,6 orana sahip. Beş yaş altı ölüm hızının en iyi ve en kötü olduğu iller arasındaki fark 6,5 kat (Hız Oranı: 6,5) oldu.
Raporda iller arasındaki sosyoekonomik eşitsizliğin giderilmesi durumunda bebek ölümlerine ilişkin şu saptamalar ye aldı:
Türkiye’de iller arasındaki sosyoekonomik eşitsizlikler giderilebilseydi, 2018 yılında yaşamını kaybeden 11 bin 629 bebeğimizden 5 bin 373’ünün, 14 bin 240 beş yaş altı çocuğumuzdan da 7 bin 989’unun (topluma atfedilen risk sırasıyla %46,2 ve %56,1) ölümünü engellemek mümkün olabilecekti. Bununla birlikte, 2019 yılında yaşamını kaybeden 10 bin 770 bebeğimizden 7 bin 216’sının, 13 bin 259 beş yaş altı çocuğumuzdan da 9 bin 706’sının (topluma atfedilen risk sırasıyla %67,0 ve %73,2) ölümünü engellemek mümkün olabilecekti. Bu durum 2019 yılında ölümü engellenebilecek olmasına karşın kaybettiğimiz bebeklerimizin sayısının bin 843, ölümü engellenebilecek olmasına karşın yitirdiğimiz beş yaş altı çocuklarımızın sayısının da bin 717 artmış olduğunu ortaya koymaktadır. Böyle bir durum yalnızca hekim ve sağlık çalışanı olarak değil, bir yurttaş olarak da kabul edilebilir değildir.
Türk Tabipleri Birliği, hekimlik mesleğini Türkiye dışında yapmak isteyen üyelerine, hemen hemen bütün ülkelerin sağlık yetkilileri tarafından sunulması gereken zorunlu evraklar arasında bulunan bir yazılı belgeyi, üyelerinin başvuruları üzerine hazırlayıp vermekte. İngilizcesi “Good Standing” olarak adlandırılan belgede; “Adı geçen kişinin; TTB’nin üyesi olduğu, Türkiye’de hekimlik faaliyetinde bulunup bulunmadığı ile hakkında mezuniyet tarihinden itibaren etik bakımdan herhangi bir soruşturma dosyası olup olmadığı” yer alıyor. Ender olarak bazı akademik faaliyetler için de talep edilen bu içerikteki belge, TTB Merkez Konseyi (MK) tarafından, başvuru sahibi her bir hekim meslektaşımız için, şahsa özel olarak hazırlanıyor, Türkçe ve İngilizce dillerinde, ıslak imzalı olarak yine başvuru sahiplerine teslim edilmekte. İki binli yılların başında yılda bir ikiyi geçmeyen hatta bazı yıllar hiç kimse tarafından talep edilmeyen bu belgenin isteminde, son yıllarda gözle görülür bir artış yaşanmakta (Tablo 1).
Yıl | Sayı | Artış % |
2012 | 59 | – |
2013 | 90 | 52,54 |
2014 | 118 | 31,11 |
2015 | 150 | 27,12 |
2016 | 245 | 63,33 |
2017 | 482 | 96,73 |
2018 | 802 | 66,39 |
2019 | 1047 | 30,55 |
2020 | 931 | – 11,10 |
Tablo 1. TTB’den “Good Standing” belgesi alan hekim sayısı ve yıllara göre artışlar
Kızamık, aşıyla korunulabilir hastalıklar arasında yer almasına ve dünya genelinde eradike edilebilmesi için yoğun çaba harcanıyor olmasına rağmen, Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, ülkemizde doğrulanmış (laboratuvar testleri ile kanıtlanmış) kızamık hastası 2016 yılında yalnızca 9 kişiyken, 2017 yılında 84, 2018 yılında 716 ve 2019 yılında da 2 bin 905 kişiye ulaştı (Tablo 2). Söz konusu artış kızamığın ülkemiz ve çocuklarımız için devam eden bir sağlık sorunu olmaya devam ettiğini göstermekte.
Yıl | Sayı | Artış % |
2016 | 9 | – |
2017 | 84 | 833,33 |
2018 | 716 | 752,38 |
2019 | 2 905 | 305,73 |
Tablo 2. Yıllara göre doğrulanmış kızamık hasta sayısı ve artışlar
Türkiye’de “sağlık reformu/sağlıkta dönüşüm programı” ile uygulanmaya başlanan aile hekimliği modeli ile birlikte, aşılama vb. koruyucu sağlık hizmetleri, çoğunlukla aile sağlığı merkezleri olmak üzere sağlık kurumlarında verildiğinden, doğrudan kişilerin talebine ve sağlık kuruluşlarına ulaşabilme olanaklarına bağımlı olarak uygulanabilmekte. COVID-19 pandemisi nedeniyle, işçi ve emekçiler dışındaki yurttaşlarımızın evlerinden çıkmaması teşvik edildiğinden, 2012 yılında seçim bölgelerini iktidarın amaçları doğrultusunda düzenlemek amacıyla “mahalle” olarak kabul edilen köyler/kırsal alan başta olmak üzere, kentlerin çeperlerinde bebeklik ve çocukluk dönemi aşılarına ulaşımın azaldığı gözlenmekte. Bu durum, kızamık başta olmak üzere, zaten artmakta olan aşıyla korunulabilen hastalıklar konusunda artışlara neden olabilecek.
TTB raporunun devamında şu ifadelere yer verdi:
Türkiye’de aile hekimliği modeli bölge ve nüfus tabanlı, kişiye ve çevreye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerini birlikte, kapsamlı bir sağlık ekibi tarafından tümüyle kamusal olarak sunulabilecek biçimde, yaşam ve çalışma alanlarını kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. Böyle bir düzenleme hem yaşanmakta olan pandemiyle mücadelede önemli kazanımlar sağlayabilecek hem yeni salgınların ortaya çıkmasına engel olabilecek hem de birinci basamak sağlık hizmetlerinin meslektaşlarımız ve diğer sağlık emekçileri tarafından mesleki doygunlukla sunulabilmesinin de yolunu açacaktır.
Pandeminin başlangıcından bugüne kadar Türkiye’de 2,23 milyon kişi hastalanmış ölüm sayısı 21 bin 295’e ulaştı.
TTB’nin raporunda pandemiye ilişkin şu geniş değerlendirme yer aldı:
Pandemi dünyada neoliberal özelleştirmeci sağlık politikalarının sonucu olarak artmış, birçok ülkede sağlık sistemi iflas etmiş ve koruyucu ve toplumsal sağlık hizmetlerinden uzaklaşma sonucu salgın önlenemez duruma gelmiştir. Pek çok ülkeyi çaresizliğe mahkûm eden bu salgın, kamusal sağlık anlayışının ve kamu sağlık kurumlarının yaşamsal önemini bir kez daha hatırlatmıştır. Epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için sosyal ve ekonomik tedbirler ile toplum hareketliğinin kısıtlanması sağlanmamış, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test yapılmamış, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonunda sorunlar yaşanmıştır. Sağlık Bakanlığı tarafından şeffaf bir şekilde veri paylaşılmaması pandeminin seyrini kötü etkilemiştir. Sağlık Bakanlığı’nın, Bilim Kurulu yapılanması olumlu karşılanmasına karşın başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere tüm sağlık meslek örgütlerini paydaş yapmaması veya onlarla ve toplumla bilgi paylaşmaması ve şeffaf olunmaması en büyük eksiklik olmuştur. Pandeminin sahada karşılanamaması sonucu 2. ve 3. basamak hastanelere fazla hasta yığılması olmuş, servisler ve yoğun bakımlarda yer bulma sıkıntısı yaşanması üzerine boş alanlar yataklı servis veya yoğun bakamlara döndürülmüştür.
Sağlık çalışanları salgın mücadelesinde özveriyle sürdürdükleri ve sürdürecekleri hizmetlere rağmen ekonomik, sosyal ve özlük hakları açısından mağduriyet yaşamışlardır. Pandemi sürecinde sağlık çalışanları özverili çalışmalarına karşılık salgının başlangıcından itibaren Sağlık Bakanlığı tarafından yeterince korunamama, salgını yönetmedeki başarısızlıklar sonucunda 130 bine yakın sağlık çalışanı hastalanmış ve 320’si vefat etmiştir. Ağır çalışma koşulları hekim ve sağlık çalışanlarında tükenmişlik sendromu yaratmıştır.
Pandemi döneminde şeffaf olmayan Sağlık Bakanlığı’nın, en azından aşı uygulamalarında şeffaf olması gerekliliği hayati önem taşımaktadır. COVID-19 aşısının süreci, influenza aşısındaki gibi kötü yönetilmemelidir. Mevcut iktidarın tamamen işlevsiz hale getirdiği koruyucu sağlık hizmetlerinin temel araçlarından olan aşının, ne kadar sürede, kaç doz, öncelikle kimlere yapılacağı; aşılama ile ilgili programlarının olup olmadığı hızla toplumla paylaşılmalıdır. Aşı uygulaması etik ilkeler ışığında, adil koşullarda, herkese ücretsiz yapılmalıdır.
Bugün yapılması gereken kamusal ve toplumcu bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin sağlanarak en kısa zamanda aşılamanın başlaması ile birlikte toplumsal hareketliliğinin kısıtlanmasının gerekliliğidir.
Raporun tamamını okumak için tıklayınız!
Sendika.Org