Her baskıcı rejim çekip gittiğinde geride bıraktığı korkunç enkazın içinden özgürlüklerin genişleyeceği, örgütlenmenin güçleneceği yeni imkânlar doğar. Doğrudur diyalektik bakımdan muazzam sıçramalar da mümkündür, ama fiilen bu imkânı hazır olanlar kullanabilir
“Vakit tamam değil” henüz. Ama Nazım’ın şiirindeki gibi “Çok alametler belirdi.” Tayyip Erdoğan, Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP, Tayyip Erdoğan’ın ortağı MHP, Tayyip Erdoğan’ın danışmanları, bakanları, çekip gitmek üzere.
Tabii, durup dururken çekip gitmeyecekler. İktidarı, iktidarın nimetlerini kim bırakıp gitmeye razı olmuş ki? Hele devlet aygıtıyla temasın, hayati önem taşıdığı Şark’ta.
O kadar çok alamet var ki AKP hükümetinin 2023 yılındaki seçime kadar sürmesi imkaâsız görünüyor.
Erken seçim kaçınılmazdır.
Sadece Boğaziçi Üniversitesi Mücadelesinin (Dikkat direniş değil, mücadele! savunmacı bir eylem söz konusu değil) başarısı bile (Liberalinden Kemalistine, radikalinden devrimcisine kadar Türkiye solunun bir kısmının faşist, hatta İslamcı faşist diye nitelediği) mevcut iktidarın, kerpiç bir dam kadar bile güçlü olmadığını gözler önüne sermiştir.
AKP iktidarı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ıyla, teröre göz açtırmayan İçişleri Bakanıyla, YÖK’üyle, İstanbul Valiliği ile nicelik olarak topu topu bin kişiyi bulmayan bir kitle karşısında yenilmiştir. Ne kelepçe ve cop ne de hamaset işe yaramıştır. Tabii kendilerini de bizzat teşhir etmişlerdir.
Bu fiziki bir yenilgi değildir şüphesiz.
Boğaziçililerin yaptıkları her şey mücadelenin meşruiyetini güçlendirmekten ve toplumun diğer kesimlerine (umarım öncü işçilere de) esin kaynağı olmaya muazzam bir şekilde hizmet etmiştir. Böylece mücadelenin ilk ve önemli aşamasını kazanmışlardır.
Katlanılamaz (maalesef sol siyasetin propaganda ve ajitasyon yapamadığı) bir hayat pahalılığı. Hiçbir hükümet bir yıldan uzun süre hayat pahalılığının yıkıcı etkilerinden kurtulamaz.
Muazzam (neredeyse on milyona ulaşan ve maalesef solun örgütleyemediği ve de sendikaların bilinçli biçimde dayanışmadığı) aile içinde paylaşılması imkansızlaşmış işsizlik. Hükümet tedbir almak için gerekli ve yeterli nakit kaynağına (para), kamu imkanlarına sahip değil. Gençlerin milliyetçi duygularla yatıştırılması hamaseti işe yarar görünmüyor.
Yoksulluğun (bilhassa göçmen işçiler arasında, kentlerin varoşlarında) kitleselleşmesi.
Sağın ve gericiliğin iktisadi temelini oluşturan esnaf sınıfının pandemi koşullarında yıkıma uğramışlığının öfkesi.
Köylülüğün pandemi koşullarında fiziki çözülmesinin hızlanması.
İktidarın doğrudan temsil ettiği, irili, ufaklı, çakıllı sermaye gruplarının iflasa yaklaşmış krizi. Varlıklarını korumak için (sermaye biriktirmek için) hükümet eliyle gittikçe daha fazla kaynak sağlamak istiyorlar ama, aşırı enflasyona rağmen maddi kaynaklar azalmış durumda.
Yolsuzlukların en küçük ihalelere dahi sirayet etmesi ve artık yolsuzluk ihbarlarının AKP içinden bile gelmesi.
Devlet bürokrasisinin kaçınılmaz tedirginliği. Bilhassa pandemi dönemindeki ayrıcalık ve haksızlıkların memurlar arasında yol açtığı öfke.
Kürt halkının, hamasi milliyetçi söylemlerle boğularak, AKP’den uzaklaşması ve bölgedeki yaygın yoksulluk ve sefalet.
Ergenekon operasyonu ve sonra “FETÖ darbesi” ile sarsılan, devlet aygıtının merkezinin (Bilhassa askeri bürokrasisi) hala onarılıp sağlamlaştırılamaması. Otorite sorununun sürmesi. (Kritik görevlere itirafçı “FETÖ’cü” subayların tayini. Tayin ve terfideki yaygın çekişme ve isabetsizlikler.)
Hiç kuşkusuz derinde, kapitalizmi kapitalizm yapan koşullarda zorlayıcı olgular sözkonusu. Bunun temelinde ekonomide sermaye birikiminin tıkanması var. Gerçekten de resmi verilere (İSO 500 büyük firma, TCMB Reel sektör istatistikleri) göre büyük sanayi sektörünün kâr hacmi ve kâr oranları keskin biçimde düşmüş durumda.
Kâr hacmi ve kâr oranlarındaki düşüş, ne anlama geliyor? Tabii ki ülkenin maddi yaşama imkânlarının daraldığını, gelir üretilemediğini istatistik bakımdan kanıtlamış oluyor. Bu olgunun siyasi karşılığı, maddi imkanları artmayan, tersine yoksullaşan ülkede iktidarın ne yaparsa yapsın işbaşında kalamayacağı gerçeğidir. Ve aynı anlamda egemen sermaye sınıfının yeni kaçınılmaz bir arayışa girme zorunluluğunu
Yine de ek borçlanma ile harcamalar artırılıp ekonomi canlandırılabilir. Ama bu geçici ve son iktisadi hamle olur ki kısa sürede tersine de döner. Her ek kaynak enflasyonu (dolayısıyla hayat pahalılığını) azdırmak ve borçların geri ödenmesini güçleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Politik hamleler (baskı, şiddet, yasaklama) ideolojik (milliyetçi) hamaset hamleleri de yapabilirler. Fakat hamasetin ve baskının kitlelerin öfkesini artırmaktan başka işe yaramadığı Boğaziçi Mücadelesiyle birlikte daha iyi görülecektir.
(Eğer burjuva muhalefet vahim hatalar yapmazsa) Demirtaş’ın söylediği gibi bir oyluk canları olan bu hükümet hiç de geç olmayan bir vakitte yapılması kaçınılmaz bir erken seçimde gidicidir.
Her baskıcı rejim çekip gittiğinde (devlet ne kadar kontrol etmek istese de) geride bıraktığı korkunç enkazın içinden özgürlüklerin genişleyeceği, örgütlenmenin güçleneceği yeni imkânlar doğar.
Doğrudur diyalektik bakımdan muazzam sıçramalar da mümkündür, ama fiilen bu imkânı hazır olanlar kullanabilir.
Öncü işçiler, devrimciler, sosyalistler, Kürt hareketi yeni döneme hazır mı? Hazır değilseler Tayyip Erdoğan sonrasında burjuva iktidarının devletin, ekonominin, Kürt meselesinin kaçınılmaz yeni-restorasyonuna (onarımına) el vermek veya sessizce izlemek zorunda kalabilirler.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.